Haksızlık
- sesinakmaz
- 29 Eyl 2024
- 8 dakikada okunur
27 Eylül Cuma
Yazmaya ara verdiğimde dönmekte zorlanıyorum. Ancak önce zaman bulamadığımdan, sonra ise motive olamadığımdan yazamadım.
Geçen hafta sonu Ekincik’te otelimize davet ettiğimiz okulsuz hayatı tercih eden arkadaşlarımızla buluştuk. Sohbet etmekten yorulduğumuz, keyifli, pek mutlu bir gün geçirdik. Çocuklar çılgınca eğlendiler. Biz yetişkinler de uzun sürede bu kadar eğlenmediğimizi fark ettik.
Arkadaşlarımla ve çocuklarla güzel zaman geçirmeme rağmen, yaşadığım hayal kırıklıklarını bir türlü göz ardı edemiyorum. Öncelikle, beraberce geçireceğimiz tek güzel gece, çocukları uyutup büyük zahmetlerle bir masada toplandık. İki genç çift, nedenini bilmediğim bir sebepten masamıza oturmuş. Gençlerden tanıdığım tek kişi, büyüdüğüne tanık olduğumuz, köyden yakın bir arkadaşımızın oğlu. Sevgilisi olan kız çok sarhoş olmuş, konuşmakta zorlanıyor. Bir süre gözlemledikten sonra, görmezden gelmenin en doğrusu olduğuna karar verip arkadaşlarımla sohbetin tadını çıkarmaya çalıştım. Sarhoş olan kız bir ara masadan kalkıp geri döndü ve hışımla konuşmaya başladı; “Ben masadan kalkarken buradaydı! Şimdi yok! Kesin biriniz aldınız. O clipper bu masadan birinde! Çıkarın bakalım, hanginizde?” gibi şeyler söyleyip masaya vurdu. Şaka yapıyor sandım, kulaklarıma inanamadım. Clipper dediği şey plastik, ucuz bir çakmakmış. Masada suçladığı insanlar biziz; çocukları olan, üç aileyiz. Çok kızdım ve bir o kadar da tedirgin oldum. Hem kendi yapabileceklerimden, hem Ali’den korktum. Tüm vücudum titredi, bunun hiç olmamış olmasını diledim ama artık çok geçti. Kız ısrarla hala çakmağını bizim çaldığımızı ima ediyordu. Ali, tahmin ettiğim gibi susmayıp “Diyor ya, olacaksa okumuş orospu olsun diye… oğlum kalk götür şu kızı masadan. Bizi madara etti .” gibi bir şey söyledi. Ali bu cümleyi kurunca, olay daha kötü bir yere gidecek diye daha da endişelendim. Ama kız sadece “Öyle mi?!” demekle yetindi. Bu sırada erkek arkadaşı olan genç çocuk, kıza fısıltıyla “Kızım Ali abinin masasında böyle konuşamazsın! Ne çakmağı!” gibi şeyler söylemiş. Bence Ali’nin değil, kimsenin masasında, kimseye böyle konuşmamalı. Sonunda çakmağı çantasında buldu. Bir arkadaşımız kızdan özür dilemesini istedi. Olayın böyle uzamasından çok rahatsız oldum. Aslında çok kızgın olsam da “Hepimiz ebeveyniz arkadaşlar. Çocuklarımız var. Bunlar da genç. Hata yapabiliyorlar. Çocuklarımıza gösterdiğimiz anlayışı gösterebiliriz.” gibi bişey söyledim. Olan bitenden dolayı endişeli olan bizim genç “Yengelerin kralısın!” benzeri bir cümleyle beni övmeye çalıştı. Oysa ki ben sadece bir an önce konuyu kapatıp kendilerinden uzaklaşmak istiyordum. Böyle bir olayın yakınımda yaşanmasından, gençlerin gençliklerine sığınıp hatalarını küçük görmelerinden, hatta umursamaz hallerinden çok utandım. Keyfim kaçtı. Merin uyanınca uyutmaya gittim ama dönecek gücü bulamadım. Ertesi gün Ali “O an aklıma gelmedi. Keşke ‘Buna 5000 verin bu karıyı boşasın.’ deseydim.” dedi. Bu replikler Yılmaz Güney’in çok eski ve en güzel filmlerinden bir sahneye ait. Filmde verilmek istenen mesajı düşününce ne kadar yerinde bir tespit olduğunu yaşayarak bir kez daha anladım. Bir insan ne kadar iyi niyetli olursa olsun eğer cahilse, bu insanla ilişki içine giriyorsam, mutlaka rahatsız ediliyorum. Özellikle gençlerin cahil ve hadsiz olmalarına çok üzülüyorum. Çocuklarım da benim gibi bu dünyada çoğunlukla yapayalnız hissedecekler. Bilmemenin verdiği aptal mutluluktansa, farkında oldukları sebebiyle acı çekmelerini tercih ederim.
Diğer hayal kırıklığını okulsuz hayata dair inandıklarıma aykırı deneyimler yaşayınca hissettim. Çocuklarımın diğer okulsuz arkadaşlarıyla buluşmalarını oldukça önemsiyorum. Ortak ilgi alanları, ortak dertleri, ortak deneyimleri olur ve paylaşırlar diye umuyorum. Ama öyle olmadı. Çocuklarımızı bambaşka bir yolda yetiştirdiğimizi düşünüyordum ama baktım ki hiç etik kuralları olamayan oyunlar oynadılar, küfürler havada uçuştu, birlikte geçirecekleri tek gece Mario filmini izlemeyi uygun gördüler. Sürekli “Müdahalesiz” çocuk yetiştirmeyi konuşurken defalarca çocukları uyandığımızı fark ettim. Çünkü uyarmasak kim bilir ne aşırılıklar yapacaklardı. Aramızda, okulsuz hayata dair çocukların ihtiyaçlarını, paylaşmak istediklerini öğrenmek üzere bir toplantı yaptık. Çocuklara sorduğumuzda bize yeterince şekerli gıda yiyemediklerinden, konsol oyunu oynamak istediklerinden, arkadaşlarıyla yeterince görüşemediklerinden bahsettiler. Çocuklar haftada bir online olarak bağlanıp seçtikleri bir filmi izleyerek üzerine konuşmayı teklif ettiler. Ben de haftada bir görüşebileceklerini ama her hafta bir film izlemenin bizim için çok fazla olduğunu söyledim. Derin’in gözleri doldu, üzüldü. Anladım ki haftada bir film daha izlemek, arkadaşıyla görüşmekten de önemli. Sonuçta çocuklara “Neye ihtiyacınız var?” diye sorduğumuzda özetle abur cubur, film, bilgisayar oyunu gibi cevaplar aldık. Büyük hayal kırıklığı yaşadım. Bunu arkadaşlarımla paylaştığımda bana ana akımın çok kuvvetli olduğunu, çocukların bundan büyük ölçüde etkilendiğini, ayrıca birbirlerinden de etkilendiklerini söylediler. Okulsuz hayatı seçtiğini söyleyen diğer aileleri bilemem ama ben bu hayatı devam ettirebilmek için çok fazla çaba harcıyorum. Her gün fiziken, ruhen, zihnen kendimi sürekli zorluyor, var olan kapasitemi genişletmeye uğraşarak çok daha fazlasını yapmaya çalışıyorum. Bunu yaparken çok fazla kendimden ödün veriyor, fedakarlık yapıyorum. Tembellik etmek, keyif yapmak isteyen tarafımı durmadan terbiye ediyorum. Bu hayatı sürdürebilmek adına bir çok şeyden vazgeçmişken, temel ihtiyaçlarımı bile ertelerken ve çoğu zaman karşılayamazken, çocuklara ihtiyaçları sorulduğundan verdikleri cevaplar karşısında yıkıldım. Beklentiler mutsuzluğumuzun sebebi diyoruz ya, büyük beklentilerimin kurbanı oldum. Çocuklarımın arkadaşlarıyla görüşmelerini, birbirlerinden olumlu etkileneceklerini düşünerek önemserken, onaylamadığım davranışlarına bahane olarak arkadaşlarından etkilendiklerini söylemeleri, arkadaş konusundaki düşüncelerimi desteklemiş oldu. Çocuklarınıza Tutunun kitabında tüm bunlardan bahsedildiğini hatırladım. Çocuklarımın küfür etmesinden, yanlış davranışlarından genelde Ali’yi suçlarım. Haksızlık ettiğimi anladım.
Son zamanlarda büyük kuvvetle farkında olduğum bir gerçek var. Eğer kendimiz için, ailemiz için, çocuklarımız için kendimize ait bir dünya inşa etmezsek baskın olarak tanımladığımız, popüler kültür, ana akım dediğimiz dünya bizi öyle ya da böyle içine çekiyor. Etrafta bu kadar dikkat çalan unsur varken, artık çocuklarımı yönlendirmekten çekinmiyorum. (Yazıyı burada sonlandırdım.)
28 Eylül Cumartesi
Oldukça yoğun bir gün geçirdim. Geçen bir hafta hayal kırıklıklarıyla dolu, hala kendime gelemiyorum.
Çocukların düzeni bu hafta tamamen bozuldu. Ekincik’e gitmek için yaptığımız hazırlık, orada geçirdiğimiz zaman, ardından yorgunluk, evde biriken işler nedeniyle çocuklarla ilgilenmekte zorlandığım anlar… okullu ya da okulsuz fark etmez, çocukların sağlam bir düzene ihtiyacı var. Öğrenme tekrarla oluyor. Hayatın içinde öğreniliyor ama eğer o şey belirli aralıklarla tekrarlanmıyorsa, hayata geçirilmiyorsa unutulup gidiyor. Çocukların müzik aletleriyle ilişkileri azalınca sadece bir haftada becerileri geriledi. Ben de tembelliğe kaydım. Eve gelir gelmez Çünkü Yaşamak Öğrenmektir adlı, okulsuz büyüyen çocukların hayatlarını anlatan kitabı elime aldım. Özellikle iki gün Merin’in bakımı ve çocukların temel ihtiyaçlarını karşılayıp, arda kalan tüm zamanda kitap okudum. Okumak ne kolay gerçekten. Yazmak ise büyük çaba gerektiriyor. Başka bişey düşünmeden kitap okumayı çok sevdim ama içimde beni rahatsız eden huzursuzluk peşimi bırakmadı. Oturdukça işler birikti. Böyle olmasından nefret ediyorum. Evde düzeni sağlamak için bir gün bile ara vermeden çalışmam gerekiyor.
Bugün uyanınca çocuklardan Merin’le oynamalarını istedim. Çamaşır yığınını katladım. Islakları serdim. Çocukların odasını temizledim. Derin’den, aşağıdan hortumu alıp odanın camına kadar getirmesini istedim. Camları yıkadım. Sonbahar geldi, çocukların alerjileri artmaya başladı. En azından evdeki ortamı tozdan arındırmaya çalışıyorum. Dışarı çıkınca yine toza, polene bulanıyorlar. Eve gelince burunlarını yıkayıp duşa girmelerini sağlıyorum.
Aşağı inince çocuklar kahvaltı hazırladım. Derin matematik, İngilizce çalıştı. Benim okumasını istediğim kitabından bir bölüm okudu. Serin’le biraz yazma pratiği yaptık. Kalem tutuşunu düzeltmesini sağlamaya çalıştım. Müdahalesiz çocuk büyütmek dediğimiz şeyin tam bir yalan olduğunu düşünüyorum. En azından kendime dürüst olmaya çalışıyorum. Harflerinin çizgilerini aşağıdan yukarıya yapıyor, bunu değiştirmeye çalışıyorum. Büz Serin’le okuma ya da yazma çalışmasak da mutlaka yazılar yazıyor, eline bir kitap alıp resimlerini dakikalarca okuyor. Dışarıdan izleyen biri okuduğuna yemin edebilir. Müdahale etmesem de bu işi ciddiye alıyor. En azından harf yazılışlarını doğru öğrensin istiyorum.
Derin’in matematik çalışmalarını kontrol ettim.
Merin’le uykusundan önce zaman geçirdim. Günün kalan kısmını çoğunlukla mutfakta geçirdim. Merin uyanınca yesin diye yemek hazırladım. Ekşi mayaları besledim. Mutfağı temizledim. Serin’in çok severek bitirdiği lahana turşusundan bir daha yaptım. Kombuchaları süzüp yeni çaylarını hazırladım. Ekşiyen yoğurdu ısıtıp lor peyniri yapmak üzere süzülmeye bıraktım. Merin’le yemek yiyip, her yeri yemek olduğu için banyo yaptırdım. Serin’in orgunun kablosu arızalanmış. Ali’den yapmasını istedim ama olmadı. Çarşıya gidip kablo arama görevinin bana kaldığını anlayınca çocuklarla çarşıya gittim. Manava da uğradım. Gelince ikinci uykusuna yatan Merin’i yatağına bırakıp, oturup soluklanmadan akşam yemeğini hazırlamaya başladım. Bu ara kombu çaylarını hazırlayıp demlemeye devam ettim. Ali arazide çalışıyordu. Eve gelip duş aldı. Merin’le ilgilendi. Havanın kararmakta olduğunu gördüm. Merin hava kararmadan biraz çıkıp hava alsın istiyordum. Dışarıda oynayan Derin ve Serin’i duydukça gitmek için daha da hevesleniyordu. Ama mutfakta hala çok işim vardı. Ali’den çıkarmasını istedim. Hiç beklemediğim sürpriz bir şekilde Ali, Merin’i bahçeye gezdirmeye çıkardı. Ardından eve gelip bir düğüne gitmek üzere hazırlandı. Sanırım iyilik halinin sebebi düğüne gidecek olmasıymış.
Ali gidince çocuklarla masa hazırlayıp yemek yedik. Bitince topladım, mutfağı temizledim. Çocukların duşa girmelerini, dişlerini fırçalamalarını sağladım. Ardından Merin’le ben duşa girdim. Mutfaktaki son işlerimi hallederken çocuklar biraz oyun oynadılar. Yatma saati gelmişti bile. Yatağa gidip kitap okuduktan sonra uyudular. Saat 22:00’de şimdi ne yapacağımı düşünür halde buldum kendimi. Kitap okumak ya da bişey izlemek cazip gelse de yazmaya karar verdim. Tembellik etmek istemedim. Sanki tüm gün, her gün, ara vermek nedir bilmeden çalışmıyormuşum gibi tembellikten bahsetmek oldukça ironik.
Tüm bunları dün yaşadıklarımızı anlatmak için yazdım. Dün Muğla’ya gidip çocuklara bir iPad aldık. Aslında ikisine de birer tane almak istiyordum ama Ali kabul etmedi. Teknoloji marketten alışveriş yapabilmek için önce kendisini ikna etmem gerekiyordu, yapmadım. Bir sürü insanın içinde neden iki tane iPad almamız gerektiğini tartışmak istemedim. Çocuklar her şey için benim telefonumu kullanıyorlar. Serin online piyano dersi alıyor. Gelen videoları çalışırken telefonuma baktığı için videosunu çekip öğretmenine göndermiyorum. Kameramla çekip, videoları bilgisayara aktarıp, dönüştürüp, tekrar telefona aktarıp göndermem gerekiyor. Zamanım o kadar az ki, bunun yerine her gün yarım saat kitap okuyabilsem çok daha fazla kitap bitirebilirim. Telefonumu, Derin’in iletişim için kullandığı eski bir telefonla eşleştirip kamera haline getiriyorum ve uyurken Merin’i izliyorum. Böyle olunca mesela mutfağı toplarken ya da yemek yaparken sesli kitap ya da podcast dinleyemiyorum. Çocuklar İngilizce pratiği yapmak için uygulamaları kullanamıyorlar. Serin Lego yapmak için bile kılavuz uygulamasını kullandığından benim telefonuma ihtiyaç duyuyor. Bu durumdan, yapmak istediklerimden vazgeçmekten, telefonumu kullanmak isterken çocuklara vermekten öyle sıkıldım ki, ikisine de birer iPad almaya karar verdim. Ayrıca kitapları sesli okuyup video çekerek Serin’in benim yapamadığım zamanlarda videoları izleyerek kitapları okumasını istiyorum. Tüm bunlardan habersiz, telefonunu asla biriyle paylaşmayan, telefonuna yapışık yaşayan, sürekli bir şeyler izleyen ya da dinleyen Ali, çocuklara ayrı ayrı iPad alınmasını gereksiz buldu. Benim böyle anlarda tek hissettiğim haksızlığa uğramış olmak. Mağdur edildiğimden başka bir şey düşünemiyorum.
Bugünümün nasıl geçtiğini özellikle yazdım. Günlerim hep böyle geçiyor. Sırayla ya da aynı anda üç çocuğumla aktif bir şekilde ilgilenirken aynı zamanda evi temizliyor, yemek yapıyorum. Öyle yoruluyorum ki, bazen ben bile bunca şeyi nasıl yapabildiğime şaşıyorum. Ali ise para kazandığı gerekçesiyle sadece dilediği zaman evde bulunuyor. Çok nadir yemek yapıp, koltukta elinde telefonuyla uzanıyor. İşi olduğu gerekçesiyle günlerce ortada görünmeyebiliyor, içmekten hasta olup yataklara düşüyor. Kendimi yapayalnız hissediyorum. En azından rahat yaşıyoruz, Ali bizim ihtiyaçlarımız için, bize konforlu bir hayat sunabilmek için çalışıyor diyorum. Sonra ihtiyaç olduğunu gördüğümüz, eğitim için kullanacağımız teknolojik aleti istediğimde “Gerek yok!” diyebiliyor. İşte o zaman beni ne kadar takdir ettiğini söylerse söylesin, bedava çalışan bir köle olduğumu hissediyorum. Bundan sonra alacağım hiç bir şey için kendisinin fikrini almamaya karar verip yoluma bakıyorum. Haftaya ikinci iPad’i aldığımda sadece bilgisi olacak. Bu kadar. Ali’yi anlamaya çalışmaktan çok sıkıldım. Haksızlık hissinden bir türlü kurtulamıyorum.
Bana dün “Çocukların ekrandan uzak olmalarını isterken ikisine de birer tablet mi alacaksın?” dedi. Geçen sene Nintendo almaya karar verdiğimizde ikiletmeden sipariş etmişti. Senelerdir evde televizyon olmaması için Ali’yle tartışıyor, mücadele veriyorum. Hala her gün çocuklara oldukça uygunsuz bulduğum reels videolarını izletmesin diye kontrol etmek zorunda kalıyorum. Ekranlar konusunda bu kadar duyarsız davranırken bana bu cümleyle karşılık vermesini sinir bozucu buluyorum. Tabletleri hayatımızı kolaylaştırmak, bilgiye erişimi sağlayıp, zamandan kazanabilmek için istiyorum. Çocukların diledikleri gibi tarayıcıda gezinmeleri, tabletin çocuklara bakıcılık etmesi söz konusu asla değil.
Ayrıca iki tabletin fiyatı, çalıştırdırdığımız bir elemanın maaşı bile değil. Bir kaç ay önce yaz başında hem evde, hem bahçede çalışan iki elemanımızı işten çıkardım. Her işimi kendim yaptığım bir düzene geçtim. Ayrıca günlük hesap tutuyor, eskiden yaptığım tüm gereksiz harcamaları hayatımdan çıkarıyorum. Bir çok alanda olduğu gibi para konusunda da tamamen kendi irademle radikal kararlar aldım.
Dönüp dolaşıp “Ne gerek var?” cümlesine çarpıyorum. Duvara çarpmış gibi hissediyorum.
Kadın olmak, ev kadını olmak, anne olmak, okulsuz olmak, desteksiz olmak, anlaşılmamak, aşağılanmak… iyi şeyler çıkmayacak ağzımdan. Yorgunum. Bugünlük bu kadar.
Comentários