3 Temmuz 2024 Çarşamba
- sesinakmaz
- 4 Tem 2024
- 8 dakikada okunur
Çocuklar tahmin ettiğim gibi erkenden kalkamadılar. Kalkıp Merin’in çişini yaptırdım. Çamaşır yığınını katlayıp yenilerini astım. Bu arada Merin’in ıkındığını fark edince kakasının geldiğini anlayıp tekrar tuvalete koştum. Hem çiş hem kaka yakalamış olmak tuvalet iletişiminin harika gittiğine işaret ederek beni sevindiriyor.
İşim oldukça uzun sürdüğünden Merin sıkıldı. Artık sona gelmiştim. Aşağı inip kahve yaptım. Çocuklar uyandı. Serin Oburcuk Uyku Canavarı kitabıyla aşağı inip okumamı istedi. Merin kitap okumamdan hiç memnun olmayınca dışarıda okumayı önerdim. Bahçede devam ettik. Bitince çocuklar tavuklara ve tavşanlara bakmaya gittiler.
Biraz sonra bağırarak koştuklarında tavşanların kafesten kaçtıklarını anladım. Yakalama umuduyla koştum ama çok geçti. Hepsi çoktan çalılıklara dağılmıştı. Serin’e “Kapıyı açık mı bıraktın? Görmedin mi?” dedim. Serin “Bilmiyorum anne. Hiç fark etmedim.” dedi. Nasıl dikkat etmezsin diye söyleniyordum. Sonra anladım ki kapıdan değil, açtıkları delikten çıkmışlar. Hiç araştırmadan üstü kapalı Serin’i suçladım. Ortada bir sorun varsa mutlaka suçlu bulunup bir güzel suçlanmalı, utandırılmalı. Böyle öğrenmişiz. Tavşanlardan birini yakınlarda bulduk. Derin’e “Yakala!” dedim ama kaçırdı. Derin’e yakalayamadığı için “Derin göz göre göre kaçırıyorsun! Yakalamak için çaba sarf etmiyorsun bile.” dedim. Derin hayvanlara istemedikleri bişey yapma konusunda, özellikle yakalamada çok kötüdür. Yakalamaz, yakalayamaz. Buna neden bu kadar kızdığımı düşündüm. Derin’in bu naifliği, tuttuğunu koparmaması, can yakmamak için fazla dikkatli olması böyle zamanlarda canımı sıkıyor. “Dayak yersen bir de ben döverim.” denen bir ailede büyüdüm. Sanırım yirmili yaşlarıma gelmeden hemen önce, bir gün dayım trafikte biriyle kavga etmişti. Korkuyla izlemiştim. Babam olayı duyduğunda “Neden adama vurup dayına yardım etmedin?” diye kızmıştı. Babamın bu sözleri bende bir şok daha yaratmıştı. Sanırım bu algı benliğime yerleşmiş. Ben de hiç kavga etmeyen, edemeyen, öyle tuttuğunu koparamayan bir çocuktum. Bugünkü gözü karalığımdan çocukluğumda eser yoktu. Derin’in tutması gereken tavuğu ya da tavşanı tutamadığında, köpeğe söz geçiremediğinde içimde bir tatminsizlik, memnuniyetsizlik hissi yükseliyor. Halbuki asla “Sana vurana sen de vur.” diyen bir aile olmadık. Derin’in de öyle bir çocuk olmadığına çok memnunum. Serin ise hiç kaçırmaz. Gerektiğinde güç kullanmaktan, can yakmaktan, yapacağını yapmaktan geri kalmaz. Derin, Serin’in bu özelliklerini imrenerek izler. Serin’e imrenmesi bizim hatamız olabilir. Aslında ikisinin karakterinin de muhteşem güçlü yanları var. İkisi de doğru, yanlış yok. Sorun çocukların davranışlarının bende uyandırdığı rahatsızlık hissi. Şu an kriz anındayız ama ben sürekli kendime göre yanlış bir şey söylüyor ve ardından pişman oluyorum. Serin soğukkanlılıkla tavşanlardan birini yakaladı ve kümese kapattık. Öyle yoruldum ve rahatsız oldum ki, tavşanları boşverip eve gideceğimi söyledim. Beni en çok yoran strese giren Sesin oluyor. Strese giren Sesin’in davranışlarını beğenmiyorum.
Eve girince mutfağı toplamaya başladım ama Merin çok uykusu geldiği için huysuzlanarak bağırmaya başladı. Uyutmaya çalıştım, uyumadı. Tekrar mutfağa gitmeye çalışmak da işe yaramadı. Tavşan yakalama sürecinden öyle olumsuz etkilenmiş ve yorulmuştum ki, “Merin yeter ama artık! Uyumalısın!” dedim. Bana şaşırarak baktıktan sonra dudak bükerek ağlamaya başladı. Merin’e asla böyle yapmadığım için çocuklar bana tedirginlikle baktılar. Merin’e sarıldım, biraz oynayıp kafasını dağıttım. Ardından uyudu.
Serin bana çilek bardakları hazırlamış. Notlar yazarak bardaklara bağlamış. Bazen her gün oturup kitaptan okuma yazma çalışmadığımızı fark ediyorum. Ama Serin mutlaka böyle şeyler yaparak pratik yapmış oluyor. Yazdıklarını, yazmak istediklerini okuduk. Afiyetle ve mutlulukla hazırladığı çilekleri yedim.
Ali uyandığında Merin de uyandı. Bugün Rabia’yla haberleştiğimizi, belirlediğimiz gün Sarıgerme’de buluşacağımızı söyledim. Derin “Neden Sarıgerme?” diye sordu. Ben de iki aileye de uyaracak bir yer seçmeye çalıştığımı söyledim. Ali ise “Oğlum annen çocukken hep Sarıgerme’ye gidermiş. Alışkanlıkları var. Demek ki oraya gitmeye ihtiyacı var.” gibi birşey dediğinde çok sinirlendim. Çocukluğum çoğunlukla Sarıgerme’de geçti, doğru. Ama böyle bir alışkanlığım yok. Evlendiğimizden, 12 seneden beri sadece bir kere, orayı da görsünler diye çocukları götürüp gezdirdim. Ali’nin “Annenizin bir yere gitmeye ihtiyacı var.” gibi bir cümle kurmasından çok rahatsız oluyorum. Kendimi gezenti biri gibi hissediyorum. Gezenti olmak kötü değil ama sanki Ali bunu aşağılayarak, küçük görerek söylüyor. “İşine bakmak yerine gezmekten geri kalmayacak.” kalıbıyla bağdaştırıyorum. “Çocuklar arkadaşlarıyla görüşemediği için çözüm arıyorum. Sarıgerme’ye, Merin’le araba kullanarak gitmek benim için çok zor olacak ama çocuklar için yapıyorum. Rabia’yı özledim ama ben O’nu başka türlü de görebilirim. Mesela sen Fatih’le konuşup çocukları beraber denize götürmeyi teklif etsen? Böylece ben Rabia’yla sadece yanıma Merin’i alarak, denize gitmek zorunda kalmadan sakince görüşebilirim. Bir yerleri gezme ihtiyacı içinde değilim. Böylesi benim için daha iyi. Bir yere gideceğimde bunu kendim için yaptığımı ima etmenden hoşlanmıyorum. Çünkü zorlanıyorum. Yapmak istemediğim halde çoğu şeyi çocuklar için yapıyorum. Biraz da sen yaparsan yüküm hafifler.” dedim. “Karışma o zaman. Ben Fatih’i arar, müsaitlerse haftasonu için plan yaparım. Sen Rabia’yla istediğin yerde görüş.” dedi. O planı yapmayacağını, yapamayacağını biliyorum. Zaten geçen Cumartesi-Pazar’ı çocuklara ayırması yeterince zor oldu. Bir haftasonu daha kaldıramaz. Belki de ben yanılıyorum. Ama artık plan yaptım. Değiştirmeyeceğim.
Gezenti olmanın bende olumsuz bir karşılığı var. Bilinçli, kültürel ya da iş gezileri değil de sorumluluklardan kaçmak için bir yerlere gitmeyi erteleme davranışına benzetiyorum. Çocukken bunu yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Yetişkin hayatında da yapılacak bir sürü iş varken “Aman boşver. Çık bir kafa dağıt. Moralini düzelt. Sonra yaparsın.” fikrinin bana iyi gelmediğini görüyorum. Çünkü kaçmaya çalıştığım iş orada hala beni bekliyor. Bitirirsem asıl rahatlamayı bu sağlayacak. Oysa kafamda yapılacaklar listesiyle eğlenmeye çalışmak huzursuzluğumu besliyor. Hayatta başarılı olduğum dönemlere şöyle bir baktığımda, bu dönemlerin eğlenceyi, keyfi, hazzı ertelediğim, sabırla işime devam ettiğim dönemler olduğunu fark ediyorum. Okul dönemlerinde eğer bir sınav varsa, haftasonu arkadaşlarımla çıkmayıp ders çalıştıysam başarılı olmuşumdur. Üniversiteye hazırlanırken iki sene boyunca çalışmayıp, aylaklık için bahaneler aradım. Üniversiteyi kazandığım sene ise, bir yere gidilecek, biriyle buluşulacak olsa bile önce ders çalıştım. Hava ısındı, bahar geldi, festivaller başladı, etrafımdaki herkes tadını çıkarıyordu. Özellikle bu dönemde bırakmayıp daha çok çalıştım. Malum, bu sınavları geçmenin mantığı, çok fazla soru kalıbı ve cevaplarını ezberlemek, başka yolu yok. Bu sayede kazandım. Üniversite hayatım yurt ve okul arasında geçti, çok çalıştım. Türkiye’deki okul hayatım boyunca bir gece dışında eğlence hayatı için dışarı çıkmadım, o gece çıktığıma da pişman oldum. Ankara’da yaşamak hoşuma gitmiyordu. Okulu bir an önce bitirmek istiyordum. Yurt dışına gitmek için sınavlara disiplinle hazırlandım ve gitmeye hak kazandım. Yurtdışına gittiğimde, Türk arkadaşlarım gezerken çoğunlukla okulda olup çalışmayı tercih ettim. Hem çok çalıştım, hem de oldukça renkli bir eğlence hayatım vardı. Oradaki arkadaşlarımın çalışmayı da eğlenmeyi de çok iyi biliyor olduklarını görmek bana iyi yönde örnek oldu. Ben de gezdim ama turist olarak değil, bir amaç için seyahat ettim. Fransa/Paris, Polonya/Varşova ve Krakov, Çekya/Prag, Macaristan/Budapeşte gibi ülkelerin şehirlerinde sergilere katıldım, üniversitelerine workshop çalışmaları için gittim. Tüm bu programlara katılabilecek az sayıda insan vardı ve hepsi okulun kendi öğrencileriydi. Çok çalışarak katılmaya değer bulundum. Gayretim sayesinde master programına girme şansım doğdu. Türkiye’deki okulumu bitirme tezimi yazarken, yurt dışındaki okulun Master Programına giriş portfolyomu hazırladım. Okulu bitirmek için döndüğümde Ankara’da yalnızdım. Arada bir, bir kaç yakın arkadaşımla görüşmek dışında her sabah erkenden kalkıp çalışıyor, spor salonuna gidiyor, gerektiğinde de okula gidiyordum. Yine yurtdışında bir yaz staj programı sınavına girip onu da kazandım. Bu sınavlar sayesinde yurtdışında aylık ödemeler aldım, masraflarımın bir kısmı ulusal ajans tarafından karşılandı. Türkiye’deki okulumu ilk üçe girerek bitirdim. Sadece beş kişinin kabul edileceği master programına ilk sırada girdim. O günlerde okulda başarılı olmayı her şeyin üstünde tutuyordum. Bugünkü başarı kriterlerim okulsuzluk bağlamında değişse de, az gezip çok çalışmak her zaman işime yaradı.
Maddi yetersizliklerim giderek arttı. Ailemden ihtiyacım olan maddi desteği alamıyordum. Master programımı dondurup Türkiye’ye döndüğümde iş bulup çalışmaya başlamıştım. Ali’yle bu sırada tanışıp evlendik. Ali’yle evlendiğimizde hala okuyordum. Derin dünyaya geldiğinde hem annelik, hem okulu bitirme baskısı çok fazla geldi. Yeni anne olmanın tüm zorluklarını yaşadım. Okulu bitirmem için iki sene üst üste Çekya’ya gitmek zorunda kaldık. Sonunda başardım ama Ali’yle evliliğimizin ilk yıllarında çok fazla sorun yaşadık. Evlenmeyi, anne olmayı pek hayal etmemiştim ama aklımdaki kesinlikle bu değildi. Bambaşka bir evlilik ve sorumluluk paylaşımı düşünmüştüm. O günlere, o günkü aklıma, gençliğime dönmeyi asla istemem. Çok çalışsam da henüz çok aptalmışım. Derin doğduktan sonra Ali’ye, bir bebeğin ihtiyacı olan düzeni sağlamanın önemini, bunu tek başıma sağlamaya çalışırken tükendiğimi bir türlü anlatamadım. O günlerde Ali anlamayacak kadar gençmiş, bense anlatamayacak kadar öfkeliymişim. Ali’nin yüklerini görmezden gelip hep kendi yüklerimin varlığını vurgulamışım. Hep kurban, hep mağdur olduğumu düşünmüşüm. Ailemin ve çevremin de desteğiyle kendimi hep haklı görmüşüm. Ama değilmişim, hiç haklı değilmişim. Ali de büyük sıkıntılar içindeymiş ve nefes almaya çalışıyormuş.
Anne olduktan sonra Derin’in bakımını da aynı çalışma disipliniyle sürdürdüm. Annelikte de başarının kendi zevklerini erteleyerek çocuğun ritmine ayak uydurmak, ihtiyacı olan rutinleri sağlamak olduğunu gördüm. Yazın kumsaldaki kafemizde partiler yapılır, ailem, arkadaşlarım, Ali eğlenirken, eve gelip Derin’i mutlaka 8’de uyutan bendim. Böyle yazınca mağdur edilmişim gibi görünüyor ama değil. Derin’le sakin bir zaman geçirip, banyosunu yaptırıp, oynayıp, uykuya geçmesini sağlamak isteyen bendim ve tek başıma da olsa bunu sağlayan da bendim. Derin’i o kalabalığın, gürültünün içinde de uyutabilirdim ama istemedim. Çocuklarımın ihtiyacı olanı görüp bunu sağlamanın karşılığını, mutlu, huzurlu, girdiğim ortamlarda hayatımı kolaylaştıran, büyüdükçe benim ihtiyaçlarımı fark edip karşılamaya çalışan çocuklarla büyük bir ödül olarak aldım, hala alıyorum. Buna kesinlikle değdi. Bugün gezmek, yurt dışına gitmek için eskiye göre çok fazla imkanım var. Ama Merin çok küçük ve düzeni bozulduğunda mutsuz olduğunu görüyorum. Evde sorunsuz uyurken, İzmir’de kaldığımız tek gecede uyanıp uzun süre ağladı. Şu an Merin’in ihtiyacı olan istikrar ve düzeni sağlamak adına evde kalmayı tercih ediyorum. İlerde bunun da mükâfatını fazlasıyla alacağıma eminim.
Bir yere gitme konusunda ihtiyaçlarımdan bahsettiğinde Ali’ye neden bu kadar kızdığımı anlamaya çalışıyorum. Benim de zaman zaman tembellik yapma isteğim olsa da, hayalini kurduğum, olmasını istediğim hayatı düşünerek feda ettiklerim var. Hepsi benim tercihim ama bunu fark etsin, takdir etsin istiyorum. Sanki içten içe bir yere gitmeyeyim, fazla dolaşmayayım, evde olup işime gücüme bakayım, çocuklarla ilgileneyim istiyor. Bunu zaten yapıyorum ama Ali’nin talep ettiğini hissettiğimde aksini yapmak istiyorum. Buralara hep bakmam, içeriyi görmem gerek.
Tartışmamızdan sonra Ali mutfağa gidip “Kim menemen yemek istiyor?” diye sordu. “Çocuklar yiyecekmiş.” dedim. “Sen yemiyor musun?” deyince, yiyeceğimi söyledim. Suratım asık mutfağa gittiğimde “Sen menemen mi yiyeceksin? Sana menemen mi yapayım?” gibi sözlerle şirinlik yaptı. Sarıldım. O’nu çok seviyorum. Kavga ettikten sonra güzel dediğimiz anlar gerçek anlamda daha güzel görünüyor. Kötü olmadan iyinin kıymeti yok.
Ali kahvaltı hazırlarken çocuklar dün izlemeye söz verdiğim Young Sheldon bölümlerini izlemeye başladılar. Diziyi Ali de çok seviyor. Çocuklara babalarının yemek hazırlarken oturup bişeyler izlemelerini doğru ve adil bulmadığımı söyledim. Yemeğe katkıda bulunmalılar. İzlenecekse hep beraber yemeği hazırladıktan, masaya hep beraber oturduktan sonra izlenmeli. Ben de yazı yazmayı bırakıp, mutfağı toplamaya gittim. Aslında oturmaya en çok hakkı olan benim ama biri çalışırken oturamıyorum. Çocuklar yemek hazırlamaya katkıda bulunduktan sonra hep beraber oturduk. Eskiden, özellikle Derin küçükken Ali evdeyse televizyon mutlaka sürekli açık olurdu. Şu an bir saat açık olmasına katlanamıyorum. Bugün, o günleri hatırlattı. Güzeldi. O günlerde kaygılardan uzak, en azından bugünkü kaygılardan uzak, sade bir hayatımız vardı. Güldük, eğlendik. Ailece güzel vakit geçirdik.
Yemek bitince herkes oturup dizi izlerken kalkıp Merin’i yıkadım. Kalkmışken birikmesin diye sofrayı ve bulaşıkları da toplayıp makineye yerleştirdim. Daha az önce biri çalışırken oturmanın yanlış geldiğini söylemiştim. Dizinin bitmesini ve toplamalarını bekleyebilirdim. Sözde Ali yemekle ilgilenirken oturup yazı yazacaktım. Yine en çok çalışan ben oldum. Kızıyorum kendime. Huzursuzluğumdan bir türlü kurtulamıyorum.
Ali dinlenmem için çocukları alıp havuza ya da denize gitmeyi önerdi. Klimalar bile fayda etmiyor. Sıcaktan öyle bunaldım ki, denize beraber girmeyi önerdim. Çocuklar çok mutlu oldu. Hemen hazırlanıp çıktık.
Merin yolda uyuyunca, vardığımızda arabada uyanmasını uzun süre bekledim. Bu sessiz, yalnız kaldığım anları seviyorum. Ali çocuklarla bizim kumsal kafeye, deniz kenarına gitti. Merin uyanınca ben de katıldım. Tekneye geçtik, bir kaç tanıdığımızla etraftaki koylarda gezdik. Çocuklar yüzüp eğlendiler. Dönüşte çocukları denize salıp iple çektik. Serin de kısa bir süre denedi ama korktuğu için tekneye döndü. Derin uzun süre keyfini çıkardı. Merin teknede, denizin üstünde olmayı çok sevdi. Çoğunlukla babasının kucağında etrafı seyredip büyük keyifle oynadı, zıpladı. Merin’in teknede olmayı bu denli sevmesine şaşırdık ve memnun olduk.
Merin’i emzirmek için örtü kullandım. İnsan içinde emzirmeyeli uzun zaman olmuş. Merin örtüyü istemeyip atınca rahat emzirebilmek için teknenin ön tarafına geçtim. Arkamdan Ali de geldi. İyi olup olmadığımı sordu. Oturduğum yerde minder olmadığını fark edip minder getirdi, benimle oturdu. Sanırım Ali tarafından bu tür bir ilgiyi sık sık alamadığımdan yaptığında çok hoşuma gidiyor. O an dünyanın en mutlu insanı olabileceğimi düşündüm.
Tekneden inince kafeden ayrılmak için hazırlandık. Derin arabayı şarjdan çıkardı, şarj aleti ve uzatma kablolarını topladı. Tüm çantaları da arabaya taşımış. Arabaya eli boş gidiyor olmak oldukça tuhaf hissetmeme neden oldu. Çocuklar büyüdükçe böyle sürprizler yapacaklar sanırım.
Yemek yemeğe Circles’a, bizim bungalov otele gittik. Biz Ali’yle günlük çıkan tabldot menüyü yerken, çocuklar kendilerine özel sipariş verdiler. Ali çocukların tabağını görünce, aşçımıza yükselerek neden bize de isteyip istemediğimizi sormadığını anlatmaya çalıştı. Çok gerildim. “Ali lütfen. Ağzımızın tadıyla bir yemek yemeğe geldik. Bir sorunun varsa çözmek için daha uygun bir yol bul.” gibi bişey söyledim. Ama sinirlenerek söyledim. Aslında Ali’yi anlıyorum. Çoğu konuda hak versem de artık çalışanlarla yaşadığımız gerginlikler sebebiyle, işletmelerimize gitmek keyfimi kaçırıyor. Bir süre modumuz düştü ama toparladık. Ali bunca işin sağlayıcısı, yol göstereni, sorun çözeni olarak insanların kendisini tanımasını ve buna göre davranmasını, en azından gittiğinde hak ettiğini düşündüğü ilgiyi almayı istiyor. Girdiğimiz her iş için çok fazla bedel ödedik, ödüyoruz. Keyfini sürmek istiyor ama olmuyor işte. İş sahibi olmanın maddi getirisi olsa da en keyifsiz, herkesten çok çalışma gerektiren, yükleriyle insanı boğan, yoran bir durum. Anlıyorum ama sorunlarımızı daha medeni bir tarzda çözmek istiyorum.
Sıklıkla gördüğümüz insanlarla ayak üstü sohbet ettik, güzel denebilecek bir kaç saat geçirdik. Geç kalmadan eve doğru yola çıktık. Döndüğümüzde herkes kendini yorgunlukla yatağına attı ve gün böylece sona erdi.
Kommentare