Ali’nin hayatına konuk oldum
- sesinakmaz
- 17 Ağu 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Ağu 2024
12Ağustos 2024 Pazartesi devamı…
Derse gitme konusunda anlatmayı unuttuklarımı hatırladım. Ali ve çocuklar evden sık sık olduğu gibi geç çıktılar. Ben ihmal ettim. Çocukları uyarıp çıkacakları zamandan haberdar etmeliydim. Herkes yapmayı sevdiği işe öyle gömülmüştü ki unuttuk. Evden geç çıkıp, bir de Ali’nin önemli bir işi için belediyeye gitmişler. Avukat, belediye başkan yardımcıları gibi bir çok insan Ali’yi bir imza için bekliyormuş. Hemen imza atıp çıkmış ama yine de zaman almış. Öğretmenleri çocukların gelip gelmediğini sormak için mesaj attığında, hala gitmediklerini öğrenince çok mahçup oldum. Bir saatlik dersin yarım saati geçmişti bile. Mesela saat 17:00’de gerçekleşecek derse 17:30’da gidip, 18:30’a kadar ders talep etmek bana adil gelmiyor. Kimseye bunu teklif etmiyorum. Gecikmeli de olsa dersin saatini doldurabileceklerini ancak öğretmenlerin kendileri söylerlerse kabul ediyorum. İstemekte iyi değilimdir. İnsanların zamanını haksızca aldığımızı düşünüyorum. Terapiste giderken bile çoğunlukla geç kalıyoruz. Terapistimiz durumu o kadar iyi anlıyor ki, geç kaldığımızda “Sesin Hanım geç kaldığınız için gerildiniz mi? Ali Bey’e nasıl yansıttınız? Tartıştınız mı?” gibi sorular soruyor. Terapistimize göre önemli olan zamandan çok kişinin elinden gelenin ne olduğu, neleri yapabildiği ve neleri yapamayacağı. Ali’nin zamanı algılamak konusunda kesinlikle büyük bir engeli var. Dünyayı kendine uyduruyor. Derse geç kaldıkları için söylendiğimde “Sesin benim işlerimin yoğunluğunu, önemini hafife alıyorsun. Her şeye yetişebilmek için evrakları hazırlatıp imzaya gidiyorum. Millet beni ayakta bekliyordu işlemler için. Sen bana ders diyorsun.” dedi. Derin de “Evet anne herkes babamı bekliyordu ama hemen imza atıp çıktı.” dedi. Sanırım olayları kendi penceremden anlatıyorum. Ali konuşsa, bunca işinin arasında çocukların gittiği ders gerçekten devede kulak kalır. Ama bunu yapmazsam çocuklar o derse hiç gidemezler. Büyük bir kaos olur. Eskiden tüm bunların gereksiz olduğunu, çocukların yollarını bir şekilde bulacaklarını, bizim özellikle bir şeyler yapmamıza gerek olmadığını, hatta bu derslerin oldukça gereksiz olduğunu söylüyordu. Seneler içinde çocuklardaki gelişimi görünce desteklemeye, hatta bu sene derslere götürme işimi üstlenerek desteğini çok üst bir seviyeye taşıdı. Ben de mükemmel değilim. Tüm hayatım boyunca okula geç kaldım. Zamanla ilgili kendimi bildim bileli sorun yaşadım. Zamanı yönetmekte sorun yaşasam da Ali gibi algılamakta sıkıntı yaşamıyorum. Yani çoktan akşam olmuşken “Akşam olunca gideriz.” gibi bir cümle kurmam. Ali bunu devamlı yaparken, hala bazen şaşırarak bir engelliye bakar gibi bakıyorum. Zamanı doğru kullanamadığım için neredeyse sürekli sorun yaşadım. Bu durum hayatımı çok zorlaştırdı. Anne olmak hayatımı mecburen düzene soktu. Çocuk sahibi olmanın insanı hizaya getiren haline minnettarım. Çocuklarımın aynı sorunları yaşamalarını istemediğim için zaman yönetimine dikkat etme gayreti içindeyim. Kaos içinde büyüyünce yetişkinlikte uğraşmanız gereken çok fazla derdiniz oluyor.
Öyle yorgun ve tatsız hissediyordum ki, bir saat önce araziye çalışmaya giden Ali’yi arayıp bizi yemeğe götürmesini rica ettim. Çalışmak istediğini bilmeme rağmen, hiç tereddüt etmeden tamam deyip geldi. Çoktandır dışarıda yemeyi teklif etmemiştim. Yolda, göle sıfır, havuzlu bir site gördüm. Adamın biri balkondaydı. Hemen karşı dairesinde de biri balkona çıkmıştı. İki farklı evin balkonunun birbirine bakıyor olmasını ve böyle yakın olmalarını garipsedim. Aslında İzmir’de komşularla dip dibe olduğumuz dairelerde büyüdüm. Ali’yle evlendikten sonra merkeze yakın olmak istediğimiz iki yıl, iki farklı apartman dairesinde yaşadık. İnsanlarla bu denli yakın olmak artık bana öyle tuhaf geliyor ve rahatsız ediyor ki, arazime birinin haber etmeden girmesine bile kızıyorum. Ali “İnsanların çoğu böyle yaşıyor Sesin.” dediğinde ayrıcalıklı ve bir o kadar da yalnız hissettim. Ayrıcalıklı kısmından emin değilim. Çünkü bizimki gibi bir hayat beraberinde maddi manevi çok fazla emek istiyor. Issız bir yaşam, düğünlerde bile tuvalete yalnız gidemeyen, diğerleri ve diğerlerinin işleriyle kendini oyalayan milletimin sıkça tercih edeceği bir hayat tarzı değil. Yalnızlık kısmı ise tamamen benim tercihim.
Gitmek istediğim restoranın Pazartesileri kapalı olduğunu görüp hayal kırıklığına uğradık. Yakın çevrede yemeklerini sevdiğim başka seçenek yok. Ali, arkadaşlarının yeni açtığı, bugünlerde kendisinin de fazlaca zaman geçirdiği yere gitmeyi önerdi. Bir süredir anlatıyordu, benim de görmemin güzel olabileceğini söyledi. İsteksizce kabul ettim. İyi ki eve dönmemişim. Öyle sıcak bir yaz geçiriyoruz ki, dağlara doğru çıkıp serin havayı hissetmek çok iyi geldi. Oldukça büyük ve hoş bir mekandı ama tarzım değildi. Her hafta sanatçılar gelip sahne aldıkları için kalabalıktan sandalye bulmak zor oluyormuş. Oysa bugün neredeyse bomboştu, tam sevdiğim gibi. Masamız hazırdı. Ali’yi ve bizi büyük bir hürmetle karşıladılar. Ali’nin burada çok zaman geçirdiği anlaşılıyordu. İşletmenin ortakları birbirlerini öldürme noktasına gelecek kadar büyük problemler yaşayınca, rica üzerine Ali araya girip sorunu çözmüş. Kesinlikle küçümsemiyorum hatta gurur duyuyorum ama ilgimi çekmiyor. Ne olduğu hakkında fazla şey bilmek, kafa yormak istemiyorum. Mekanın sahibi genç adam bizi nasıl daha rahat ettirip, nasıl en iyisini yedirebileceği konusunda çırpındıkça buraya gelmek hata mıydı diye düşündüm. Merin’le ilgilenmek için çok fazla müdahale etti ve sonunda “Sen şimdi oraya kafanı vurursun. Bu işi beceremeyeceksin.” diyerek kucakladı. “Yenge sen yemeğini ye, ben bakarım.” deyip uzaklaşmaya başladı. Aslında asla izin vermem ama Merin ses çıkarmadı, hatta halinden memnun görünüyordu. Bara doğru gittiler. Rahat edemeyip peşlerinden gittim ve Merin’i geri aldım. Böyle bir ilk yaşadığımız için hala şaşkınım.
Yemeğin biri giderken, diğeri geldi. Tanımadığım adamlar bana doğru gelip “Yenge hoşgeldin.” dediler ve sonra Ali’yle konuştular. Bazen bu insanların kim olduğunu sorduğumda Ali “İnan ben de hatırlamıyorum. Tanışıyoruz demek ki.” diyor. Merin ağlayacak olsa gelip “Biz bakalım.” diyorlar. Salıncağa oturunca “Yenge salıncağı masanın yanına çekelim.” diyorlar. Ali’ye gülerek “Merin’i alıp ilgilen lütfen. Biri daha gelip Merin’i almaya kalkacaklar diye endişeleniyorum.” dedim. Bir süre sonra “Ali buraya gelmese miydik? Tuvalete gidicem demeye korkuyorum. Beni tahtırevanla götürecekler diye ödüm kopuyor.” dedim. Ali kahkahalarla gülerek “Sana da yakışır. Seversin bence.” gibi bişey söyledi. Ah anneannecim olsa çok severdi. Böyle hürmete bayılır, şimdi bizimle olsa keyifle güler, espriler yapardı. Ali de anneannem istese o tahtırevanı bulur, taşıtırdı.
Yemekten sonra işletme sahibi genç çocuk masamıza oturdu. Ali’yi anlatmaya başladı. Kendilerine çok yardım ettiğinden, felakete dönüşebilecek sonuçları önlediğinden, çevresinin de, işlerinin de, dertlerinin de çok geniş olduğundan ama tüm bunların yanında ailesine çok kıymet verdiğinden, ihmal etmediğinden bahsetti. “Öyle mi?” diye düşünmekle kalmadım, sesli olarak “Yine de kendisine sitem etmediğim gün yok.” dedim. “Abla benim üç çocuğum var. Büyük beş yaşında, ortanca on dokuz aylık, en küçüğü bir aylık. Hanım yalnız bakıyor. Dört gündür eve gidemiyorum sorunlardan. Ali abiyi çok takdir ediyorum. Telefon edecekken bile acaba adamı evinden, ailesinden, işinden alı koyar mıyım diye düşünüyorum, mahçup oluyorum.” dedi. Biraz neler olup bittiğinden, ne gibi sorunlar yaşadıklarından bahsettiler. Bu, hayatında olup bitenlerden sadece bir tanesi. Bunun gibi çok fazla parça var ve genelde hepsi bir şekilde işlerine bağlanıyor. Bir kaç saatliğine kendi hayatımın sınırları dışına çıkıp Ali’nin hayatına konuk olmuş gibi hissettim. Çünkü evin içi benim hayatım, benim kurallarım sanki. Dışarıdaki Ali’yi bilsem de unutuyorum ya da farkında olmuyorum bazen. Apayrı hayatlarımızın bana düşen ağır kısmını taşırken zorlanıyorum. Ali’nin tarafı da çok ağır. O da benim dünyama girince bunalıyor, sıkılıyor, dünyadan haberim olmadığını vurguluyor. Ali’nin yanında sorunlarımın bir hiç olduğunu hissettiğim olsa da O’nun önemli işler dünyasına kapılmadan hatta uzak durarak “Hayır, bu kale, evimiz, ailemiz, çocuklarımız her şeyden kıymetli. Devamlı, büyük ciddiyetle bu kaleyi korumalısın Sesin.” diyorum.
Eve geldiğimizde çocukları yatırdık ve mutfakta sohbet ettik. “Yazı yazmam gerekiyor, geç kaldım. ” dedim. “Sesin ne yazısı, ben de çıkıcam, işim var ama seninle sohbet ediyorum. Sen de bir gününü bana ayırıp yazmadan da yatabilirsin.” dedi. Esneyip saatime bakınca “Hadi yat tamam, hastasın zaten. Uykusuz kalma. Üzülüyorum.” dedi. Geç olduğu için o gece yazı yazamadım. İpin ucu kaçtı, hala geçmiş günleri yazmaya uğraşıyorum. Atlamak, ıskalamak, “Bugün de yapmamak.” bana iyi gelmiyor, kötü hissediyorum. İnsan zamanla ne çok değişime uğruyor...





Yorumlar