Bazen sadece bir gün içinde bu kadar çok şey düşünüp yazdığıma şaşıyorum.
- sesinakmaz
- 4 Eki 2024
- 10 dakikada okunur
2 Ekim 2024 Çarşamba
Merin’le neşeyle uyanıp çocukları uyandırmadan aşağı indim. Dün yazmayıp erken uyuduğum için dinlenmiş kalktım.
Dün gece film gününde çocuklar tekrar Ters Yüz 2 filmini izlemek istediler. Sinemada gösterime girince ailece, Merin’i de alıp gitmiştik. Şansımızı denedik ama olmadı. 20 dakika kadar sonra Merin sıkılınca çıkmış, izleyememiştim. Bu akşam izlemek için heyecanlıydım ama Merin defalarca uyandı. Üçüncü kez tekrar uyutmaya gittiğimde tekrar aşağı inip filme devam edecek isteğim yoktu. Yatakta kalıp uyumuşum. Ali de evde değildi. Çocuklar film bitince dişlerini fırçalayıp yatağa gelmiş, kitaplarını okurken uyumuşlar. Hayal meyal hatırlıyorum.
Önce Derin uyanıp yanıma geldi. Filmi anlatmaya başladı. “Anne yine izleyemedin, üzülüyorum. Serin kalkınca izleyelim mi tekrar?” dedi. Duraksayıp tamam dedim. Aslında bir soruya cevap vermek için duraksıyorsam “Hayır.” deme kararı almıştım. Kararsızken kabul ettiğimde sıklıkla pişman oluyorum. Serin uyanınca filmi başlattılar. Merin ilgi bekliyor. Defalarca kalkıp yürüme, yemek yeme, yere döktüklerini temizleme, ellerini yıkama gibi işlerini halletmek için kalkmak durumunda kaldım. Filmi benim için tekrar izleyeceklerdi ama benim izleyemediğimi fark etmediler bile. “Çocuklar kapatın lütfen, izleyemiyorum. Sizin de tekrar izlemenize gerek yok.” dedim. Ekranlar çocukları, beni bu denli etkilediğinden, haz odaklı yaşamı desteklediğinden, zamanı gizlice çaldığından, giderek daha da tepkili hissediyorum.
Serin ve Merin bu sabah saatlerce oyun oynadılar. Ben de böylece mutfağı topladım. Merin’le göz göze gelmediğimiz sürece beni uzun süre istemiyor, aklına gelmiyor ya da meşgul olduğumu görüyor. Bilemiyorum. Ama gözlerine baktığım, izlediğim an bana doğru gelip kucağıma almamı istiyor. Özellikle bir işi bitirmeye çalışırken bakmamaya çalışıyorum. Ama öyle tatlı ki, sürekli neler yaptığını izlemek, sevmek istiyorum.
Serin’e “Merin’le oynamak zevkli mi?” diye sordum. “Evet anne, çok zevkli. Bu kadar eğlendiğimize şaşırıyorum.” dedi. Derin de “Merin’le oynamaya bayılıyorum. Kendine göre bir oyun oynama şekli var. Fikirleri, kararları var. Onunla baş başa zaman geçirmek, oynamak çok güzel.” dedi. Bunu çok sevdiklerini görebiliyorum. Serin bana Merin’le yaptıkları resmi gösterdi. Merin’in çok şanslı olduğunu düşünüyorum.
Derin çalıştığı matematik sayfalarını, doğru olup olmadığını kontrol etmem için getirdi. Cevapları bulmak için tüm işlemleri ben de yapıyorum. Böylece Derin’i anlamaya çalışıyor, kendi becerilerimi de geliştirmiş oluyorum. Bazen işlemi yanlış yapabiliyorum. Hangimizin doğru yaptığını beraber bulmaya çalışıyoruz. Bugün bir sorunun yanıtını sadece bakarak bile bulabilecekken, bir sürü işlem yaptığını fark ettim. Kısa yol yerine neden böyle yaptığını sordum. “Anne bu soruları matematik öğrenmek için yapıyorum. Daha az işlem yapmanın bana şu an yararı yok. Amacım daha çok yaparak çalışmak.” dediğinde çok şaşırdım. Çalıştığı kitapların arkasında cevap anahtarı olsa bile bakmadığını da fark ediyorum. Bu soruları yapmasının nedeni bir sınavı geçmek, yüksek not almak, değerlendirmeye girmek değil. Çok iyi bir nedeni var; öğrenmek! Günlük matematik işlemlerde zorlandığını görünce çalışması için yönlendiren ben olsam da, kendi nedenine sahip. Okula giderken zorlanınca bir kısayolunu arar, kopya çekmeye çalışırken, ortada bir kontrol unsuru, değerlendirme olmayınca işini hakkıyla yapmaya çalışıyor olması, bunun kendisi için faydalı olduğunu düşünmesi bu yolun sunduğu muhteşem güzellikler.
Derin küpünü alıp “Anne size küp dersi vereyim mi? Senin bize yaptığın gibi ben de sizin küp öğretmeniniz olayım.” dedi. Kendimi hiç öğretmen gibi görmediğimden bu sözüne şaşırdım. “Size öğretmenlik mi yapıyorum, öğretmeye mi çalışıyorum?” dedim. “Aslında yapmıyorsun. Sen de bizimle öğreniyorsun. Başka bir isim bulmalıyım… yol gösterici. Evet buldum! Sen yol göstericisin! Ben de size küpü anlatmak istiyorum. Öğrenmek için çok çabaladım, çok çalıştım. Eğer bana eşlik eden bir bilen olsaydı daha kolay öğrenirdim. Siz şanslısınız. Benden kolayca öğreneceksiniz. Anne emin ol sen öğrenirsin. Senin öğrenemeyeceğin hiç bir şey yok.” dedi. Beni övmesi güzeldi. İşini biliyor. Bence herkes bişeyler öğrenebilir. Önemli olan istek ve harekete geçebilmek. Yetenek de olmalı tabi ama istek ve çabayı daha kıymetli buluyorum. İnsanlar harekete geçemedikleri için fırsatları kaçırıyorlar. Küp dersi fikri çok hoşuma gitti. Derin bana hemen bir kaç teknik göstermek isteyince oturup Merin’i emzirirken, Derin’i izleyip dinledim. Bu iş bana hiç kolay gelmedi. Kaş hafızasına öyle yerleşmiş ki, 40 saniyede karmakarışık bir küpü çözüyor. Her geçen gün süreyi kısaltıyor. Zevkli bir iş olduğunu düşünüyorum.
Bugün bateri dersi var. Derin her hafta hocasıyla muhabbetlerinden, konuştukları konulardan bahsediyor. Anladığım kadarıyla çokça sohbet ediyorlar. Derin okuduğu klasiklerden bahsetmiş. “Aslında annem okumamı istedi. Bana kalsa okumazdım.” demiş. Hocası “Okuyacaksın tabi! İstemesen de okuman gerek. Benim filmle, televizyonla aram yoktur. Okurum. O klasikleri çok okudum. Unuttuğum için bir kaç senede bir tekrar okurum.” demiş. Satrançtan konuşmuşlar. Derin satranç sevmediğini söylemiş. Hocası “Ne demek satranç sevmem? Sevmesen de oynayacaksın. Seversin zamanla.” deyince Derin aynı fikirde olmadığını dile getirmiş. “Anne satranç bana keyif vermiyor. O kadar düşünmek istemiyorum, eğlenmiyorum. Eğlenmem gerek. Küpü yaparken çok eğleniyorum.” dedi. Derin’in hocasını anlıyorum, takdir ettiğim çok yanı var. Çocukları azar azar yönlendirsem de istemedikleri bir şeyi yapmalarını sağlayamam. Hele “İstemesen de yapacaksın!” diyerek hiç yapamam. Başka yollar bulabilirim, buluyorum da. Öğrenim sürecini tamamen çocukların kontrolüne bırakmanın ya da bırakmaya çalışmanın en zor tarafı bu. Çocuklar çevreden çok fazla etkileniyorlar. Çevreyi iyi düzenlemek ve öğrenme ortamını sürekli canlı tutmak, sevdikleri, hoşlarına giden şeyleri kovalamak, çocukların ilgi alanlarına da onlarla ilgi göstermek, çocuğu iyi tanımak gerekiyor. Her ne kadar istemeden okumaya başladığını söylese de Jules Verne kitaplarını sevdiğini biliyorum. Bugün bana “Anne dinle bak…” deyip kitaptan uzunca bir bölümü keyifle okudu. Jules Verne kitaplarını her gün çocuklara sarılarak, öperek, koklayarak, kitaptan seslendirme yaparak, yorumlarını dinleyerek okudum. Zorlasaydım olmazdı ama keyifli hale getirdiğimiz için bağ kurdular. Bazen çocukları zorlamak ve önlerine yapmaları gerektiğini düşündüğümüz şeyi koymak en kolayı gibi geliyor ama işe yarama olasılığı çok düşük. Çokça emek, çaba gerek. Hocasının bu söyledikleri hoşuna gitmese de aslında arkadaş gibiler. Sohbetlerini kıymetli buluyorum. Bugün davulcu olmanın çok sıkı çalışma gerektirdiğinden bahsetmiş. Evinin kapısına her gittiğimizde çalıyor olduğunu duyuyor, yaptığı harika müziği dinliyoruz. Söylediklerinden çok yaptıklarıyla örnek olduğunu düşünüyorum.
Derin çok sevdiğimiz okaliptüs ağacına gitmek istedi. Traktörle bizi götürdü. “Nasıl bunlardan güzel olabilir ki? Nasıl…” diye düşündüm.
Eve gelince Merin’i uyuttum. Çocuklarla felsefe üzerine okumalar yaptık. Dün Derin’le uzun süre haklı olmak, adalet, doğru ve yanlış üzerine sohbet ettik. Ödevler ve Haklar kitabını okuduk. Haklılık kavramı düşündükçe saçma geldi. Mutlak bir haklılıktan söz etmek anlamsız. Herkes durumun değişkenliğine göre kendine göre haklı olabiliyor. Yalan üzerine konuştuğumuzda Derin “Anne kim yalan söylemem diyorsa yalan söylüyordur. Yalan söylemeden hayatta kalamazsın, yaşayamazsın. Ne saçma şeyler bunlar…” gibi sözler söylemişti. Hırsızlık üzerine konuşunca “Soyulursam haklıyım, dolandırırsam da haklıyım. Banane, akıllı olsun.” deyince açlığın artık Derin’in başına vurduğunu anladım ve yemek hazırladık. Açken insan doğru düşünemeyebiliyor sanırım. Sonra düşündüm ve Derin’in yanlış bulduğum fikirlerini bir sürü yasal kurumun uyguladığını hatırladım. Mesela şu an etrafta bolca reklamını gördüğüm kodland diye bir platform var. Parayı öderken, eğer fikrimiz değişir, beğenmezsek 15 gün para iadesi yapabileceklerini söylüyorlar. Ama ilk dersi özellikle bu 15 günün ardına koyuyorlar. Böylece ilk derse kadar bekleyip hizmeti beğenmeseniz de para iadesi alamıyorsunuz. Başıma geldiğinde üstü kapalı, gayet nazik ve yasal şekilde kandırıldığımı hissettim. Onlara değil kendime kızdım. Aklım var, kullanmalıydım. Yine de benim vicdanım ve ahlak anlayışım böyle manipülatif bir platform içinde olmayı doğru bulmuyor.
Derin bateri dersindeyken Serin’le alışverişe çıktık. Kullandığımız tamamen doğal, katı şampuan bitmiş. Online sipariş vereceğiz ama bu süre içinde saçımızı yıkamak için bir b planımız olmalı. Bulabildiğimiz en masum şampuanı almaya çalıştık. Kozmetik ve market ürünleri kullanmıyor olmak bazen hayatımızı zorlaştırabiliyor. Şampuanların kokularına tek tek bakıp en kokusuzunu aradık. Serin makyaj ürünlerine bakmak istedi. Çok beğendi, hatta almak istediğine eminim. Kullanmasam da ben bile hoş görünüşlerini seviyorum. Alma isteği uyandırıyor. Kullanmasını istemesem de sırf hevesi olduğunu bildiğimden bir kaç sene önce 20’li, kocaman bir far paleti, pudra, makyaj fırçaları aldım. Yılbaşında güzel genç kızlar olan kuzenlerimin kocaman makyaj çantalarını görünce Serin büyülenmiş, çok özenmiş. Benim üç parçadan oluşan makyaj malzemelerimi kullanıyordu. Geçtiğimiz doğum gününde temiz içerikli ve hayli pahalı makyaj malzemeleri alıp peluş bir makyaj çantasıyla hediye ettim. Çoğunu hemen kaybettiği için yaptığım şeyin çok gereksiz olduğunu anladım. Hepsini bırakıp hem kendim hem Serin için doğal yağlardan üretilen, hem ruj, hem allık olarak kullanılan ürünlerden aldım. Derin ergenlikle beraber gelen, terleyince oluşan yeni kokulara karşı marketteki deodorantlara özeniyor. Konuştuk, içeriği inceledik, kokusuna baktık ve almamaya karar verdik. Alıp denemesine gerek yok çünkü eğer bunu sıkarsa hepimiz alerjik olduğumuzdan aynı evi bile paylaşamayız. Doğal içerikli roll on ürünlere bakıp bunları denemeye karar verdik. Anneliğim boyunca çoğu kez çocuklarımın birilerinde görüp heves ettikleri şeyleri elimden geldiği kadarıyla almaya, sağlamaya çalıştığım oldu. Şimdi bunun ne gereksiz olduğunu anlıyorum. Serin’in hiç makyaj malzemesi olmasa, Derin’in hiç Nintendosu olmasa da olurdu. Bazı şeyleri bilmek için yaşamama gerek yokmuş. Etraftan etkileneceğime daha kararlı olmalıydım. Özellikle oyalanmaları için ekranla onaylamadığım türden ilişki kurmalarına izin verdiğim günlere çok üzülüyorum. Yazarken tüm bunlar bir gün içinde nasıl düşünülür, bu kadar çok şey nasıl yaşanır diyorum ama yaşanıyor. Çocuklarla her gün, her an yan yana olup yaşamak günde yüzlerce karar vermeyi gerektiriyor. En zorlandığım şey bu. Bunca zaman bu kadar esnek olmaktansa kendi bildiğimi daha çok yapabilmeyi isterdim. Çocuklar mutlaka çevreden etkileniyorlar. Ne yaptığından emin olmadığım biri yerine, kötü taraflarımı da alacak olmalarına rağmen benden etkilenmelerini tercih ederim. Geçen gün Fatih Altaylı’nın kızıyla ilgili bir röportajına denk geldim. Ali her gün izlediği için merak ettim. “Kızım’la ilişkim harika. En mutlu olduğum şey kızımın bizim defolarımızın hiçbirini almamış olması.” dedi. Bu açıklamaları gerçekçi bulmuyorum. Belki de çocuklarıyla 7/24 vakit geçirmedikleri için farkında değiller. Anne ve babamın en berbat taraflarını almamış olabilirim ama bir sürü kötü yönlerini barındırıyorum. Fatih Altaylı’ya “Kızını evlenince, hele bir de anne olunca gör.” demek geldi içimden.
Serin’le makyaj malzemelerine bakıp alamayacağımızı konuştuktan sonra etrafta gezinirken bana “Burada kamera var mı acaba? Biri burdan bişey alsa görebilirler mi?” diye sordu. Yaşadığım şaşkınlığı ve utancı anlatmakta zorlanıyorum. Makyaj malzemesini almadığım için çalmayı aklından geçirdiğini düşündüm ve bunu biri duyacak diye endişelendim. Yanımızda burada çalışan bir görevli olsa ve duysa ne düşünür diye telaşlandım. Serin’e kameralar olduğunu söyledim. O da bana yine de hırsızların çalıp yakalanmayabildiklerini söyledi. Ben de yakalanmasalar da büyük vicdani rahatsızlık duyacaklarını söyledim. “Yooo bence hiç öyle değiller.” dedi. Oralı olmamaya çalışsam da konu nereye varacak diye içim içimi yiyordu. Bişey çalmayı mı düşünüyor diye korkuyordum. Aldıklarımızı ödeyip çıktıktan sonra anlatmaya devam etti. Meğer çok sevdikleri Köpek Adam kitabında Petey adındaki hırsızlık ve türlü kötülükler yapan karakterden bahsediyormuş. “Ah Sesin, Serin bişey söylüyor ve sen onu yalın olarak dinleyemiyor, aralara kendi kuruntularını serpiştiriyorsun.” dedim.
Markete girince İzmir’in geçmişini anlatan harika bir arkeoloji dergisi buldum. Öğrenmenin yarattığı bağlantıları, eskiden gözümün görmediği, ilgimi çekmeyen şeyleri birden nasıl da fark etmeye başladığımı görmekten heyecan duydum. Çocuklardan sonra, büyüdüğüm şehir İzmir’i bile yeniden, bambaşka yönleriyle keşfedeceğim. Çocuklarla öğreniyor olmaya minnettarım. Serin ve Merin’le kahvecide zaman geçirip arabaya oturur oturmaz Serin dergiyi açıp incelemeye başladı.
Ali arayıp alınması gereken bir kargosu olduğunu söyleyince kargo şirketine gittim. Hemen arkamdan giyiminden köyden olduğu anlaşılan bir kadın içeri girdi. Bankoda önüme geçti. Sıramı almak istediği yetmezmiş gibi bir de Merin’i sevmeye başladı. Dokunmadı ama öyle çok ve yüksek sesle konuştu ki çok rahatsız oldum. Yan bankodan biri “Sıradakine ben yardımcı olayım.” dedi. Kadın hemen oraya koşup kargosunu istedi. Benim önümde durduğum bankodaki genç çocuk “Sırada bu bebekli hanımefendi vardı. Lütfen bu bayanla ilgilenir misin?” dedi. Aslında çok kızmıştım ama bu insanlarla muhatap olmamak için susmayı tercih edecektim. Yalnız olsam mutlaka bişey derdim. Merin kucağımdayken berbat bir ruh haline bürünüp tartışmak istemiyorum. Bekleyen insanların kendi aralarında tartışmalarını önlemek için kurumun durumu idare etmesi en uygun çözüm. İlgililerin sırayı gözetmelerine çok memnun oldum ve takdir ettiğimi belirttim. Kadının bu pişkinliğine şaşırmakla yetindim. Böyle insanları ne zaman dışarı çıksam görüyorum ama hala alışamadım. Hem bebeğimi sevecek, hem de beni mağdur edecek. İnanılır gibi değil.
Eve gelince çocuklar babalarıyla sohbet edip oyunlar oynadılar, ben ise kitabıma gömüldüm. Ali ne okuduğumu sorunca okulsuz ailelerin hikayelerini okuduğumu söyledim. “Var mı yetişkin olup meslek sahibi olan?” dedi. “Henüz o kısma gelmedim.” dedim. Sonra sohbete başladık. “Geçen gün biri bana okula göndermezsek ne olacağını sordu. Ne olacağını ben de bilmediğim için bişey diyemedim.” dedi. Soruyu soran kişinin çocuğu okula gidiyormuş. “Peki sen sordun mu? Gelecekte çocuğunun ne yapacağını biliyor muymuş?” dedim. “O an aklıma gelmedi. Keşke sorsaydım.” dedi. Ali “Bence ne olacağını benim kadar sen de bilmiyorsun. Ama konuya çok hakimsin. Çocuklarımıza rehberlik etmek için çok çabaladığını görüyorum. Bu yüzden sana çok güveniyorum. Çocukların öğreniyor olduklarını görüyorum. O kadar rahatım ki… çocuklar konusunda üzerimden büyük bir yük almış oluyorsun.” dedi. “Evet ben de ne olacağını bilmiyorum. Ama bildiğim şey çocukların okulda zaman kaybettikleri. Evinde kitap okumayan, bilmem kaç yüzyıllık eğitim sistemini sorgusuz takip eden, dizi izleyip pasta börek günleri düzenleyen öğretmenler benim çocuklarıma ne öğretebilir ki? Üniversitelerde de durum farklı değil. Farklı bir düşünüş tarzına sahip olmak, meraklarının peşinden gidip çok okumak, araştırmak, kendi ilgi alanlarına zaman ayırmak, seyahat etmek, gerçekten öğrenebilmek için okuldan uzak durmalı, oyun oynayabilmeli ve aynı zamanda çok çalışmalılar. Binlerce şey sayarım ama temel düzeyde düşünsek bile okuldan uzak durmak için sebep ararken çok uğraşmaya gerek yok. Bence okulun, okumayan, savruk, düzensiz aileleri ve çocuklarını düzene sokabilme gibi iyi bir özelliği var. Bazı çocuklar için kurtarıcı olabiliyor. Büyük bir iç disiplin içinde yaşadığımdan planlı olabilmek için bir dış güce ihtiyaç duymuyorum. Böyle konuşup tekrar düşününce okulların bu denli verimsiz öğrenme ortamları almasına üzülüyorum.” dedim.
Çok daha fazla kitap okuyan bir çocuk ve genç olmak isterdim. Annem gençken çok okurmuş. Nietzscheche Ağladığında, Martı Jonathan gibi kitapları annemin kitaplığında buldum ama annemi okurken gördüğümü pek hatırlamıyorum. Babam’ın da kitap okuduğunu sanmıyorum. Annem The Fountainhead adlı kitabı okumamı söylemiş, hatta zorla okumamı sağlamıştı. İyi ki yapmış. Bu kitabı her sene ya da iki sene de bir tekrar tekrar okudum. Hayatımın kitabı haline geldi. Geçmişe dair en büyük özlemim daha çok okumuş olmaktı. Yurtdışına giderken tartmadıkları kabin valizimi kitaplarla doldururdum. Ama yetmedi. İlber Ortaylı kitabında, temel okumaların 12-25 yaşları arasında yapılması gerektiğinden bahsediyor. Yurtdışında okurken, her gün öje sürdüğümü gören arkadaşlarım buna nasıl vakit bulduğumu sorarlardı. Uyumadan önce silip yenilerini sürdüğümü söylerdim. Onların bunun yerine kitap okumayı tercih ettiklerini öğrendim. Gençliğimdeki kocaman okuma eksiğini şimdi tamamlamaya çalışıyorum. Oysa bambaşka seviyede okumalara geçebilirdim. Daha ben Kuran’ı okumamışken, Avrupadaki arkadaşlarımın kuran okuduklarını gördüm. Oraya Erasmus programıyla gelen arkadaşlarım ve ben o bardan bu bara gidip eğlenirken, yurda gelip dizi, film izlerken onlar tamamen merak ettikleri için okuyorlardı. Bizden çok daha fazla içki içip parti yapıyor, eğleniyorlardı ama aynı zamanda okumaya ve öğrenmeye bizden daha çok vakit ayırıyorlardı. Türkler böyle, Çekler şöyle diye genelleme yapamam. O dönem benim çevremdeki insanlar, şartlar böyleydi. Şanslıydım. Kendi tecrübelerimden yola çıkarak çocuklarımın okumasını sağlamak için türlü taklalar atıyorum. Ali “Sen bile eksik hissediyorsan, ben beter haldeyim. Suç ve Ceza’dan okumaya başladım. Çok ağır geldi.” dedi. Derin hemen kitaplıktan Hayvan Çiftliği kitabının çizgi roman versiyonunu getirip Ali’ye verdi. “Baba bence bundan başlayabilirsin. Seveceğine eminim.” dedi. Derin bunu okudu mu bilmiyorum ama ben orijinal metni okurken çok ilgilendi. Her gün okuduğum yerleri anlatmamı istedi. Derin böyledir, kendi okuduğum kitapları benden dinlemek, öğrenmek ister. Napolyon ve Snowball’u unutmamış mesela. Çok şaşırdım. Okumak, okuyan anne olmak bana yetmiyor. Okuduğum kadar da sohbet etmek, paylaşmak, okuduklarımız üzerine konuşmak için zaman ayırmamız gerekiyor.
Merin sıkıldığı için dışarı çıkardım. Ali ve çocuklar evde kaldılar. Ne zaman dışarı çıksam çocuklar arkamdan gelir, gezer dolaşırız. Gelmediler. Ali’yle sohbete devam ettiklerini düşündüm. Ali’nin masalları, oyunları meşhurdur. Eve girdiğimde çocuklara kısa videolar izlettiğini görünce öfkeden deliye döndüm. “Daha az önce neler konuştuk? Beni ilgilendiğim konularla oyalayıp, ben odadan çıkınca çocuklara video mu izletiyorsun?” dedim. Ali sessiz kalıp umursamazca telefonuna gömülünce diyecek bişey kalmadı. Karşı taraf susunca kavga da edemiyor insan. Hatta üzülüyor kızdığına. Yine de kızgınım. Senelerdir Ali’yle ekran mücadelesi veriyorum. Derdimi anlatmak için defalarca yaptığım açıklamalar yetmiyor, sesimi duyurmak için haykırmam gerekiyor. Çabalarım için beni takdir edip ilk fırsatta çocuklarla vakit geçirmek için kolay yolu seçiyor olmasına dayanamıyorum.
O kadar uzun oldu ve yoruldum ki, gerisini yazacak gücü bulamıyorum. Küçük krizler yaşansa da gün çok güzel bitti.





Yorumlar