top of page

Atın tekmesi Serin'i teğet geçti

  • sesinakmaz
  • 11 Tem
  • 7 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 23 Tem

10 Temmuz 2025 Perşembe


ree

Dünü hatırlamakta oldukça güçlük çekiyorum. Kayda değer bir şey olmamışsa, önce kim kalktı, neler yaşandı hatırlayamıyorum. İnsan zihni hep mi böyle güvenilmezdi, yoksa yazının icadından sonra zihinlerimiz de mi tembelleşti diye düşünmeden edemiyorum. Önemli bir olayı hatırlamak istediğimizde zihnimiz yardımcı olmuyor. Çektiğim fotoğraflar ve yazdıklarım sayesinde geçmişi tekrar canlandırabiliyoruz.


Gece geç yattığım için uyanmakta zorlanmışım. Uyanıp pencereden baktığımda Merin ve Derin’i, el ele tutuşmuş, atlara bakarken gördüm. Derin erken kalkmış. Merin de uyanınca abisinin yanına inmiş. Derin atlara bakarken Merin’e de bakmış. Uyanır uyanmaz bu görüntüyle karşılaşınca büyük bir sevgiyle, mutlulukla doldu yüreğim.


ree

Merin uyandığımı nasıl anladıysa, eve gelip “Anne!” Diye bağırarak yukarı çıktı. Derin de gelince yatakta el el üstünde oyunu oynadık. Çocuklu yaşamanın türlü zorlukları var ama genç tutan güçlü bir tarafı da var. Çocuklar günün çoğunu oyunlaştırıp eğlenceli hale getiriyorlar. Sıkıcı yetişkin hayatlarımızı renklendiriyorlar.


Çocuklar bu ara kahvaltılarını es geçiyorlar. Sıcak hava iştahlarını etkiledi. Özellikle Serin yumurtadan uzak duruyor. Merin ise sadece tavada, tereyağında pişmiş yumurta yiyor. Merin’e yumurta yaptım. Tek başına yemekten hoşlanmıyor. Önce Serin’e yemesi için teklifte bulundu. Serin kabul etmeyince bana uzattı. Sabahları kahvaltı yapmayı sevmem ama Merin için yedim. Çocuklar yemek yiyeceklerinde de diğerlerinden etkileniyorlar. Yemek istemediği bir yemek olduğunda, eğer biz iştahla yiyorsak mutlaka şans verip yemeye çalışıyor. Diğer yandan bu bebeklerin güvenlik duvarıymış. Eğer bakım verenleri yemeği yiyor ve başına bir şey gelmiyorsa, mesela zehirlenmiyorsa, bebekler de güvenle yiyorlar. Avcı toplayıcı atalarımızdan bize ulaşan genetik bir güvenlik önlemi. Derin ise dünden kalan zeytinyağlı yemekleri yedi. “Kalmasın anne, bunları yerim.” dedi.Bu ara tutumlu olmaktan çokça bahsettiğimi günlerden geçiyoruz. Buna rağmen hala evimizde çok fazla yemek artığı var. Derin’in böyle düşünmesine çok memnun oldum.


ree

Serin bir teknik keşfetmiş. Önce kağıdı boyayıp suya sokmuş, istediği sonucu almamış. Sonra peçeteyi boyayıp denemiş. Üstüne bir desen çizdiği peçeteyi suya sokunca, ilgi çekici görüntüler çıkmış ortaya. Özellikle bu keşiflerini saklamak, bunları ne kadar değerli bulduğumu böylece göstermek istiyorum.


Merin öğle uykusuna yatınca, yemek hazırlığına giriştim. Buzluktan ilikli kemik suyu çıkarıp mercimek çorbası yaptım. Geçen günden kalan kızarmış tavuk geldi aklıma. Ali artan kızarmış tavukları kullanıp, turşu ve türlü sebze, yeşillikle harmanlayarak şehriye salatası yapar. İlk defa aynısını yapmaya çalıştım. Sanki o yaptığında daha lezzetli oluyor. Çocukların çalışmalarına eşlik ettim. Serin, dün bahsettiğim Sessiz Louise kitabını okumaya başladı. Oturup dinledim. Noktalama işaretleri hakkında, bunların okumamızı nasıl değiştirdiği hakkında konuşup alıştırma yaptık. Serin "Anne Louise bana ne kadar benziyor fark ettin mi?" dedi. Gün geçtikçe daha iyi okuyor. İngilizce çalışırken bizi dinleyen Derin bana dönüp “Anne Serin’i bu kadar sabırlı dinliyor olman çok güzel. Ben yapamazdım. Yavaş okuyor. O kadar sabırlı değilim.” dedi. Bunu Serin’in yüzüne söylemesinden rahatsız oluyorum ama ilişkilerine karışmak istemiyorum. Serin’in okuma hızı yaşına göre gayet normal. Kendisinde bir anormallik olduğunu düşünmesini istemem ama diğerlerinin ne düşündüğünü önemsemeyi de öğrenmeli. Aslında ben de sabırlı biri değilimdir. Senelerdir kendimi bu konuda eğitmeye çalışıyorum. Ali Koç’un bir eğitimini dinlerken, çocuklarla ilgilenen kişilerde aranacak özelliklerin başında sabır olması gerektiğini anlatıyordu. Biri içimden geçenleri görebilse, dışarıdan oldukça başarılı görünen sabırlı davranışlarımın çok fazla zorlamayla gerçekleştiğini anlardı. Anne ve babamın oldukça hoşgörülü ve sabırlı olduğu durumları kopyalayıp almışım. Ailemle kötü anım olduğu kadar iyi anımın olması kucala tuhaf geliyor ama normali bu sanırım.


ree
ree

Merin uyanınca, içine ekşi mayalı ekmek doğrayarak çorba içti. Çocuklar da atıştırdılar. Yemek yerken, koltukta dinlenirken ellerinde sürekli bir kitap var ve bazen bu, uzak durmalarını istediğim ekranlar gibi sinir bozucu oluyor. Çoğunlukla karışmıyorum ama bağımlılıklar canımı sıkıyor. Tek bir şey yapamadığımız, aynı anda bir çok şey yapmamız gereken bir dönemde yaşıyoruz. Ben de böyleyim. Ali, tomografiye telefonsuz girildiğini durunca, ufak bir panik yaşamıştı. Derin’in kitabını alıp okumak durumunda kalmıştı. Emziksiz yaşayamayan yetişkin bebeklere dönüştük.


ree

Pikler seti oldukça kullanışlıymış. Çocuklar türlü şekillerde kullanabiliyor, sallanıyorlar. Merin’i sürekli dışarı çıkarıp sallama derdinden bir ölçüde kurtulduk. Halka ve tahterevalliyi farklı bir şekle sokup uzun süre oynadılar. Duyu bütünleme açısından tüm bu sallanma, tırmanma, meydan okuma hareketlerini çok kıymetli buluyorum.


ree
ree
ree

İşlerimi biraz kolaylayınca yazı yazmaya devam ettim. Merin banyodan bir oje bulmuş sürmem için peşimde dolanıyordu. Artık bölünmek istemediğim için çocuklardan sürmelerini rica ettim. Serin Lingokids oynadığı için “Merin ben kendime bile oje süremiyorum. Senin o minik tırnaklarına sürmeyi beceremem.” dedi. Derin de pek oralı olmadı. Merin ortalıkta biraz huysuzlanarak dolandı. Bire süre sonra Derin’in Merin’e oje sürdüğünü fark ettim. Derin’den oje sürmesini istediğim sürenin üstünden oldukça zaman geçince, şimdi oje sürüyor olmasına şaşırdım. “Anne sürmemi istemmiş miydin? Sürmeye çalışıyorum işte.” dedi. O kadar tatlılar ki, izlerken içimde dalga dalga güzellikler akıyor. Çocuklarımın gün içinde yaptığı onlarca olağan yaşam şeklinden devamlı mutluluk üretiyorum. Yaşamlarından heyecan duymaktan vazgeçemiyorum.


Merin oje sürme işini abarttı. Ojeleri açıp oynamak istedi. Başka bir işle uğraşmaya çalışırken çocukların kriz içinde olmaları, olmadık şeyler yapmaları sinir sistemimi çok zorluyor. Sadece bir saat sessizce odaklanmak istiyorum ama mümkün değil. Derin, Merin’in dikkatini dağıtmış, oyalaşmıştı ama ben gidip “Hayır! Ojeleri oynayamazsın!” Deyince yine ağlamaya başladı. Bazen çocuk gibi davranıp işleri daha da berbat ediyorum.


ree
ree

Merin’in ruh hali anlık değişiyor. Ağlarken bir anda gülmeye başlayabiliyor. Tipik iki yaş halleri. Kendi kendine saklambaç oynuyor. Gözlerini kapatıp bize “Merin nerde?” diye soruyor. Biz de “Aaaa Merin yok. Merin nerde?” diyoruz. Ardından gözlerini açıp kendini işaret ederek “Burda!!!!” diye bağırıyor. Sevgi yumağı. Saçlarını da toplayıp şekil vermemi istiyor. Tam bir süslü.


ree

Serin’den bebek ve figürlerini yerine kaldırmasını istedim. “Oynuyorum!” dedi. Evi toplu tutmak mümkün değil. Tamam deyip, geri kalanları toplama çalıştım.


Yaklaşan yurt dışı tatilimiz, çocuklarda “İngilizce bilmiyoruz!” paniği yarattı. İki-üç sene önce gittikleri orman yürüyüşü grubunda tüm çocukların Ingilizce konuştuğunu görünce eksik hissetmişler, öğrenmek için bir yol aramışlardı. Ama bu eksik hissetme hali çalışmalarını kendi kendilerine sürdürmelerine yetmiyor. Tüm bunlara tanık olunca, çocukların isteyip istememelerine bakmadan, her gün Ingilizce çalışmalarına ağırlık vermiş, zorunlu kılmıştım. Derin bugüne kadar isteksizdi. Bugünlerde ise fazladan Ingilizce çalışıp, duolingo pratikleriyle pekiştirmeye uğraşıyor. Dil, özellikle Ingilizce çok önemli. Çocukların keyfine bırakılacak eğitimler değil. Başka bir dil öğrenmek ise, kendi dilini iyi bilmek ve kullanmakla mümkün. Zamanları, fiilleri, türkçede neyin nasıl kullanıldığını bilmeden, yabancı dili öğrenmek havada kalıyor. Sokak ağzıyla öğrenilir tabi ama bence her zaman daha iyisini yapma gücümüzü kullanabiliriz.


Bugün Derin’le Yılmaz Özdil’in cam tavan sendromu hakkında yaptığı konuşmasını dinledik. Son yıllarda özellikle çocuklara anlatmaya çalıştığım çoğu şeyi, cam tavan sendromu adlı araştırma açıklıyordu. Zihnimiz, bir şeyi yapabileceğimize inandığımızda bizi bu yönde ikna ederken, aynı yapamayacağımıza inandığımızda ise yapamayacağıma dair türlü bahaneler üretiyor. Lisede sınıfta birinci olduğumda, törende beni kutlayıp %100 Düşünce Gücü adlı bir kitap hediye etmişlerdi. Okuduğumda düşüncelerin gücünü görmüş olmaktan dolayı hayretler içinde kalmıştım. O günlerde düşüncelerin gücünü okusam da hayatıma uygulayamamışım. Ancak bu yaşımda anlayabiliyorum. Başıma bir sürü şey gelebilir ama bunlar karşısında aldığım tavırlar, duygularımı fark edip kontrol ediş şeklim hayatımın kalitesini zirvelere çıkardı. Derin’e Ingilizce konusunda yaşadığım tecrübeleri anlattım. Ortaokulda Ingilizce dersinden neredeyse kalmak üzereydim ki, son anda bir kaç puan fazladan alarak okulu bitirebildim. Lisede Anadolu Meslek lisesini kazandığımda, Grafik Tasarım okuyacak olmanın mutluluğunu bulutların üstünde geziniyormuş gibi yaşadım. Ama ilk yıl Ingilizce eğitim alacağımı öğrenince dünyam başıma yıkıldı. O dönemde bir karar verip, bunu yapabileceğime kendimi ikna ettim. Sınıfta en ön sırayı kaptım. Öğretmenleri tüm dikkatimi vererek dinledim ve her gün disiplinle çalıştım, tekrar yaptım. Yazları okumak için ince Ingilizce kitaplar buldum. Tüm bunları kendi irademle, hiç bir destek almadan yaptım. Annem her zaman okulla, derslerimle ilgili bir anne olmuştur. Ama yöntemleri sert olduğundan çoğunlukla dinlemedim. Ben ortaokuldayken, annem İmam Hatip lisesinde memurluk yapıyordu. Çalıştığı lisede verilen her kurstan yararlanmamı istiyordu. Ortaokulda, ingilizcede en başarısız öğrenciyken, bir de annemin zoruyla lisedeki Ingilizce derslerine girmek durumunda kalıyordum. Annem “Hiç değilse kulak doldunluğu.” olur deyip baskısını sürdürüyordu. O günlerin de faydası olmuş olabilir, inkar edemem. Ama diğer yandan anlamadığım için aptal gibi hissediyordum. Lise hazırlık eğitimim sırasında tüm bu disiplinli çalışmamın ve “Yapacağım!” şeklindeki düşüncelerimin, ingilizcede sınıfın en iyisi olarak karşılığını fazlasıyla aldım. İngilizceden nefret ederken, dil öğrenmek en keyifli serüvenlerden biri haline geldi. Bazen önümüzdeki işin gerekli ve faydalı olduğunu görüp başlamak, çalışmak gerekiyor. Sevmek sonradan geliyor. Her zaman sevdiğimiz şeylerin peşinde koşmak akıllıca gelmiyor bana. Cam tavan sendromu daha çok günümüz Türkiye’si halkına dayatılmak istenen bir çaresizliği anlatıyor ama araştırmayı farklı şekillerde okuyabiliriz.


ree

Derin bugün firavun Sneferu hakkında yazı yazdığından, Youtube’da bu firavun hakkında video ararken bir belgesele denk geldik. Arkeolojiye ilgim son yıllarda çok arttı. Şu an dünyayı gezemediğimiz için, Türkiye’deki arkeolojik alanları gezip araştırıyoruz. Anadolu, medeniyetlerin doğuşu bakımından çok önemli bir yer. Belgeseli izlerken ben de tavşanı bitirmek üzere dikişe devam ettim. Derin’in pek dinlemediğini fark edip kapatmayı önerdim. Fakat Serin “Hayır anne, ben dinliyorum!” dedi. Derin mısırın inançlarını korkunç buluyor. Serin ise Antik Mısır’la ilgili hemen her şeyi seviyor, ilgiyle dinliyor. Aldığımız oyuncak figürleri zevkle oynuyor.


ree
ree

Güneşin devrilmeye başladığını görünce dışarı çıktık. Ata binmekti niyetimiz. Fakat düşününce Leyla’nın tımarını ihmal ettiğimizi fark ettim. Malzemelerini getirip tımarladım. Derin Leyla’nın suyunu doldurmak üzere suyu açmaya giderken, ata yaklaşan Merin’i görüp “Anne lütfen Merin’e dikkat et. Atlara yaklaşıyor.” dedi. Derin, atların ani bir hareket yapıp, birimizi sakatlamasından çok korkuyor. Bu kadar dikkatli olmasına şaşırıyorum. Serin de bir sünger alıp, Leyla’yı temizlemek üzere yaklaşmaya başladı. Derin bağırıp “Serin arkadan yaklaşma, ters bir hareket yapacak!” diye bağırdı. Serin bu sefer ata yandan yaklaşıp süngeri değdirmeye çalışınca, atımız Leyla Serin’e doğru güçlü bir tekme savurdu ama tutturamadı. Derin’in korkusu gerçek olduğu için büyük tepki gösterdi. Serin şaşkınlıkla, tepki vermeden sadece geri çekilirken, Derin çılgınca bağırıyordu. “Sana demedim mi? Yaklaşma diyorum! Çifte atacak diyorum! Neden beni dinlemiyorsun? Ya göğsüne tekme atıp nefesini kesseydi? Ya seni düşürüp bişey yapsaydı? Ya hastanelik olsaydın? Size söylüyorum! Yapmayın diyorum! Beni neden dinlemiyorsunuz?” diye bağırırken göz yaşları hızla akmaya başladı. Korkusunu gördüm. Çok üzüldüm. Serin de, ben de daha dikkatli olacağımızı söyleyip sakinleştirmeye çalıştık. Aslında insan at edinirken bir kaç tekme yemeyi, ısırılmayı, düşürülmeyi göze almalı. Yavaş yavaş öğreneceğiz. Derin’in korkularını farkına vardım. Bundan sonra daha dikkatli olacağım.


İçeri girince Derin aynada saçlarına bakıp berbere kesme şeklinden bahsetti. Sanırım biraz berberin işini küçümser bir konuşma yaptım. Çocukken en yakın arkadaşım kuaför çırağıydı. Seneler sonra kendi kuaför dükkanını açtı. En de senelerce yanında takılırken saç kesimi ve diğer şeyleri öğrendim. Kendi saçımı keser, annem ve annemin saçını boyar, onlara da şekilli kesimler yapardım. Yurt dışında okurken, erkek türk arkadaşlarım berberleri felaket olduğunu deneyimlediler. Ben de saç kesimi yapabileceğimi söyleyince, başıma iş aldım. Bir kaç arkadaşımın traşını yaptım. Kısa saç kesimini özellikle makasla yapmak en zor iş. Tabi yaptığım traş saatler aldığından uyudukları bile olmuştu. Bunları anlatınca Derin “Anne senin yapamadığın, beceremediğin bir iş var mı? Bence yok. Sen sanki süper kadın gibi birisin.” dedi. Tabi ki değilim ama çocukların gözünde becekli birer kahraman olmak yüceltiyor insanı. İnsanoğlunun yetenekleri, yapabilecekleri sınırsız. Sadece bunu fark etmemiz gerekiyor.


Yatağa gidip çocuklarla, Derin’in küçükken en sevdiklerinden olan Neşeli Makarnalar kitabını okuduk. Su Altı-Yer Altı kitabını da okuduktan sonra hepimiz uykuya daldık. Pek güzel bir gün daha böylece sona erdi.


ree
ree
ree
ree

Yorumlar


bottom of page