top of page

Aynı anda bir çok işi yapamıyoruz.

  • sesinakmaz
  • 27 Ağu
  • 10 dakikada okunur

25 Ağustos 2025 Pazartesi


Serin kıyıya çıkmış şarkı söylüyor.
Serin kıyıya çıkmış şarkı söylüyor.

Saati kurmama rağmen yine uyanamadım. Olmuyor, uyanamıyorum. Her gün çocuklardan önce uyanmış, güneşi karşılarken yazı yazdığımı düşünerek hayaller kuruyorum.


Merin’le 08.00 gibi uyanıp aşağı indik. Derin bizden önce kalkmıştı. Spora gitmek üzere hazırlanırken Serin’i de uyandırdık. Serin hiç havasında değildi. Spora gitme şartı olarak bişey izlemek ve gevrek, poğaça gibi şeyler istedi. Fırına uğrayacak kadar bile zamanım olmadığını söyleyip reddettim. Bir an önce, salona kimse gelmeden spor yapıp dönmek istiyordum. Çocuklara muz ve dünden kalan simitleri verip yola çıktım. Merin kaşarlı bir omlet ve zeytin yemişti. Güzel bir kahvaltı yapmıştı.


Spor salonuna vardığımızda Serin ve Merin arabada kaldılar. Sevdiğim bir çizgi film olan Puffin Rock izlemelerine izin verdim. Derin’le salona girdiğimizde kimsenin olmadığını görünce sevindik. Isınırken ve spor yaparken pencereden, hemen salonun yanıbaşına park ettiğim araçtaki kızlarımı izliyordum. Merin’in huzursuzlandığını gördüm. Gidip arabadan aldım ve salona getirdim. Ali görüntülü aradı, bir süre Merin’in spor yapışını gülümseyerek izledi. Merin’in elinden telefonu güçlükle alıp kapattım. Bir süre sonra Serin’in yanına gitmek istedi. Götürürken, salonun dış kapısının önünde bulduğu yaprakları ellemeye, toplamaya başladı. Sürekli bölünüyorum, tam ısınmışken soğuyorum. Sabırla yaprakları almasını bekledim, ben de biraz alarak eşlik ettim. Şu an acele ettirmemin hiç bir faydası olmaz. Ağlar, daha çok sorun yaratır. Ayrıca yolda gördüğü yapraklara ilgi duyması, toplaması muhteşem bir şey benim için. Dışarıda otururken bizi gören spor salonu sahibi ve eğitmeni “İşiniz çok zor.” dedi. Evet biliyorum. İşim asla kolay olmadı hayatım boyunca. Sanırım asla kolay olana alışmadığımdan, kolay olanı seçemiyorum. Sürekli kendimi zorluyor, zor olanla baş etmeye çalışıyorum.


Merin’i arabaya oturtup tekrar salonu döndükten bir süre sonra, sık sık spor salonuna gelen ileri yaşta bir bayan, yandaki aracın kimin olduğunu sordu. Benim olduğunu söyledim. “Dönerken neredeyse kamyona çarpacaktım. Aracı oraya koymanız çok tehlikeli.” dedi. “Çocuklarımı izlemek için oraya koyuyorum.” dedim. “Ama olmaz, koymamalısınız!” cevabını verdi. Sessiz kaldım, aracı çekmedim. Kendim için tüm şartları zırlayıp spora gelme gibi bir işe kalkıştığımda, herkesin beni anlaması, zor durumumu görmesi ve yardım etmesi ya da en azından zorlaştırmamasını istiyorum sanırım.  Bu gerçekçi değil. Bu bayan kendine göre haklı. Ahlak ve etik kurallarına göre yaptığım doğru değil ama spor yapmanın başka çaresini bulamıyorum ve bu bana çok iyi geliyor, sağlığımı iyileştirdi. Karşımda bana ders vermeye çalışan birine anlayış göstermek istemiyorum, öfkeleniyorum. Yaşadığım yerde neler olup bitiğini, insanların arabalarını nasıl park ettiklerini, yolları nasıl kapattıklarını biliyorum. Hepsi yanlış ama şu an bana yapılanın bunlar karşısında haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bir düğün için yolun birini kapattıklarında, acelem olmasına rağmen orada sıkıştım. Polise şikayet ettiğimde bana “Birbirimize karşı anlayışlı olacağız, bekleyeceğiz.” dedi. Sürekli zorbalığa maruz kalınca zorbalık etmeye başlıyorum. Herkes keyfince arabasını bir yerlere koyup kapatır, türlü tehlikeler yaratırken, koca yolun kenarına koyduğum arabamın neye yol açacağını umursamak istemiyorum. Bir nedenim var, hem de önemli bir nedenim var koymak için. Bir trafik polisinin gelmesi de umrumda değil. Bana bir yaptırım uygulayacaklarsa, herkese uygulamalılar. Haksızlığa uğrarsam, göz açtırmam. “Birbirimize anlayışlı olacağız.” masalını kullanır ya da tüm anlayışımı kaybederim. Tüm bu öfkeli düşünceler aklımda dönüp dursa da arabanın konumu dolayısıyla, benim yüzümden bir kaza olur mu endişesiyle sporun geri kalanını diken üstünde bitirdim. Bir daha ki sefere başka bir çözüm bulmaya çalışacağım. Keşke çocuklu anne babaların spor yapmasına imkan sağlayan, çocuk dostu spor salonları olsa.


Yakında İngiltere’ye dönecek olan arkadaşlarımız arayıp çarşıya geldiklerini, müsaitsek kızları bize bırakabileceklerini söylediler ama spor salonunda olduğum için kabul edemedim. Eve dönerken de pazara uğramayı planlıyordum. Merin’in uykusu gelir de yüzmeye gidemeyiz korkusuyla pazar alışverişini erteledim. Merin yüzmeye gitmediğinde oldukça huysuz oluyor, günü bize zehir ediyor. Eve dönüp kızlarla yüzmeye gittik. Derin’in birikmiş küp çözüm çalışmaları olduğunu bildiğimden, gelmesi için teklifte bulunmadım.



Serin, Merin'i yüzdürüyor.
Serin, Merin'i yüzdürüyor.

Kızlarla gölde çok eğlendik. Hep eğleniyoruz. Sadece biz ve göl var, doğa var, kuşlar, sonsuzluk var. Ev işleri, yemek, bulaşık, çamaşır, yapılacaklar listesi, alışveriş gibi dertler yok. Sadece biz varız. Yüzüyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz. Hayat sadece burada, dışarıda, sadelikte güzel. Yapılması gerekenlerden uzaklaşınca en komik, en eğlenceli anne oluveriyorum. Bir saatliğine dünyanın en mutlu insanıyım. Serin kıyıya oturup bir şarkı söylemeye başlıyor, Merin benden bağımsız, tek başına yüzüyor, gülüp oynuyorlar. Daha güzel bir an olamaz diye geçiriyorum içimden her seferinde. Ama hep daha güzelini yaşıyorum sanki.


Dönüşte depo olarak kullandığım, bir zamanlar houseboat yapmaya çalışıp tiny house’a çevirdiğimiz eve gitmek istediğimi söyledim. Bu evi, bizimle sürekli çalışacak, ev işleri ve yemekle ilgilenecek birini bulma hayaliyle, çalışan kişinin kalması için düzenlemiştik. Yaşadığımız kötü tecrübelerden sonra birini aramayı bıraktık. Burayı, evde çok yer kaplayan, özellikle evde eğitim ve hobi malzemeleriyle doldurdum. Milli emlaktan gelip bu mini, tekerlekli evi arazimizde barındıramayacağımızı söylediklerinde taşıdık. Onca emeğim, taşıdığım kumaşlarım, eşyalarım, servet değerinde kutu oyunları, malzemeler heba oldu. Şimdi bir de bunları geri taşıyıp, evde yer bulmam gerek. Benim tarzıma göre, ev okulu ya da okulsuzluk, adı her neyse eşyasız, malzemesiz mümkün değil. O an aklıma bişey yapmak geldiğinde beklemeden yapmalıyım. Kağıt, boya imal etmek, sabun yapmak, örgü, keçe, dikiş, nakış, punch gibi akla gelebilecek her türlü el işi projesi yapabilmek, ağaç oymak, her türlü sanatı icra edebilmek, kutu oyunları oynayabilmek gibi her şey için ayrı ayrı yüzlerce malzemeyi evde bulunduruyorum. Kırtasiye yerine insanların bulamadığı şey için bana geldikleri, sordukları oluyor. Bunu değiştiremiyorum, azaltamıyorum. Ali milyon tane hobim olmasını, çocukları hepsiyle tanıştırma çabamı anlayamıyor. Aklımda hala türlü türlü deneyler, karanlık oda tecrübeleri oluşturmak var. Yapamadığım ama yapmak istediğim onlarca şey var. Tüm bunları depolamakta büyük güçlük çekiyorum.


Kızlarla depodan bir kaç eşya alıp eve döndük. Serin araziden çeşitli bitkiler, yapraklar, çiçekler toplayıp, minyatür buketler yapmış sanki. Bayıldım! Böyle şeyler yapmasını çok seviyorum. Biz tozlu ve kumluyuz, araba pislik içinde. topladıkları bitkiler de etrafa saçıldı. Ama tüm bu dağınıklığın öyle güzel şeyler yapıyorlar ki "Sesin siz kim, temizlik ve düzen kim." diyorum sık sık içimden.


Merin’i uyutup yazı yazmaya koyuldum. Yazmam için gelen geri bildirimlere çok memnun oldum. Okuyanların, takip edenlerin yazdıkları öyle iyi geldi ki, bugün daha büyük umutla, şevkle yazıyorum. İlerisi için yazıyor olsam da, okuyanların bugün yararlanıyor olduklarını duymak umut verici. Paylaşarak birbirimizi iyi gelme halimize şükran doluyum. Çok teşekkür ederim.


Aslında yazmak yerine yemek yapmam gerekiyordu. Pazara da gitmem gerektiğinden, dışarıda yeriz diye düşünerek yemek yapmayı aklımdan çıkardım. Bardağın ne kadar sıvı alacağı belli. Spora gideceğim, çocukları yüzmeye götüreceğim, çalışmalarına eşlik edeceğim, yemek yapacağım, Merin’i defalarca uyutacağım, kitap okuyacağım, evi temizleyeceğim, bahçeye bakacağım, atlarla ilgileneceğim, dikiş dikeceğim ve bir de yazacağım gibi bir formül yok. Bunları, bardağı taşırmadan, suyu dökmeden yapmak mümkün değil. Suyun taşan tarafını feda ediyorum. Bugün yemek yapamadım, dikiş dikemedim. Evin hali berbat. Öyle normal bir berbattan söz etmiyorum. Yerler kırıntılar ve ölü karıncalarla dolu. Karıncalar evi öyle bir istila ettiler ki, dün dayanamayıp bir böcek ilacı sıktım. Sanırım yakında örümceklere de aynı şeyi yapacağım. Örümcek ağlarını faydalı bulsam da bu kadar fazlasıyla yaşamaya dayanamıyorum. Öyle olmadığını bilsem de bir zamanlar bir yerlerde örümcek ağlarının kirliliğin işareti olduğuna ikna edilmişiz. Hatta boya badana yaparlar temizlik için. Kimyasal üstüne kimyasal. Aklı almıyor insanın ama alıştıklarımız bizi rahatsız etmeye devam ediyor. Çamaşırları yatak odasına atmaya başladım. Çocuklar temiz çamaşırların içinden kıyafet bulmakta zorlanıyorlar. Çıldırmak üzereyim. Aklımı korumaya, neyin önemli olduğunu sürekli kendime hatırlatmaya çalışıyorum.



The Most Beautiful Ballets sesli kitabı.
The Most Beautiful Ballets sesli kitabı.

Merin'in kalarını kopardığı balerinler.
Merin'in kalarını kopardığı balerinler.
Matematik çalışırken.
Matematik çalışırken.

Serin Sessiz Louise okuyor.
Serin Sessiz Louise okuyor.

Serin bir kaç haftadır Çaykovski besteleri çalışıyor, çalışıyor. Aldığım müzikli kitaplardan, opera sahnelerinden etkileniyor. Yanıma gelip Çaykovski eserlerinden oluşan sesli kitabı gösterdi. “Anne piyanoyla çalıştıktan sonra biraz piyano içindeki şarkıları açtım, dinledim. İçim açıldı, içimde kelebekler uçtu. Nasıl güzel bir his yaşadığımı bilemezsin.” dedi. Bunu duymak çok güzel. Kulaklıkla çalışıp çaldığı için söylemese farkına varamazdım. Kuğu Gölü eserindeki balerinlerin kafalarını Merin geçen sene tek tek koparmıştı. Bunu hatırlayıp biraz üzüldük ve aynı zamanda güldük. Bebekler böyle şeyleri sık yapıyorlar. Serin matematik çalışırken işlemde zorlandığını görünce “Neden parmaklarınla sayarak yapmıyorsun?” diye sordum. “Anne artık zihinden egzersize geçtim. Parmak saymak istemiyorum.” dedi. Çocukların bu yaklaşımlarını okulsuzluğun en güzel ilerleme ve süreçleri içinde görüyorum. Çalışmalarında kendi yollarını buluyor, kendilerini zorlamayı seçebiliyorlar. Bu umut verici. Her zaman böyle yaptıklarını söyleyemem. Bırakıldığında çocukların sıklıkla en kolayı seçtiklerini de gördüm. Sıra kitap okumaya geldiğinde, son bir kaç bölümü kaldığını fark eden Serin çok heyecanlıydı. Kitaba başlamayı hiç istememişti, başta çok zorlanmıştı. Sesli olarak oldukça kötü okuyordu. Daha kitap bitmeden büyük bir gelişme gösterdi. Sayfalarca uzun yazıları artık çok daha güzel okuyor ve anlıyor. Tonlamalar, anlatımlar çok değişti. Büyük bir zafer ve mutluluk hissiyle izliyorum. Derin’den Ingilizce çalışırken bilmediği kelimeleri yazmasını özellikle istiyorum. Sık sık takip edip bakmazsam atlayıp yazmadığı, üşendiği oluyor. Çalışırken bana seslenip “Anne bak kelimeleri yazıyorum. Re-la-tiv (relative).” dediğinde memnun oldum. Her gün bir kelime öğrense, bir senede 365 gün yapar. Bunları kullanmayı, konuşmayı günlük hayata yerleştirmeye çalışıyoruz. Hiç yoktan iyidir çalışmaları bunlar. Bence minik minik bu adımlar ileride çok işe yarayacak.


Merin öğle uykusuna yatarken bez kullanmak istemedi. Defalarca sordum. “Yatağa çiş yok, tamam mı? Bez istemiyorsan çişi tuvalete yapacaksın, değil mi?” dedim defalarca. Israrla beni onaylayıp bezi reddetti. Gerçekten de uyandığında çiş yapmamıştı. Şaşırdım. Tuvalete gittik, çişini yaptı. Bir kitap okudum. Uyku mahmuruydu, çok tatlıydı. Bana sarılıyor, sırtımı sıvazlıyordu. Bunu yapmasını çok seviyorum. İnsan bu günlerini çok özlüyor bebeklerin. Çocuklar nasıl da zamanını biliyor, beze ihtiyaçları kalmadığını anlayabiliyorlar. Büyük keyif alıyorum Merin’in tuvalet sürecinden. Tuvalet iletişimi bir mucize sanki.


Merin uyanınca dışarı çıktık. Çocuklar çileği çok sevip, kahvaltıda yulafla tükettikleri için özellikle pazara gidiyorum. Manavda bulma olasılığım düşük oluyor. Bir süredir manava değil, pazara gidiyorum. Bu akşam üzeri pazar hepimize fazla geldi. Herkes aç, pazar çok kalabalık. Ali pazara gitmemi eleştirir. Çocuklar kar şerbet isteyince karşı çıkmadım. Oturup yedik. Ardından pazarı dolaşmaya başladık. Çilek bulamayınca kafam attı, çocuklara hiç bir şey almadan çıkacağımızı, manava gideceğimizi söyledim. Ancak benim gibi bir manyak üç çocukla bir de pazara gider. Ali pazar konusunda beni eleştirmekte haklı. Ama bazen en güzel ürünleri ancak pazarda bulabiliyorum.



Merin, Derin'in dönerini yiyor.
Merin, Derin'in dönerini yiyor.

Çocukların sevdiği dönercideyken.
Çocukların sevdiği dönercideyken.

Çocuklarla, en sevdikleri dönerciye gittik. Merin, ikimize söylediğim pilav üstü döneri bırakıp abisinin dürümüne musallat oldu. Sürekli ağlayarak isteyip, Derin verince de bir anda gülmeye başlıyordu. Çok komikti. Yemeğimiz bitince güzellik ürünleri satan mağazaya uğradık. Evde bir tane bile sabun kalmadı. Market sabun ve şampuanlarını kullanamıyoruz. Sipariş ettiğim pastil sabunların kargo firmasında, taşınma durumunda olduğunu gördüm. İdare edelim diye en kokusuz sabunu almaya çalıştım. Aktardan düz zeytinyağlı sabun da alabilirdim ama pazar yüzünden oraya girmem mümkün değildi. Bir iki gün market sabununa dayanırız diye düşündüm. Akşam banyo yaparken tekrar anladım ki bu sabun ve şampuanlar berbat. Kokuları, dokuları bir felaket. Zehir gibi. Ayrıca ne kadar yıkasam da geçmiyor gibi hissediyorum. Daha kirli oluyorum sanki bunlarla yıkanınca. Kendi sabunumu yapma hayali içindeyim. Otama Kırkpınar, Rosece, Baboon, Simya Evi gibi markaların sabun, krem, şampuanlarını kullanıyorum.


Yarın dışarı çıkmak istemediğim için manava da uğradım. Manava gittiğimde “Ooo Sesin Hanım. Çoktandır yoksunuz.” deyip, özenle ilgi göstermeye devam ediyorlar. Manava değil, bazen pazara gittiğim için suçluluk duyuyorum. Onca meyve almama rağmen Merin üzümleri tıktıklamaya başladı. Dolap kayınpederimin verdiği üzümlerle dolu. Geçen hafta çocuklar almamam konusunda uyardıkları halde taze diye biraz daha aldım. Dolapta bunca üzüm varken Merin’in çığlıklarla üzüm istemesine çok kızdım. Laf anlatamıyordum. Milletin “Çocu istediği halde üzüm almıyor. Kadına bak.” dediklerini hayal ettim saçma bir şekilde. İçten içe insanların ne düşündüklerini hayal ediyor, önemsiyor, utanıyorum. Elimde değil. Geri dönüp o üzümleri de aldım. Merin bir kaç tane yiyip paketi bana vererek “Anne at! At!” dediğinde üzümü değil, Merin’i camdan aşağı atmak istedim.


Eve dönünce alışveriş torbalarını taşıdık. Bir dönem yanımda bez torbalar, çantalarla dolaştığım günler geldi aklıma. Plastiksiz yaşam, plastikle çevrelendiğimiz dünyada ekstra özen, çalışma, hazırlık gerektiriyor. Manavdan poşetle meyve sebze almayı bırakamadım. Bile bile poşetlerce çöp üretmeye devam ediyoruz. Acı ama çok gerçek. Dünyadaki sorun benim poşet almamamla bitmez ama doğru olanı yapıyor olmak iç huzur sağlayabilir.


Derin arabadan inerken “Offff! Bateri mi çalışacağım? Ata mı bakacağım? Akşam oldu!” diye sızlandı. “Ata ben bakarım. Sen çalış.” diyerek Derin’i içeri gönderdim. Halbuki benim de alışveriş poşetlerini boşaltıp yerleştirmem gerekiyordu. Eve döndüğümde Merin’in uykusu gelecek. Hemen duş aldırıp, dişlerini fırçalayıp uyutmazsam kriz çıkar. Bir yerlerde işin ucu kaçıyor ve yetişememeye başlıyorum. Ev ve mutfak giderek daha içinden çıkılmaz bir hale gelmeye başladı.



Derin Pal Sokağı Çocukları okurken.
Derin Pal Sokağı Çocukları okurken.

Geçen hafta Ay’a Yolculuk kitabını dinlemiştik. Bu hafta için Derin’e bir okuma kitabı bulmam gerekiyordu. Uzun zaman önce Nino’dan aldığım, şöminenin yanında bekleyen Pal Sokağı Çocukları geldi aklıma. Uyumadan önce hemen biraz okumasını istedim. “Sesli kitap neden dinlemiyoruz? Daha çok seviyorum. Daha iyi anlıyorum.” gibi şeyler söylemeye başladı. Dinlediğimiz Ay’a Yolculuk kitabının büyük bir bölümünü anlayamadım. Derin’in de sık sık anlamadığı bölümler olduğunu duydum. Çünkü Merin ağlayabiliyor, araya başka birinin konuşması, başka bir durum girebiliyor. Sürekli geri alıyor ya da anlamadığımız bölümü geçiyoruz. Ergen Beyni kitabında, gençlerin bir çok işi aynı anda yapabilmelerinden övündüğünü, ama aslında yapamadıklarını anlatıyor. Aynı anda bir çok iş yaparken, sadece gençler değil biz de yaptığımız işi tam anlamıyla yapamıyoruz. Bulaşık yıkarken, çamaşır katlarken, dikiş dikerken, spor yaparken bişeyler dinlemek zaman kazandırıyor. Ama düşününce anladım ki, dinlediğim şeyi, hiç bir şey yapmadan dikkat verdiğim andan daha iyi anlayamıyorum. Fiziken yaptığım işi de tam yapamıyorum aslında. Yürüyüş yaparken dinlediklerimi kaç kere başa aldığımın sayısını hatırlamıyorum. Sporun bile tamamen vücuda odaklanarak yapılması çok daha etkili olmasını sağlıyor. Bizler anda kalarak sadece tek bir işi yapamaz hale geldik. Derin’in sesli kitap dinlemek istemesinin tek nedeni dinlerken bir yandan küp çözebilmek. Sesli kitap dinlerken bir çok defa “Hiç bir şey anlamadım.” dediğini kulaklarımla duydum. Böyle konularda artık çocukların gönlüne, ne istediğine bakmıyorum. “Kitabı okumanı istiyorum! Bitti!” diyorum. Derin okumaya başladığında yine sızlandı. “Yazıları da küçükmüş. Beş sayfa okudum yeter mi?” dedi. Sessiz kaldım.  Mutfakta ufak tefek son dakikalarımı değerlendirmeye çalışıyordum. Şu an oturup kitap okumak için neler vermezdim. Sonra fark ettim ki Derin’in uzun süre sesi çıkmadı. Bir süre sonra ilk bölümün hepsini okuduğunu söyledi. Sanırım 10 sayfanın üzerindeydi ilk bölüm. Bana anlatmaya başladı. Film ya da kitap fark etmez. Bana anlatmayı severler. Ama belli etmesem de duyduklarımdan pek bişey anlamadığım için mutlaka kitabı okur, filmi seyrederim. İşitsel değil görsel biriyim ben. İmren’le sohbetimiz sırasında müzisyenlerin de çoğunun işitsel değil görsel öğrenen insanlar olduğunu öğrendim. Şaşırdım. Derin “Anne kitap güzelmiş, beğendim. Üç Silahşörlerden daha anlaşılır. Sokak çocukları da ilgimi çekti.” dedi. İşte bu kadar! Seveceğini biliyorum. Ama ben ısrar etmesem eline almazdı kitabı. Derin hep böyleydi. Her zaman karşı çıkardı, direnirdi. Sınıfında hep iyi bir öğrenci olmuştu ama evde şikayet eder, çalışmak istemezdi. Yine de sızlana sızlana yapar, sınıfta da en iyi olmak için çabalardı. Bugünkü aklım olsa, “Bırak, istemiyorsan yapma. Okul çok saçma.” demek yerine, hemen yerine çok daha faydalı bulduğum bir şeyi koyar, çalışması için ısrar ederdim. “Canın ne istiyorsa onu yap.” deyip akışına bıraktığım günlerden pişmanım.


Derin kitap okurken, kızlar resim yapmaya başladılar. Tartıştılar. Merin bana kendi resmini gösterdi. Serin’den de resmini vermesini istiyordu. Serin’in resmini de bana göstermek istiyordu. Serin ise “Merin daha bitmedi! Bırak resmimi!” diye bağırıyordu. Hemen bir çözüm bulmam gerekti. Merin’i alıp “Hadi resmini duvara yapıştıralım. Bant nerde?” deyince, Merin sakinleşip benimle bant aramaya başladı. Bantı bulunca çok sevindi. Hemen bir parça koparıp duvara yapıştırdık. Çok ama çok mutlu oldu. Bantlama sürecinden büyük keyif aldı. Hemen bir parça daha isteyip onu da yapıştırdı. Böylece sorun çözülmüş oldu. Bu sefer de Serin gelip “Legolarımı oynamış. Resmini çizdiğim karakterin kafasını başka bir legoya takmış. Bulamıyorum! Resimle beraber koyacaktım. Peter Pan ve Tinkerbell’di onlar!” diye şikayet etti. Günde kaç krizi çözebilirim bilmiyorum. “Yarın beraber arar, buluruz. Kaybolmaz. Evin içindedir.” dedim.


Herkes hazır olunca yatağa gittik. Ben de Derin’in okuduğu bölümü okudum. Fakat Derin girişi okumamış. Yazar hakkındaki önsözü okuyup okumadığını sorunca “Hayır okumadım. Anlatsana.” dedi. Anlattım. Merin’i uyuttum ama Serin’in yanına kayıp, Plus okuyacak enerjiyi bulamadım. “Yarın bana üç bölüm okuyacaksın anne!” dedi ve hepimiz bir süre sonra uykuya daldık.

Yorumlar


bottom of page