Merin'in Doğum Hikayesi
- sesinakmaz
- 21 Eki 2023
- 9 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Eki 2023
12 Ekim 2023

19 Eylül sabahı, saat 08:00’de hastanedeydik. Doğum için geldiğimizi söyledik ama haberleri olmadığını, ilgileneceklerini söylediler. Serin’in planlanan sezaryen doğumu için de hastaneye gittiğimizde bize bir gün erken geldiğimizi söylemişlerdi. Hastanelerin insana iyi gelmeyen, iyileştirmenin aksine hasta eden bir tarafı var. Her doğumumda olduğu gibi hiç bir şeyin moralimi bozmasına izin vermedim. Odamıza yerleştik. Derin ve Serin de yanımızda. Ailece yalnız olmak istedik ve idare edebileceğimi düşündük. Çocuklar bizsiz, biz de onlarsız kalmak istemiyoruz. Saat 09:00’da beni ameliyathaneye aldılar. Ali ve çocuklar kapıya kadar eşlik etti. Ağlamamak için çok uğraştım ama aslında hüngür hüngür ağlamak ağlayasım var. Çok duygusalım ama çocukların bunu görüp yanlış anlamasını istemedim. Ali anlamıştır eminim.
Ameliyathane soğuk, kasvetli ama önemli değil. Az sonra Merin’i kucağıma alacağım. Anestezi uzmanı spinal anestezi için omuriliğime iğneyle girmeye çalıştı ama beş kere denemesine rağmen başaramadı. Sürekli özür dileyip “Üzgünüm, canınızı çok acıttım. Ama bir sorun var, giremiyorum.” dedi. Sonunda üst bir noktadan girdi ve belimden aşağısı hızla uyuştu. Sessizce doğuma başladılar. Her şey yolunda gibiydi ama birden midem bulanmaya, nefes almakta zorlanmaya başladım. Serin’in doğumunda da kısa bir düşme hissi yaşamıştım ama bu sefer çok şiddetliydi. Çok kötü olduğumu söyledim. Öyle kötüydüm ki derin derin nefesler alarak rahatlamaya gayret ettim. Yaptıkları bir iğnenin ardından giderek daha iyi hissettim. Merin’i çıkardıklarını söylediklerinde sesini duydum ve çılgınca ağlamaya başladım. Bu hissi tarif edemem. Öyle mutluyum ki, kendimi durduramıyorum. Yattığım yerden Merin’i muayene edişlerini izledim. Bitince boynuma, yanağıma koydular. Ellerim bağlı, sarılamıyorum ama bu bile muhteşem. Sağlıkla dünyaya gelmesi, her şeyin yolunda olması tek istediğimdi ve gerçek oldu. Merin’i tekrar aldıklarında sanırım dikişlerime başladılar ve ben bu sırada uyuyakaldım. Neden bilmiyorum, fazlaca sarhoş gibiydim. Sanki narkozu biraz fazla almış gibi hissediyordum. Beni çıkarırlarken uyandım. Kapıda bekleyen Ali ve çocukları görünce tekrar ağlamaya başladım. Çocuklara çok iyi olduğumu, mutluluktan ağladığımı söyledim. Özellikle Ina May’’in Doğal Doğum Rehberini okuduktan sonra, hala bunca müdahale ile kızımı dünyaya getirmiş olmanın hüznünü de yaşıyordum.
Odaya geldik ve hemen Merin’i bana verdiler. İnanamıyorum, öyle güzel ki… Emzirmeye başladım. Hemşireler, çocuk doktoru sık sık Merin’i kontrole geliyorlar. Sık nefes aldığını, biraz da ateşi olduğunu söylüyorlar. İlk gün sürekli bir kontrolle, yapılması gerekenler listesiyle geçiyor. Oldukça yorucu hepimiz için.
Bu arada Serin ve Derin hastane odasını oldukça küçük buldular ve sıkıldılar. Oynamaları için lego almıştık ama açamadılar. Serin’in isteği üzerine teyzemi çağırıp ya çocuklarla eve gitmesini ya da benimle kalmasını rica ettik. Teyzem geldiğinde Serin yine fikir değiştirdi ve benden ayrılamayacağını söyledi. Zaten sadece bir gece diye düşünüp Derin teyzemle eve döndü. Biz ise Ali ve Serin’le hastanede kaldık.
Akşam olduğunda hala Merin’in hızlı nefes alış verişinden endişe ediyorlardı. Bu arada durmadan bana bebeği kucağımda tutmamamı, getirdikleri plastik çerçeveli soğuk yatağına yatırmamı, üstümde sıcaklığının arttığını, ateşinin yükseleceğini söylüyorlardı ve bunları duydukça giderek daha çok sinirleniyordum. Neler olabileceğinden, Merin’i götürebileceklerinden korktuğum için sessiz kalsam da gece yarısı hemşirelere Merin’in hızlı nefes alış verişinden bizim de endişe etmeye başladığımızı söyleyince hemen doktoru çağırdılar. Doktor geldiğinde Merin’i yoğun bakıma alıp oksijen vermeleri gerektiğini, bu sırada süt sağabileceğimi ama Merin’e içiremeyeceklerini, damar yoluyla besleyeceklerini söylediler. O an üzüntü, çaresizlik, yetersizlik gibi tüm olumsuz duyguları en derinden yaşadım. Hemşire süt sağmam için bir pompa getirdi. Fakat sevgili Nihan’dan aldığım emzirme eğitiminde özellikle kolostrumu pompayla sağmanın göğüsleri travmatize edeceğini, göğüs ucu yarasına neden olacağını, kolostrumun sadece nazikçe elle sağılması gerektiğini söylemişti. Ali, “Üçüncü çocukta emzirme danışmanlığı alan tek kişi sensindir herhalde Sesin.” dese de, iyi ki danışmanlık almışım diye şükrettim. Ayrıca Nihan’la yollarımızı kesiştiren de yakın zamanda ikinci çocuğunu kucağına alan Canım Gizem’di (Erbirer). Bir kez süt sağmayı denedim ve gerçekten de çok canım yanınca bıraktım. Elle de sağmaya çalıştım ama sağdığım sütü veremeyeceklerini söyledikleri için, sağıp dolaba koymanın, sonra ısıtmanın mümkün olmayacağını düşünüp sağmaktan vazgeçtim. Ali ve Serin uyuyorlardı. Ben de bir gece önce hiç uyumamıştım ama uyuyamıyordum. Öyle acı çekiyordum ki, yavrusu elinden alınmış çaresiz hayvanlar gibiydim. Çıkıp koridorda dolaştım, uzun uzun yürüdüm. Kucağımda, üstümde normal olmayan bir boşluk vardı. Şu an Merin kollarımda olmalıydı diye düşünüp içim içimi yiyordu. Acaba ne yapıyor, nasıl avutuyorlar diye düşünmeden duramıyordum çünkü yatırınca yatan, yalnız kalabilen bir bebek olmadığını hemen anlamıştım. Bir anne için, özellikle çocukların ihtiyaçları konusunda aşırı hassas benim gibi anneler için en büyük sınav sanırım bu. Bir süre sonra yattığımda uykuya dalmışım.
Sabah doktor geldiğinde uyandım. Merin’in çok daha iyi olduğunu, ciğerlerindeki suyu boşalttığını fakat böbrek fonksiyonlarının zayıf olduğunu, yeterince beslenemediğini, 3800 kg doğmasına rağmen bir günde 340 gr. kilo kaybettiğini, ayrıca enfeksiyon değerlerinin yükseldiğini söyledi. Bu durumda mama verebileceklerini söylediler. Ben ise içimden kesinlikle mama vermeyeceğimi düşünerek, sesli şekilde “Bakalım.” demekle yetindim. Daha önce de tüm görevlilere mama verilmesine karşı olduğumu söylemiştim. Ayrıca enfeksiyon için antibiyotik tedavisine başlayacaklarını, bizi başka bir servise alıp bir kaç gün kalmamızı sağlayacaklarını söylediler. Her şey kötü bir rüya gibiydi. Ne söyleyeceğimi bilmiyor, sessizce dinliyordum.
Ben süt sağmaya başladıktan sonra yeni bir hemşire gelip sağdığım süte, daha doğrusu kolostruma baktı ve çok az olduğunu, bir kerede 35-40 cc süt sağmam gerektiğini, sezeryandan sonra sütün ilk 72 saat gelmeyebileceğini söyledi. Dinledim ama dinlerken içimden giderek yükseldim. Serin de sezeryanla doğdu ve hiç süt sorunu yaşamadan ilk an emzirmiş, altı ay boyunca başka hiç bir ek besin vermemiştim. Derin vajinal yolla doğdu ve aynı şekilde süt sorunu yaşamadık. Doğumdan 24 saat sonra bir sağışta böyle bir miktar kolostrum çıkmayacağını, özellikle pompayla mümkün olmadığını biliyordum. Kızsam da sessizce dinliyordum. İyi ki sevgili emzirme eğitimi alıp bilgilerimi güncellemiş, bilmediğim çok önemli bilgiler öğrenmiştim. Tüm bu durumları, hastane çalışanlarının olabilecek yaklaşımlarını konuşmuştuk. Canımı sıkmamak için sessizce dinlemekle yetindim.
Merin’i görebileceğimi söylediler ve hemen yoğun bakıma koştum. Merin’i kucağıma aldım, emzirdim ama pek istekli değildi, toktu. Neden tok olduğunu sorduğumda mama verdiklerini söylediler. Olabilecek daha kötü olasılıkları düşünmek istemiyordum. Şu an benim için bu en kötüsüydü. Ağlamaya başladım. Her şey elimden alınmış, kontrolü tamamen kaybetmiş gibiydim. Yanımdaki hemşire sözde beni teselli etmek için “Neden ağlıyorsun? Ağlayacak bişey yok.” dedikçe anlaşılmamanın getirdiği öfkem büyüyordu. Onlara mama verilmesini istemediğimi, bunun için uygun şekilde iznimi almaları gerektiğini söylemiştim. Bebeğim yedi saattir bensizdi, yoğun bakımda, plastik bir kutunun içindeydi. O kadar saati nasıl geçirdiğini düşündükçe üzüntüm katlanıyordu. Gece nasıl yatıştırdıklarını sorduğumda, ten teması olmadan yatışmadığını, bu yüzden sürekli kucaklarına aldıklarını söylediler. Beni çağırabilirlerdi. Kucaklar, ihtiyacı olanı verirdim. Üzüntüm yine giderek artıyordu. Merin’in enfeksiyon değerleri yükseldiğinden, hastaneden bugün çıkamayacağımızı, bizi başka bir servise alacaklarını, bir kaç gün daha kalacağımızı ama Merin’in benimle aynı odada kalacağını söylediler. İstekleri üzerine odama döndüm. Yatağa oturup düşünmeye başladım. Düşündükçe her şey daha da yanlış geldi. Az önce yoğun bakımda hemşireyle konuşurken, ben her şeyin doğal, akışında, olması gerektiği gibi olmasını beklerken, her şeyin aksi yönde giderek yapay bir şekil aldığını, özellikle bunu üçüncü çocuğumda yaşıyor olmanın getirdiği üzüntüyü hissettiğimi söylediğimde bana artık hiç bir şeyin eskisi gibi doğal olmadığını, modern bir hayat yaşadığımızı ve bugün böyle olması gerektiğini söylediğinde yine hiç bir kelimesine katılmasam da sessizce dinlemiştim. Ayrıca Merin’in yerinde durmayan Özgür ruh olduğunu, kundaklayamadıklarını, ellerini kapatamadıklarını söylediler. Merin’in doğduğu ilk günden karşı çıkan, isyanlar hareketlerinden çok mutluydum. Fikirleri benim için hiç bir şey ifade etmeyen profesyonel anlamda da çok yanlış bulduğum bu insanların kişisel görüşlerini dinlemekten, alttan almaktan bıkıp usanmıştım. Artık üzüntümün öfkeye dönüştürdüklerini bastıramadım ve büyük bir hırsla koridora çıktım. Az önce 45 cc süt sağamadığımı söyleyen hemşire ve diğerleri sanırım yüzümün aldığı şekilden bir şeyin ters gideceğini anladılar ve bana gardını almış bir “Buyrun?” dediler. Onlara kendilerini dinlemekten yorulduğumu, artık bana oldukça yanlış bulduğum kişisel görüşlerini söylemelerini istemediğimi, istemediğim halde kızıma mama verilmiş olmasına çok öfkeli olduğumu, derhal yeni odamıza geçmek istediğimi ve kızımı hemen bana getirmelerini istediğimi, bir daha da iznim olmadan en ufak müdahalede bulunmalarına müsaade etmediğimi, görevi yeni doğum yapmış bir anneyi anlamak, yardımcı olmak, destek olup doğru yolda eşlik etmek olan bu insanların görevlerinden çok uzak olduklarını, hastanenin de söyledikleri gibi anne bebek dostu olmadığını söyledim. “Odalar boşalmadan yerinizi değiştiremeyiz.” gibi bir saçmalık daha söylediler. Umrumda olmadığını, hemen kızımı istediğimi söyledim. Odaya geri döndüğümde tir tir titriyordum. Ali uyuyordu ve büyük bir şokla uyandı. Olan biteni anlamamıştı. 5-10 dakika sonra biri gelip az önce müsait olmadığını söyledikleri odanın hazır olduğunu söylediler ve yerleşmemiz için biri bize eşlik etti. Bu insanlara inancımı kaybetmiştim.
Odamıza geldiğimizde Merin hemşirenin kucağında bizi bekliyordu. Odada bizi beklediğini bilseydim hemen, bildiğim son hızla gelirdim. Kızımı hiç bırakmamak üzere kucağıma aldım. Bana ihtiyacı vardı. Belki de geceyi benimle geçirememesi O’nu daha kötü etkilemişti. Koluna damar yolu açıp antibiyotik ve serum verdiler. Ayağına da nabız ölçer bağladılar. Bu şekilde iki kabloya bağlı halde iki gün geçirmek çok zor oldu ama buna da razıydım. Merin kollarımda huzurlu ve mutluydu, emziriyordum. Gerisi önemli değildi. Sık sık gelip ateşini, nefesini ölçüyorlardı. uyuyamıyordum. Hemşireler gece gündüz yarım saatte, saatte bir uyandırıyorlardı. Bir ara kilosunu da ölçtüler ve kilosu 3770 gr. çıktı. Doğduğunda 3800 gr’dı, ertesi sabah 3450 gr olduğunu söyleyip mama vermişlerdi, bir ertesi gün ise 3770 gr. olduğunu söylediler. Bunun nasıl mümkün olduğunu söylediğimde mümkün dediler. Yani emzirmeye başlayınca birden kilo mu almıştı? Tartıların karşılaştırılmasını istediğimi söyledim. Odama iki tartıyı da getirip tarttılar. Biri 3770, diğeri 3720 gibi bir rakam çıkardı. Aralarında büyük fark yoktu. Artık kime neyin hesabını soracağımı bilmiyordum, yorgundum. Çocuk doktoruna tüm rahatsızlığımı, beni üzen, yanlış bulduğum her şeyi anlattım. Daha fazla canımı sıkmak istemedim. Tek istediğim artık bu hastaneden çıkmaktı. Bazı hemşireler çok iyiydi. Mesela Serin’i kan almak için götürmeleri gerektiğinde gelen hemşire boks önlüğü istedi ve bebeklere temas etmediğini, böyle kucakladığını söylediğinde çok memnun oldum. Çünkü yenidoğan servisindeki upuzun yapay tırnaklı, ful makyajlı, parfüm ve sigara kokulu hemşirelerin Merin’e dokunmalarından, hatta gereksizce yanaklarına değdirmelerinden çok rahatsız olmuştum. Çocuklarıma özellikle bebekken dokunulmasına izin vermem. Bir hastanenin, özellikle adıyla Marmaris’te ün yapmış Ahu gibi bir hastanenin bu konularda genel bir disiplin politikası olsun isterdim. Üslupları da oldukça kötüydü. “Oğlum, lenn.” gibi söylemlerle Merin’i kontrole gelen hemşireler oldu. Gece gelen hemşirelerden biri Merin’le beni yan yana yatarken görünce “Bebek nefes alamaz, ölür.” deyince, “Felaket tellalı mısınız?” diye kızdım. Bir başkası “Bu bebek hep kucağınızda mı? Yatağına yatırın lütfen.” dediğinde “Şu an çoktan hastaneden çıkıp evime gitmiş olabilirdim ve siz ne yaptığıma müdahale edemeyecektiniz. Artık bunları duymak istemiyorum. Ben çocuklarımla böyle yatarım, bunu doğru buluyorum.” dedim. İlk gün herkesi alttan almışken, artık herkese cevabımı veriyordum. Herkesle mücadele ettiğimi hissediyordum.
Derin sadece bir gün ayrı kalacağımızı sanıp eve gitmişti. Üçüncü gece artık iyice kötüleşmiş, hatta başının ağrıdığını söylüyordu. Ali’nin eve gitmesini isterdim ama Serin benden ayrılmıyordu. Gece bile yatağımın yanında yatarken gözleri doluyor, benim yatağıma gelip, bana sarılamadığı için O üzülüyor, ben üzülüyordum. Bir an önce hastaneden çıkmak istiyorduk. İkinci gün enfeksiyonun henüz 5’e düşmediğini, bu arada sarılığının arttığını, 10 civarında olduğunu, ışık tedavisine başlayacaklarını söylediler. Enfeksiyon tedavisi için hastanede bir gün daha kalırdım ama sarılık değeri bana ışık tedavisi gerektirecek kadar yüksek gelmedi ve tedaviyi kabul etmediğimi, bekleyeceğimi söyledim. Bana şaka yapıyorlardı sanki. Neden her durum için hemen aceleci bir tedaviye yönlendirdiklerini anlamıyordum. Merin yeterince sıvı alırsa, sık sık emzirirsem sarılığının geçeceğinden emindim. Serin’de de, Derin’de de böyle olmuştu. Her gün bana yeni bir felaketmiş gibi haber getirmelerinden usanmıştım. Kesinlikle sezgilerime güvenip insiyatif kullanmanın en doğrusu olduğuna karar verdim.
Ertesi gün doktor güzel haberlerle geldi. Merin’in enfeksiyon değerleri büyük hızla, beklemedikleri şekilde düşmüştü. Genelde enfeksiyon tedavisinin bir hafta sürdüğünü söylediler. Bence bunun kesinlikle sürekli kucağımda olmasıyla, anne sütü almasıyla, sevgiyle sarmalanmasıyla büyük ilgisi vardı.
Sonunda bizi taburcu ettiler. Derin’i arayıp eve geliyor olduğumuzu söyledik. Sonunda rahatlamış, o kasvetli odadan, insanlardan uzaklaşmıştık. Çıkarken beni tekerlekli sandalyeye oturtup arabaya kadar götüren hademe bile çıkarken memelerimin fazla açık olduğunu düşünerek elbisemin önünü kapattı. Bu ne cüret! Yazarken bile hala şaşkınlık yaşıyorum. Hastanede yalnızım, karışanım yok diye düşünmeyin. Doğum yaptığınızda tüm hastane personeli müdahaleci, pek bilmiş anne ve kaynana rolüne bürünüveriyorlar. Benim gibi müdahaleyi sevmeyen biri için bu kadarı çok fazlaydı. Üç gün boyunca büyük mücadele verdiğimi ama sonunda zafer kazandığımı hissediyordum. Tüm bu süreç kör kuyu gibiydi. Bir adım attıktan sonra dönüş yok gibi. Her müdahale başka bir müdahaleyi gerektiriyor. Sanki hastaneler paket programlarla sömürücü bir sistem haline gelmiş. İyileştirmenin yanında verdikleri zarar azımsanmayacak kadar büyük. Müdahalesiz normal doğum yapmak istersiniz, doktorunuz kendi korkularını size aşılayıp doğumu suni sancıyla başlatır. Bu arada hemşireler gelip çok canınızın yanacağını söyler ve sizi epidural ağrı kesici almaya ikna eder. Ağrı kesici ve açlık yüzünden yeterince ıkınamayınca vakum, forseps kullanacaklarını söyleyip kesi yaparlar. Sonra siz normal doğum yaptığınızı sanırsınız. İkinci hamileliğinizde hpv riski nedeniyle yine sizi korkutup sezaryene yönlendirirler. Doğuma 10 gün kala başka bir doktor normal doğuma engel olmadığını söyler ama iş işten geçmiştir. İçinize kurt düşmüştür bir kere. Risk almamak için sezaryen doğum yaparsınız. Üçüncü doğumda hiç bir doktor sezeryan sonrası vajinal doğumu desteklemez. Ayrıca plasentanız aşağıdadır ve doktorlara göre risk taşıyordur. Belki de önceki sezaryen yüzünden bir de bu plasenta sorunu çıkmıştır. Yine istemeye istemeye sezaryen olursunuz. İlk iki çocuğunuzda sorun yaşamazken üçüncü çocuğunuzun solunum sorunu olduğunu, enfeksiyon değerlerinin yükseldiğini söylerler. Bence tüm bu sorunların oluşmasında doğal olmayan tüm müdahaleler büyük rol oynuyor. Derin ve Serin’i neredeyse antibiyotiksiz büyütmeme rağmen, Merin’in hayata antibiyotikle başlamasına çok üzgünüm. Ben müdahale etmeseydim Merin’e muhtemelen daha çok mama verecekler, benden uzak tutacaklar, ışık tedavisine başlayıp, bizi daha fazla hastanede tutacaklardı. Bir kez daha anlıyorum ki kendi eğitimimizden biz sorumluyuz. Kendine uzman diyen, bizi sevdiğini, iyiliğimizi istediğini söyleyen kimseye körü körüne güvenmemeli, çoğu konuya, özellikle çocuklarla ilgili konulara hakim olmalı ve kendi kararımı vermeliyiz. Keşke demiyorum, olması gerekenleri yaşadık. Almamız gereken dersler aldık. Ama hüzünlüyüm, hayal kırıklığı içindeyim. Sevgili Onur Eylül Kara’nın dediği gibi, bir yerde, bir toplumda ne kadar çok hastane varsa o kadar çok hasta vardır ve bu da işlerin ters gittiğini gösterir.
Hepsi geçti. Merin bugün 23 günlük oldu ve çok sağlıklı. Beni az olduğuna ikna etmeye çalıştıkları anne sütüyle hiç kilo kaybetmeden bugüne kadar 1200 gr. aldı. Uzun zamandır evimizdeyiz. Mutluyuz. Bebekli hayat kolay değil tabi, yeni hayatımıza alışmaya çalışıyoruz. Onu görünce içimiz titriyor, harika hissediyoruz. Varlığı her şeye değer. Bugün çok güzel, daha da güzel olacak.


Yorumlar