Benden feminist olur mu?
- sesinakmaz
- 24 Eki
- 16 dakikada okunur
20-23 Ekim 2025

Bu sabah bir elin beni dürtmesiyle 6’ya doğru uyandım. Serin “Anne kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Uyuyamıyorum.” dedi. “Kızım neyin var?” diye sorunca “Kabus görüyorum. Çok kötü hissediyorum.” dedi. Yatağa gelmesini söyledim. Yanımda yatan Merin’in diğer tarafına aldım. Ben de Serin’in yattığı yere geçip O’na sarıldım. Bire süre sonra rahatlayıp uyudu. Merin’i de alıp yatak odasına geçeli haftalar oluyor. İki senedir çocukların yanında, tek kişilik bir yatakta Merin’le yatıyorum. Öyle rezildim ki, bazen çocuklarla bizim yatağın arasında, boşluğun üstünde uyuyordum. Ali her gece gelip bize bakıyor, “Üzülüyorum, çok rahatsız görünüyorsun.” diyordu. İki metrelik eniyle büyük yatağımıza geçince çok rahat ettim. Yabancı yerleri yadırgarım ama kendi evimde, kendi yatağım ve yorganımla çok derin uyurum. Uykumun derin olduğunu söylemek ne kadar doğru bilemiyorum ama uykuya düşkünüm ve zor uyandırılırım. Uyandırıldığımda çok kızarım, sinireli olurum. Tabi bunlar anne olduktan sonra çok değişti. Yine de çocukların olur olmaz şeylere beni uyandırmasını istemem. Ali en ufak çıtırtıya uyanır. Bu durum Ali için oldukça kötü olabiliyor ama bana güven verir. Uyandırılmaya kızmaz, çocuklar gece yanına gitse çok mutlu olur, sarıp sarmalar, rahatlatır. Uykusuz kaldığımda hasta olduğumdan ve bir desteğim olmadığından gündüz gösterdiğim özveriyi gece göstermekte zorlanırım. Çocuklardan sabah “Gece uyuyamadım, kötüydüm ama seni uyandırmak istemedim.” gibi şeyler duyduğumda üzülüyorum. “Gerçekten ciddi bişey varsa uyandırın çocuklar, lütfen.” diyorum. “Ciddi!” kelimesinin altını çiziyorum. Bu sebeple uyandırmamak için özen gösteriyorlar. Yoksa Serin beni sürekli uyandırabilir. Serin, içinde beni şaşırtan bir güç taşıyan ama aynı zamanda çok narin, hep kucağa, sevilmeye, sarmalanmaya, uyurken birine sarılmaya ihtiyaç duyan küçük kızım. Serin’i de, Merin gibi kucağımda büyüttüm. Artık kucağıma sığmaz olduğunda, 4 yaşına geldiğinde bile nerede olursak olalım kazağımın içine girer, kucağımdan inmezdi. Merin doğduktan sonra mecburen büyümek zorunda kaldı. Hiç beklemediğim düzeyde iyi bir abla oldu. Ama her gün “Merin’i uyut. Yanıma gel. Sana sarılmadan uyuyamam.” diyor hala. Bazen uyuyakalıyorum. Özellikle kış akşamları dayanamam. 22:00’de uyurum çoğu zaman. Ben uyuduğumda Derin’e türlü eziyetler ediyormuş. Uyumamak için her türlü bahaneyi sıralıyor, Derin’e saldırıyormuş. Ali’yle anne baba olarak Serin’in dürtüselliğine karşı Derin’in karşılık vermemesine çok memnunuz. Bu sayede gözümüz arkada kalmıyor. Derin başka türlü bir abi olsa, Serin uyguladığı şiddetin misliyle fazlasıyla karşılaşırdı. Böyle durumlarda sık sık Serin’le konuşmayı ihmal etmiyoruz. Aslında konuşmak pek işe yaramıyor. Serin’i sarıp sarmalayarak, beraber zaman geçirerek yumuşatmaya gayret ediyoruz.
Dün sabah uyandığımda aşağıdan tıkırtılar duydum. Her sabah olduğu gibi Derin’in uyanmış olduğunu düşündüm. Ama piyano başına geçmiş, kulaklığını takmış çalışırken Serin’i görünce çok şaşırdım. Serin’i sabah 7’de ayakta görmeyiz. Evin en geç kalkanıdır. Uyanıp aşağı inmiş. İmren’le bu hafta çalıştıkları Lullaby parçasını çalmak için çok heyecanlı. Hemen çalışmaya başlamıştı. Serin piyano çalmak için uyarıya ihtiyaç duymuyor artık. Her gün, defalarca piyano başına oturup çalışır. Fakat ilk defa sabahın 7’sinde uyanmış çalışırken görünce gerçekten çok şaşırdım. Gün içinde sürekli bana şarkılar ve notalar hakkında bir şeyler söyledi, benimle çalışmak istediğini dile getirdi. Nota okuma konusunda hala zayıf. “Anne biliyor musun nota okumakta giderek iyileşiyorum. Tüm bunları kendim okudum.” diyerek notaları gösterdi. Tam hakim olmadığı için, İmren de artık parçaları çalarken video çekip göndermek istemediğinden, benimle çalışmak istiyor. Notaları biliyorum, bilmediklerimi de bulup okuyabiliyorum. Müziğe çok ilgim var ama diğer ilgilerimin arasında kendine yüksek bir yer bulamadı sanırım. Gün içinde en uygun olmadığım zamanlar defalarca çalışma isteğinde bulundu. Ben de defalarca “Şimdi olmaz ama bugün bitmeden söz veriyorum çalışacağız.” dedim.
Sabah yazı yazarken Merin uyanmıştı. Artık Merin uyanınca tuvalete yetiştirmek için hemen yanına, üst kata koşuyorum. Yoksa yetişemeyip tuvaletin önüne yapıyor. Üst katta tabure ve tuvalet adaptörü var ama sanırım çok sıkışmış kalkıyor ve pantolonunu indirip tuvalete oturmak için gecikiyor. Alt katta merdivenli tuvalet adaptörü kullanıyor. Genelge çişi gelince beni çağırıyor. Sadece yanında duruyorum. “Ben!” diyerek pantolonunu kendisi indiriyor, tuvalete kendisi oturuyor. Düne kadar kendisi oturduğunda, çok öne oturduğu için çişi dışarıya akıyordu. Bir kaç kazadan sonra arkaya oturmayı da öğrendi. Çocuğun öğrenmesine izin vermek, her yerin çiş olacağını önceden göre göre müdahale etmemek ya da müdahale edince çocuğun direnci ile karşılaşmak ve kendini durdurabilmek, çişin dışarıya ve pantolonuna akmasını izlemek, sürekli çamaşır yıkamak, tuvalet temizlemek benim için bile oldukça zor. Fakat çocuklar ancak böyle ikna olup öğreniyorlar. Bunu aklımdan çıkarmamaya çalışıyorum. Bu sayede Merin 2 yaşında tamamen tuvalet bağımsızlığı kazanmış bir birey. Hem de kendi kendine. Tuvalet kağıdı alıp kendisi siliyor, çöpe atıyor, pantolonunu kendisi çekiyor. İstemediği en ufak müdahaleye çok kızıyor. Bu kadar yetkin olmasına çok şaşıyorum. Haftalardır gece bez giymeyi bıraktı. Artık bez hayatımızdan tamamen çıktı. Bu hızlı değişimi hayranlıkla izliyorum. Daha yeni gündüz de kaçırdığı, söyleyemediği oluyordu. Birden gece bez istemediğini söyledi ve gün içinde hiç kaza yaşamadık. Kakasını en son bezine ne zaman yaptı hatırlamıyorum, tuvalete yapmaya başlayalı çok çok uzun zaman oluyor. Artık çişini de kaçırmıyor olması ve bunun doğru tuvalet iletişimi kurarak, kendi kendine olması nasıl güzel anlatamam. Bunu önceden bilmediğime, diğer çocuklarıma uygulayamadığıma üzülüyorum. Derin’in de, Serin’in de bambaşka tuvalet hikayeleri var. Derin tuvalete yapmaya kendi kendine, üç yaşlarındayken başladı. Bu anlamda çok kolay bir süreçti. Ama altı yaşına kadar gece uyurken çiş yaptı. Külot bez bile giydirmeyi denedikten sonra bulabildiğimiz tek çare gece 01.00-01:30’a kadar bekleyip, uyurken kucaklayıp, tuvalete götürerek çişini yapmasını sağlayıp tekrar yatırmak oldu. Böylece çişini yatağa yapmamasını sağladık. Fakat bu da çok yorucuydu. Bir gün yapmasak mutlaka yatağa yapıyordu. Ali üstleniyordu bu görevi. Ali olmadığında benim çin beklemek zor oluyordu. Özellikle Serin’e hamileyken, gece kuşu olan Ali, Derin’e çiş yaptırmadan evden çıkamaz oldu. Hamileliğimin riskli dönemleri oldu, kaldıramıyordum. Nevresim-çarşaf değiştirip yıkamaktan bıkmıştım. Bir gece Derin yine çiş yapmış ama uyurken “Bıktım artık.” dediğimi sarılıyorum. Derin uyurken duymuş, benim hassas oğlum ağlamaya başlamıştı. Çok üzülmüştüm. Araştırdığımızda, erkeklerde gece çiş yapmanın hormonal bir sorun olduğunu, büyüdükçe, özellikle altı yaş civarında hormonları sebebiyle bu durumun düzeleceğini öğrenmiştik. Gerçekten de Derin altı yaşına geldiğinde durum sihirli bir biçimde çözüldü. Derin geceleri çiş yapmaz oldu. Serin’in süreci bambaşka zordu. Okuyanların ağzını açık bırakacak bir süreç yaşadık Serin’le ama kesinlikle anlatmamı istemeyeceği için yazamıyorum. Serin asla altına ya da yatağa tuvaletini kaçırmadı fakat hepimizi yıldıran tuvalet sorununu ancak ben Merin’e hamileyken çözebildik.
Merin uyanınca tuvaletini yaptıktan sonra kucağıma gelip meme istiyor. Kucağımda kendine gelip, güne hazırlanıyor sanki. Online katıldığım spor programına katılamaz oldum. Sabah 8’de başlıyor ve o saatlerde Merin uyanıyor. Meme için kucağıma gelip en az 30-40 dakika kucağımda kalıyor. Uzun süredir spor programına canlı olarak katılamıyorum. Kayıtlarla öğleden sonra spor yapıyorum. Öyle yoruluyorum ve terliyorum ki, çocuklar şaşkın gözlerle bana bakıp bazen “Anne yorulmuyor musun?” diye soruyorlar. “Evet yoruluyorum ve bu çok iyi geliyor.” diyorum. Herkesin “Çok zayıfsın.” demesine karşı Merin’den sonra göbek çevremdeki yağlanmayı engelleyemiyorum. Kırk yaş bu açıdan çok acımasız. Akşam üzeri 4-5’ten sonra hiç bir şey yememek bu durumu kesinlikle önlüyor, daha hafif hissetmeye yardımcı oluyor. Ama bir süredir akşam yememekte başarılı değilim. Çocuklar akşam da sürekli bişeyler yerken, ben de onlarla yiyorum çoğu zaman. Ali varken daha kolaydı, iradeliydim. Ama Ali yokken ona dönüştüm sanki. O’nun izlediği haber programlarını izliyor, gece atıştırıyorum. Çocuklar büyüdükçe daha kolay olacaktır diye umuyorum. Eski irademi geri kazanıp değişeceğime inanıyorum.
Çocuklar akşamdan kalan yemekleri kendilerine kahvaltı yapıp başlarının çaresine bakınca, fırsattan istifade edip dikiş odasına geçtim. Kızlara diktiğim pantolonların belleri düşüyor. Bel bölgesini lastikle değil, fitilli esnek kumaşla yapmıştım. Olmadı. Hepsini tekrar söküp, bellerine lastik diktim. Denediklerinde şimdi olduğunu söylediler. Bir tarafım yetişemeyeceğimi söyleyip, hazır al diyor. Diğer tarafım sabret, alma, dik. Böylece hayatına dahil edeceksin, dikişte yetkin olacaksın diyor. Hazır aldıkça, giydiklerimizin kıymetini bilemeyeceğiz. Dikişte gelişmenin yolu sürekli yapmak. Herhangi bir dikiş kursu, yanımda bir model olmadığı için hatalarla öğreniyorum. Geriye dönüp baktığımda iyi ki başlamış ve hep devam etmişim diyorum. Çok yavaş ilerliyor gibi hissediyorum ama diğer yandan dikeceğim her şey için heyecan duyuyorum. Hala, senelerdir dikmek isteyip başlayamadığım projeler var. Çok fazla farklı işim var. Yetişememek çok normal. Hava giderek soğuyor. Odunları kesmek için bir elektrikli odun kesme motoru aldım. Dün elimize ulaştı. Bu sefer de yağmur başladı. Bu hafta çoğunlukla dışarıdaki depoları temizledim. Tüm çöpleri traktörün römoğuna doldurup bir kaç seferde attım. Fareler her yere yuva kurmuş. Her şey fare dışkısı kokuyordu, çok kötüydü. Hep söylüyorum. Temizlik, düzen işinde çok titizimdir. O doğru zamanı bulduğumda detaylıca temizler, düzenlerim. Odunluktaki odunların hepsini dışarı çıkarıp, odunluğu bile temizlemeye çalıştım. Zemini temizlemeye elverişli değildi ama elimden geleni yaptım. Traktörü römorkla kullanmak zormuş. İlk defa daracık bir yere geri geri romorkla yanaşmaya çalıştım. Derin defalarca inmemi isteyip, kendisinin kolayca yapacağını söyledi. “Hayır oğlum. Ben yapacağım. Sen yaparsan nasıl öğrenirim?” dedim. Belki yirmi denemeden sonra sonunda yanaşabildiğimde debriyaja basan bacağım uyuşmuş, ağrıyordu. Sonunda bir çok şeyi temizleyip attığım için büyük bir huzur duydum. Hala bitmedi ama yol alıyor olmaktan çok mutluyum. Odunları getirip, kesip yerledikten sonra büyük bir iç huzur yaşayacağım. Ali sürekli “Yardıma birini göndereyim.” diye ısrar ediyor ama ben O birilerinden daha çok yoruluyorum. Odunları istediğim gibi kesmenin, boy boy, düzgün bir şekilde yerleştirmenin hayalini kuruyorum. Kimse benim işimi, benim gibi yapmıyor. Geçen gün pazarda, evimize gelip temizliğe yardım eden, çok titiz, düzenimizi bilen ve saygı duyan, çocuklarımı çok seven, bize sarmalar yapan, çocuklarımı iyi tanıyan aile dostumuz İlknur ablayla karşılaştım. Hep söylediği gibi “Yardıma ihtiyacın olursa haber ver.” dedi sağ olsun. Sohbet ettik. Torbalarını taşımasına yardım ettim. Yardım harika olurdu ama İlknur Abla’yı gidip evinden almak, evine bırakmak benim için çok zor oluyor. Ali kendisine, gelip gitmesi için bir araç, mesela bir elektrikli scooter almayı bile teklif etmişti ama araç kullanmıyor. Sanırım işini düzgün yapan, bahçede de çalışan, her şeyi, her yeri olması gerektiği gibi düzenleyebilecek, istediğim titizlikte tek insan kendisi. Yılın dört-beş ayı Ali’nin abisinin pansiyonunda çalıştığı için, olmadığı günler de zor oluyor bana. Tam rahata alışıyorum, aylarca yalnız kalıyorum. Kendi başımın çaresine bakmayı öğrendim zamanla. Bence iyi de oldu. Dışarıya bağımlı olmak, yalnız olmak kadar yorucu.
Merin’i öğle uykusuna yatırınca pazara gitmeye niyetlendim ama yapamadım. Odaya tekrar girip kıyafet almaya kalkınca Merin uyandı. Tekrar uyuttum. Aşağı inince yoldan bir ses duydum. Bir gürültü olur da Merin uyanır korkusuyla yola çıkıp kontrol ettim. 55-65 yaşlarında bir kadın motor kullanırken düşmüş. Tanıdık birileri durmuş, yanında kocasının gelmesini bekliyorlardı. Muhtemelen Ali tanıyordur bu insanları ama kim oldukları konusunda benim en ufak fikrim yoktu. Kadına içmesi için su getirdim, sandalye taşıdım. Suyu çok az içti, sandalyeye de oturmak istemedi. Sürekli “Bana ne oldu? Düştüm. mü ben? Bana ne oldu arkadaş?” gibi şeyler söylüyordu. Kafasını çarptığını, hatta kafa travması geçirdiğini düşündüm. Ambulansı aramamaları bana yanlış geldi ama kadın istemiyordu. Muhtemelen motor ehliyeti olmadığı için de çekiniyordu. Motoru bizim bahçeye koydular. Anahtarını çıkarıp kadının çantasına koydum. Kocası gelip alınca içeriye girdim. Kısa zaman sonra Merin uyandı. Çocuklara hazırlanmalarını, beraber pazara gideceğimizi söyleyince “Aaaaaa!” sesleri yükseldi. Küçükken ben de sevmezdim pazara gitmeyi. Senelerdir Ali’nin “Pazarla uğraşma, manava git.” söylemleriyle pazara gitmiyordum. Ama manavdan aldığım kötü meyve sebzeler canıma tak etti. Pazara gidince insan “Neden ben bu ürün zenginliinden faydalanmıyorum?” diyor insan. Özellikle zamanı geçmeden biraz daha kornişon ve biber alıp turşu kurmak istiyorum. Çocuklar turşuyu gerçekten çok seviyorlar. Yaptıklarımın uzun süre dayanmasını istiyorum. Geçenlerde teyzem “Sesin şu an tam biber turşusu zamanı, gel kalmadan yap.” demişti. İçimden “Ne yapacağım ben biber turşusunu?” diye geçirirken Serin “Anne biber turşusu istiyorum ben. Sadece biber. Çok seviyorum.” deyince hemen plana ekledim. Çocukların isteklerine karşı koyamıyorum. “Aman bunu da yemesinler ya da hazır alayım.” diyemiyorum. Eğer elimden geliyorsa canla başla yapıyorum. Pazarda biz Serin’le kornişon ve biber seçerken, Derin Merin’le ilgilendi. Merin sanırım yeni uyandığı ve aç olduğu için çok sorun çıkardı. Üç çocukla pazara gitmek gerçekten zor. Ama bir yandan Derin’in yardım ediyor olması, poşetleri arabaya taşıması işimi çok kolaylaştırıyor.
Pazarda işimiz bitince yemeğe gittik. Sırf çocuklar istiyor diye, bir yandan da bu kadar yorulduktan sonra evde hemen yemek yapmanın zor olacağını düşünerek dışarıda yemeyi kabul ettim. Gittiğimiz ev lokantası Ali’yi çok iyi tanıdığından bir an için ayaklarım geri geri gitti. Gitmek istemedim. Yemeğe oturacağız, çocuklar çok büyümüş deyip sevecekler. Birbirimizin nasıl olduğundan bahsettiğimiz yüzeysel, mecburi bir konuşma yapacağız. Ali’nin durumunu, nasıl olduğunu soracaklar. Aslında herkes Ali’ye telefonla ulaşabilir ama Ali, özellikle Türkiye’den pek kimseyle görüşmek istemediğini, telefonlara bakmak istemediğini söylüyor. Muhtemelen gelen çoğu aramayı açmıyordur. Çünkü insanlar beni arayıp Ali’ye ulaşamadıklarını söylüyorlar. Eğer gerçekten önemli bir şeyse Ali’yi arayıp durumu anlatıyorum. Aslında kimseden bişey sakladığım yok. Burada açık açık olan biteni yazmıyorum ama dışarıda duymayan kalmamış. Hatta anlatmaya, dürüst davranmaya özellikle önem veririm. İnsanların yazma dedikleri şeyleri yazarım. Düşündüğüm gibi olmadı. Lokantada kimse düşündüğüm şeylerden bahsetmedi. Çocuklarla keyifle yemeğimizi yedik ve kalktık. Düşündüm de, Ali’nin varlığı canımın istediğini yapmama olanak vermiş. Yüzeysel konuşmaları, dışarıdaki insanlarla ilişkileri Ali’ye bırakmışım. “Ben bu muhabbetlere, insanlara mecbur değilim.” diyerek dilediğim gibi kabuğuma çekilmişim. “Maske takmak zorunda değilim. En huysuz yüzümle var olabilirim.” diye düşünmüşüm. Şımarıklık, ukalalık gibi geldi bu durum bana. Ali olmasa, yapayalnız başımın çaresine bakmak zorunda kalsam o maskeye muhtacım. Saçma buluğum o sohbetlere, gülümsemelere, sahte iyi olma hallerine muhtacım. Bu üstenci halimi eleştirsem de, Ali’nin bundan memnun olduğunu biliyorum. İlişkimizin en başında, belki ortada bir ilişki bile yokken bana “Kimseyle görüşmek, kimseyle beraber olmak, evine çağırmak, istemediğin ilişkiler kurmak zorunda değilsin. Kendi ailem de dahil kimseyle görüşmeye zorlamam seni.” demişti. Bu bende büyük hayranlık uyandırmıştı. Bunu ses çıkararak söylemese de, dışarıyla kurduğum bağlantılardan rahatsız olduğunu, dışarıda çok sevilen, aranan insan olmamı istemediğini, evde, kendi dünyamda olmamdan çok mutlu olduğunu biliyorum. Bazen sırf Ali böyle olsun istediği için, tam tersini yapmak istiyorum. “Sen beni yalnızlaştıramazsın. Beni eve bağlayamazsın. Özgür, köpeğiyle, motoruyla canı nereye isterse giden, dünyayı gezen kızım ben. Beni eve kapatamazsın.” diyorum içimden. Diğer tarafım kendimi bildim bileli yalnız olmayı, evim hissettiğim yerde olmayı sevdiğini söylüyor. Sırf Ali’ye inat harelet etme yaşını çoktan geçmişim. “İkimizin de istediği buydu.” diyerek hayatıma razı oluyorum.
Salı sabahı yine 06:00 gibi uyanıp aşağı indim. Yukarıdaki satırları yazdım. Merin’e bir bornoz dikmek istiyordum. Ama mutfak dağınık. Buzdolabını temizleyeceğim, pazardan aldıklarımı yerleştireceğim. Dolaba poşetle sebze meyve koymayı sevmiyorum. Yağmur geliyor, Yeni aldığım odun motorunu denemeli, biraz odun kesmeliyim. Derin motor geldiğinden beri denemek için izin istiyor ama vermiyorum. Pazartesi günü bir olay yaşadık. Çamaşır makinesi çalışırken banyonun kapısı kapalıymış. Makine sıkma modunda bazen öne geliyor, yer değiştiriyor. Yine öne gelmiş ve kağının tam önünde olduğu için kapıyı açılmaz hale getirmiş. Çamaşırları asmam gerekiyordu, içeri giremedim. Banyo üst katta. Çocuklara merdiveni dayayıp banyonun penceresinden gireceğimi söylediğimde, kesinlikle izin vermediler. Düşersem, bana bişey olursa diye çok endişe ediyorlar. Kendilerine bakan tek kişinin başına bişey gelmesini istemiyorlar. Çocukları kimsesiz bıraktığımız gerçeği sık sık yüzüme çarpıyor. Ali’nin arayıp eve çağırdığı marangoz akşama kadar gelmeyince, pazar dönüşünde Derin’e benimle gelmesini söyleyip merdiveni pencereye dayadım. Merdivenle ikinci kata çıkmak pek kolay değil ama imkansız da değil. Derin “Ben yaparım!” deyip bir kaç merdiven çıktıktan sonra “Anne ben yapamayacağım.” diyerek aşağı indi. Biliyordum. Bir kaç usta dışında bu merdivene çıkabilen birini görmedim. Kendim çıkıp içeri girdim ve kapıyı açtım. Telefonda Ali, evde çocuklar, herkes beni övgüyle tebrik etti. Hatta Serin “Anne senden çok iyi hırsız olur.” dediğinde gözlerim kocaman kocaman açıldı. Bu olayın ardından Derin bire odun motorunu kullanmak istediğini söyleyince izin vermedim. Günlük iş planım var. Yemek yapmam gereken zamanda yemek yapmalı, dışarıda çalışmam gereken zamanda dışarıda olmalıyım. Çocuklar, yetişkinler gibi aç olduklarında saatlerce sabredemiyorlar. Derin bişey yapmak için öne atılır ama sonra yapamıyorum deyip geri çekilir. Özellikle yeni alınan aletleri denemeyi, kullanmayı çok sever. Odun motorunu kullanmak istediğini defalarca söyleyip beni bezdirdi. Hakkını yemeyeyim. Aletler hakkında her şeyi biliyor. Zincirini takmış, yağını koymuş, tüm parçalarını monte etmiş. Bu açıdan büyük kolaylık sağlıyor. Bana sürekli bilgi veriyor “Anne bak odunu böyle keseceksin. Odun kuru olduğu için zor kesiliyor. Odunu yaşken keser, kuruduğunda yakarsın. Zincir şu sıkılıkta olmalı, asla yere değirme, zinciri sık sık iyelemek gerekir.” gibi hiç bilmediğim onlaraca bilgi verir. “Oğlum nerden biliyorsun tüm bunları?” dediğimde, “Anne 13 yaşındayım.” diye cevap verdi. “Derin ben 40 yaşındayım. Anlattıklarını hayatım boyunca duymadım.” dediğimde güldü. Nalbura gittiğimizde de, bana hiç ihtiyaç duymadan baltayı, odun yarma çivisini, balyozu, ağırlıklarına kendisi kara vererek, görevliyle tek başına aldı. Bana sadece fiyatını söyledi, “Senin için uygun mu?” diye sordu. Böyle anlatınca Derin’in bilgisinden, deneyimlerinden çok etkileniyorum. Ama gerçek hayatta yaptıkları yetmiyor ve beni çileden çıkarıyor. Oğluma kızmaktan kendimi alamıyorum. İş çalışmaya gelince kaytardığını hissediyorum. Henüz sadece bir çocuk olduğunu unutuyorum.
Sanırım odun kesmemiz iki saat sürdü. Merin ve Serin, biz odun keserken ilgiyle izlediler. Kestiğimiz odunları alıp kendilerine bir ev ve odalarını inşa ettiler. Kızların bu oyunlarını izlemeyi çok seviyorum. Bana çocukluğumu, kendi oyunlarımı hatırlatıyor. Serin her zamanki üretkenliğiyle etraftaydı. Bir ara eve su almaya girdiğimde, mutfak lavabosunda, elleri köpükler içinde oynuyordu. Şaşırdım. Kafasından neler geçiyor merak ediyorum. Muhtemelen elini yıkarken oluşan köpüklerden etkilenip o dünyaya dalıyor. Biz yetişkinler gibi elini yıkayıp çıkmıyor. Ellerine bakıyor, sabunun elinde kaydığını hissediyor, oluşan köpüklerden heyecan duyuyor. Aklına bir sürü fikir geliyor. Çocuklar tam bir bilinçli farkındalık uzmanları. Biz yetişkinler de, hayatın yüküyle, sorumluluklarıyla yaratıcılık düşmanı oluveriyoruz. Hayat böyle, eleştirmiyorum. Oturup köpükleri izlersem evdeki hiç bir işi yetiştiremem. O çocuk olmalı, bense yetişkin. Kaybettiklerimi, çocukların elinden almak istemiyor, fırsat vermeye çalışıyorum sadece. Bir süre sonra Serin elinde bir küçük kavanoz ve şekil verdiği şönil bir çubukla dışarı çıktı. Kendi köpük düzeneğini kurmuş. Çocuk olmanın ne muazzam bişey olduğunu, özellikle bu çocukluğa tanıklık eden, güzelliğini paylaşan birileri varsa çevrede ne harika olabileceğini düşünerek izledim Serin’i. Özellikle bu tanıklığın, onları çocukluk dostu birer yetişkin yapacağını ümit ediyorum.
Yakında İzmir’de bir küp yarışması var. Derin gitmeyi çok istiyordu. Bu yarışmalara katılmasını çok önemsiyorum. Derin’i yarışmada gördüm. Kendine güzel bir çevre edinmiş. Orada olmayı çok seviyor. Fakat üç çocukla, özellikle Merin’le yolculuk etmek, aranayı her gün şarj etmek, kalacak yer telaşı, arabada geçirilecek uzun süreler, yorgunluk, hasta olma ihtimalleri gözümüzü korkuttu. Derin çok istese de, babası gelene kadar yarışmaya gitmek istemediğini, beni zor durumda bırakmaktan hoşlanmadığını söyledi. Aslında Ali de gitmemiz istemiyordu ama dile getirmemişti. Gitmemiz için bize yer ayarlayacak, arabanın lastiklerini değiştirtecek, yolculuk için tüm önlemleri uzaktan alacaktı. Ali böyledir. Ben bişey istiyorsam “Hayır, yapma.” demez. Görüş bildirip benden tepki almak istemez. Sürece bırakıp, sadece yardımcı olur. Derin gitmek istemediğini babasıyla konuşmuş. Ali, Derin’in bu kararını çok takdir etmiş. Telefonda konuşurken Ali’ye “Oğlumuza ‘Erkek olmak böyle sorumlu olmayı gerektirir.’ demişsin.” deyince, “Hayır ya, öyle demedim. ‘Sorumluluk sahibi bir olmak böyle kararlar almanı gerektirebilir.’ dedim. Erkek olmak falan demedim. Yalnız yolculuk edeceksiniz, sen çok rezil olacaksın diye üzülüyordum. Gitmeyecek olmanıza çok sevindim” deyince, rahatladım. Yanlış anlamışım. Böylece yarışmaya gitme defteri şimdilik kapanmış oldu.
Çarşamba günü yorgun uyandım. Odun kesmek, taşımak, yerleştirmek düşündüğümden daha çok zorlamış beni. Ağırlık, direnç egzersizleri bile bu denli zorlamıyor. Derin’i bateri dersine götürecektim. Çocuklar uyurken, kahvaltıda simit, boyuz alırız diyerek kahvaltı hazırlamak yerine yazı yazdım. Dersten geldiğimizde çok daha yorgun hissediyordum. Her yerim dökülüyordu. Çarşamba yağmur gösteriyordu ama yağmadı. Yağmur yağsa da bugün odun kesmesem diye düşündüm. Ali’yi çok iyi anladım. Yağmurlu havalarda bir huzur, mutluluk duyar. Köyde yağmur yağdığında dışarıda çalışamadıkları için çok mutlu olurmuş. Bunu terapistimin kitabında da okumuştum. Köyde yaşayanların ortak deneyimi böyle anladığım kadarıyla. Ben de yağmur yağsa da evde kalsam, dikiş diksem diye geçirdim içimden. Neden bu kadar zorluyorsun ki kendini dedim. Yapmak zorunda değilim, odun bir hafta beklesin. Canım gerçekten odun kesmek istediğinde keseyim. Hatta bu işi hiç yapmak zorunda değilken, neden sürekli sorumluluklar üstlenip kendimi yeni zorluklar altına soktuğumu düşündüm. Derin “Anne odunları ben keseceğim.” dedi. “Oğlum bugün çıkmak istemiyorum. Evde çok işim var. Sen bilirsin. Ama lütfen dikkatli ol.” dedim. Derin odun keserken kızlar dışarıda oynadı. Bense mutfağa girdim. Pazardan aldıklarımı dolaba yerleştirmek için önce temizlemem gerektiğini gördüm. Buzdolabı nasıl bu kadar kirleniyor anlamıyorum. Dondurucu biraz buzlanmış. Yazın parça değişimi yapmış, bir sürü masraf etmiştik. Büyük bir buzdolabı sahibi olmak da dert. Sahip olunan her makina, her alet bakım istiyor. Çocuklar buzluğa cam şişe koyup unutmuşlar. İki tarafta da cam şişe kırıkları vardı. Bu kadar yorgunken, koca buzdolabını baştan aşağı temizlemek, bir yandan mutfağı toplamak eziyet gibi geldi. Merin’le, Serin’le ilgilenemedim. Merin ara ara ağlayarak yanıma geldi. Canımı sıkan bu işleri bitirmek aten zorken bir de Merin’in sürekli ağlayıp paçama yapışmasına kızıyorum. Dünyada bunca sorun varken, çocuklar açlıkla sınanırken, oyun oynayamaz, kıyafet bulamaz, hastaneye gidemezken, bir evleri bile yokken “Bugün çocuklarımla yeterince ilgilenemedim.” diye düşünmek istemiyorum. Onlar için düzenlediğim çevrede, kurduğum dünyada kendi kendilerini oyalayabilmelerini bekliyorum. Başka bir ülkeye gitmeye gerek yok. Kendi ülkemdeki çocuklar bile uykuya karınları aç dalarken, bu kadar rahat içinde yaşayıp bu çelişkileri yaşamaktan, zorlukları anlatmaktan utanıyorum. Buzdolabı ve mutfak bitince alt kattaki banyoyu temizlemeye girdim. Uyandığım andan akşam uyuduğum ana kadar dinlenmiyorum. Geçen gün Derin bana “Anne gerçekten yorulmuyor musun? Nasıl dayanıyorsun sürekli çalışmaya? İnsan bir soluklanmaz mı?” dedi. Olmuyor, yetişmiyor o zaman. Gün içinde ara ara dinlensem, ne evi temizleyebilir, ne çocuklara zaman ayırabilir, ne yemek yapabilir, ne de sevdiğim işlere zaman ayırabilirim. Dinlenmeyi, sosyal hayatımı, arkadaşlarımla görüşmeyi bıraktım. Bu halde bile hiç bir iş tam olarak bitmiyor. Banyodan çıkıyorum, Merin’in her yere saçtığı parçaları, kestiği kağıtları topluyorum. Sessizce, söylenmeden çalışmak istiyorum ama bana sorun çıkardıklarında, ben bu denli çalışıp yorulurken, yardım etmeyip bir de sorun çıkardıklarında .çok kızıyorum. Bir yandan hayatım geçip gidiyor gibi hissediyorum, diğer yandan hayatımın en verimli, en doyumlu bölümünü yaşıyor olduğumu varsayıyorum.
Bugünlerde okuduğum, Harriet Lerner’ın Anne Dansı kitabı gerçekten güzel. Kitapta yapılan feminist annelik anlatımına göre, feminist olmadığımı yazdığımda tepkiler geldi. Biri “Başka konularda bu kadar marjinal olup söz konusu feminizm olduğunda ne kadar gerici fikirleriniz varmış.” dediğinde üzüldüm. O kişinin eleştirisini böyle bir dille yapmasına üzüldüm. Böyle kadınların acı çekmiş ya da acı çekiyor olduğunu düşünüp üzülüyorum. Kadınların isteyip de sahip olamadıkları hakları konusunda hala kapanmamış yaralarım var. Bir kadın olarak içten içe toplumda, iş hayatında, annelikte, karı koca ilişkisinde, bir anne babanın kız çocuğu olarak hakkım olan adaleti, saygıyı, doğal olarak almam gerekenleri sırf kadın olduğum için alamadığımı düşünüyorum. Kendini erkek gibi ve çok güçlü gören annem, Ali’yle evlenmek üzere gelinlik bakmaya gittiğimizde, gelinliğimin dekoltesinden rahatsız olan müstakbel kocama “Sen Sesin’e, kıyafetlerine karışamazsın.” dedi. Her fırsatta “Sesin’le böyle konuşamazsın! Böyle davranamazsın!” demekten, sürekli tartışma çıkarmaktan kendini alıkoyamadı. Aynı annem, babam kendisini bir ömür boyu aldatırken, elindeki maaşını bile elinden alıp, hayatının her alanını kontrol altına alan adama arkasını dönemedi. Maddi özgürlüğü vardı ama zihni, ruhu küçüklüğünde hapsolmuştu. Babasının, annesinin eziyetleri, evlendiğinde sadece el değiştirmiş olarak devam etti. Defalarca dayak yedi, hayatımız karakollarda geçti. Hayatımızı cehenneme çevirdiler. Aynı annem, erkek kardeşim bana küfür ettiğinde, ben sinirden deliye dönmüşken kardeşimin tarafını tutmaktan hiç utanmadı. Anneannem, büyükbabam çarşıya giderken kendisini beklemeyip gitti diye, 65 yaşında ehliyet ve bir araba aldı. Aynı anneannem iki kızına karşılık oğlunu hep el üstünde tuttu, ayrıcalık tanıdı. Dayıma olan özel ilgisini hiç saklamadı. Çalışan, para kazanan, malı mülkü olan bir kadın olmasına rağmen ömür boyu büyükbabamın eziyetlerine, şiddetine, sadakatsizliğine katlanıp, hiç bir şeyin bir erkeğin himayesinde olmaktan daha iyi olamayacağını savundu. Annemle babamın boşanmasına defalarca engel oldu. Beni ava götüren, silah kullanmayı, motosiklet, araba kullanmayı öğreten, bana sünnet kıyafetleri giydiren, beni erkek gibi yetiştirdiğini söyleyen babam hamile olduğumu duyunca beni öldüreceğini söyledi. Hayatına bakınca, babam için, kadına şiddeti, evli olduğu halde, diğer evli olan kadınlarla cinsel birliktelik yaşamayı makul gören bir erkeklik tanımı taşıdığını çok rahat söyleyebilirim. Erkek gibi yetiştirdiği kızıyla gurur duyarken, kadın olmam gerçeğiyle yüzleştiği an dünyası başına yıkıldı. Evli olmadığım halde hamile olduğumu ve çocuğumu dünyaya getirmek istediğimi, şehir dışında, teyzemin yanında olan anneme Skype görüşmesiyle haber verdim. Ali “Vay be, nasıl bir hayatınız, bakış açınız var.” deyip sözde modernlik seviyemize hayranlık duydu. Annemle teyzem şaka yaptığımı sanıp önce kahkahalarla güldürler. Bir süre sonra ciddi olduğumu anlayan annem sinir krizi geçirdi. Oysa gerçekten anlayacaklarını, hoşgörülü davranacaklarını düşünmüştüm. Asla bir başkaldırı değildi davranışım. Bir sevgilim olduğunu ve beraber yaşadığımızı bilen, buna ses çıkarmayan ailem, cinsel birlikteliğin hamilelik gibi bir sonucu olabileceğini biliyordur diye düşünmüştüm. Ailemin tepkileri karşısında büyük bir iki yüzlülüğe maruz bırakıldığımı, haksızlığa uğradığımı düşünmüştüm. Ali yanımdaydı, niyetimi biliyordu. Gerçekten mutlulukla, ailemin beni destekleyeceği düşüncesiyle paylaşıyordum hamilelik haberimi. Kendi içimde nasıl bir feminist dünyada yaşıyorsam artık, ailemin her tepkisinde yıkıldım. Evlenene kadar hamileliğimi saklamamı istediler. Düğün günü annem beni evine, sanırım bekaretin işareti olan kırmızı kuşağı bağlamak için çağırdığında Ali’yle ilk büyük kavgamızı, hem de düğün günümüzde ettik. Ali bunun bir komedi olduğunu söylerken çok haklıydı. Benim kızdığım Ali’nin kullandığı sözlerdi. Düğün alışverişi için Ali’yle İzmir’e, anneannemin evine kalmaya gittiğimizde, ayrı yataklarda yatmamızı uygun gördüler. Annemle babamın en ufak buyruğunu dinlemez, neyi doğru biliyorsam onu yapardım. Sırf anneannem durumuma üzüldüğü, günlerce hasta olup yatağa düştüğü için, beni çok sevdiğini bildiğimden ne istiyorsa yaptım. Tüm o saçmalıklara göz yumdum. Ali bu süreçte sürekli eleştirmekten, olumsuz düşüncelerini bana yığmaktan geri durmadı. Herkes kafası karışmış, çaresiz hisseden, sevdiği insanlarla iradesinin çeliştiği boşlukta sıkışan, hamile bir genç kızın özgürlük ipini eline almış iki uçtan çekiştiriyordu. Evlenince anladım ki, o ip sessizce el değiştirdi. Ali’nin özgürlükçü, eşitlikçi yaklaşımları, evlenince ataerkil kimliğine dünüverdi. Kendi ortamında, kendi dünyasında hayatına kaldığı yerden devam ederken, yurtdışında bitmemiş bir okulla, kucağımda bebeğimle, tanımadığım insanlar ve yepyeni bir dünyada, dağ başında tamamen izole bir köyde, ailesinin sırt çevirdiği o aciz kız olarak kalakaldım. Ali görünürde bana hiç karışmıyor gibiydi ama sessiz tavrının bambaşka bir dili vardı. Bir kadın için, anne olmanın, gönüllü olarak kendini hapsetmek olduğunu Derin doğduktan sonra anladım. Dile getirmese de içten içe erkeğin üstünlüğüne inanan biriyle evlenirseniz eğer, yapmak istedikleriniz ve çocuğunuz arasında bir seçim yapmaya zorlanırsınız. Bugün yaşadığım hayatı ben mi seçtim, yoksa Ali tarafından sessizce buraları mı getirildim hala düşünüyorum. Çocuğumun mutlu, güvende olması benim için her şeyin üstündeydi. Bir insanın nasıl bir anne olacağı, gerçekten anne olana kadar anlaşılmıyor. Çocuklarımın üstün rahatını, mutluluğunu önceleyen zaafiyetimin bana karşı kullanıldığını düşünüyorum. Çocuklarım olmasaydı, özgürlüğüme karşı yapılan en ufak harekete karşı koyardım. Bazen kaybetmenin başka önemli şeyler kazanmak olduğunu öğrendim. Bugün “Feminist değilim.” dediğimde, “Ne kadar gerici fikirleriniz varmış.” diyebiliyorlar. Kadını destekleyen, tüm modern fikirlerim engellendi arkadaşlar. Özgür kız olduğumu sanarken kandırıldım, sürekli manipüle edildim. Ben de buna göz yumdum. Evli olmadığı halde hamileliğini mutlulukla, gururla haykırmak isteyen, bunu ailesine Skype görüşmesiyle müjdeleyen kadına söylüyorlar. 12 yaşından beri araç kullanıp, lastiğini bile kendi değiştiren kıza söylüyorlar. Bunu dershane ücretini ödemek için çalışırken aynı zamanda üniversiteye hazırlanan, binbir zorlukla kazanan, yine yoktan imkan yaratarak yurt dışına giden, “Başının çaresine bakar.” dedikleri kıza söylüyorlar. Arabanın bile girmediği yere ev yapıp, yapayalnız yaşayabilen, “Korkusuz” dedikleri kadına söylüyorlar. Terapistimin dediği gibi, yaşamak için bir erkeğe ihtiyaç duymayacak güce, becerilere sahibim. Ama sevilmeye, şefkate, düşünülmeye muhtacım. Etiketleri sevmiyorum. Bir gruba, akıma, etiketlere ait olmak istemiyorum. Solcu, sağcı, liberal, hümanist, marjinal olmak istemem. “Biz okulsuzuz, biz böyleyiz, şöyle anneyiz.” diyenlerden kaçıyorum artık. Belki de feminizm benim için öyle yüksek bir yerde ki, bu ataerkil sistem içinde yanından bile geçemediğime inanıyorum. Bu düzende, kadının tamamen özgür, erkekle eşit olduğunun söylendiği yerde bile kadının annelik kimliğiyle nasıl engellendiğini görmek çok acıtıyor. Bu düzene ayak uydurmuş, boyun eğmiş biri olarak kendimi feminist olarak tanımlayamıyorum. Bu tanım için, sadece “Şöyle olmalıydı, böyle olmamalıydı.” diye düşünmek yeterli gelmiyor. Harekete geçip mücadele etmeyince savunacak bişey kalmıyor.
Eskiyi düşünmek, tüm bunları yazmak beni biraz yıprattı, üzdü. Bugünlük bu kadar. Bana inanan, sözlerimin aslında neyi ifade ettiğini çok iyi anlayan, beni uzaktan tanıyıp destekleyen herkese çok teşekkür ederim. Mesajlarınız bana güç veriyor.





Bir gün gelecek insanların tutunduğu tüm kelimelerin anlamı değişecek, altı boşalacak ve anlamsızlaşacak. İşte o zaman sizin gibi hazır kalıplara uymayan, kendi kelimelerini oluştıuran insanların hayatı gerçek bir anlam taşıyacak. Sizin hiç bir şey olmaya ihtiyacınız yok bence. Sesin hanım olarak gayet özelsiniz:)
Yaşam tarzlarımız çok ayrı, ama yazılarınızı çok beğeniyorum, hiç eğip bükmeden yazma haliniz, uzun yazılarınızı severek okuyorum. Selamlar