Birbirimize, ilişkimize iyi bakmak
- sesinakmaz
- 8 Tem
- 5 dakikada okunur

7 Temmuz 2025 Salı
Bu sabah Merin, Serin’i uyandırmış. Beraber odaya gelip beni uyandırdıklarında, bir süredir yalnız vakit geçirdiklerini anladım. Serin, Merin’e bir elbise giydirmiş. Merin ne zaman Serin’in sorumluluğunda olsa, giyimine özen gösterir, en şık kıyafetlerini seçer. Serin “Anne Merin’e balık yedirdim. Kafasını bile yedi! İnanamazsın!” dedi. Tatlılıklarına baktım. Böyle iki güzel, birbirinden gayretli iki kızım olmasına hala inanamıyorum. Kızlarıma bu gözle bakarken kalbim sevgiyle forlayacak gibi hissettim. Fakat yazı yazma uğruna geç yatma işine son vermeliyim. Çocukların, ben uyuyayım diye her sabah kardeşlerine bakmalarını istemiyorum. Doğru gelmiyor. Başlarına bişey gelmesinden endişe ediyorum. Ayrıca geç yatmak bana da yaramıyor. Sabahları yazmayı deneyeceğim.

Dün Serin’in İmren’le piyano dersi güzel geçti. Serin bu sabah aşağı iner inmez piyano çalışmaya başladı. Beni yanına çağırıp eşlik etmemi istedi. “Bak nasıl çalacağını göstereyim.” diyerek yeni öğrendiklerini bana da öğretti. Derin’in geçen gün Serin’le piyano çalışırken “En iyi öğrenme şekli, öğretmektir.” dediği geldi aklıma. Çocukların tespitleri ne yerli yerinde. Merin, Serin’i çalışırken rahat bırakmadığı için, orgu çıkarıp oyalanmasını sağlamaya çalıştım. Aynı evin içinde kardeşler birbirlerini sık sık sabote edebiliyorlar maalesef. Serin de Merin’e katılıp piyano çalışmaya ara verdi.




Derin ve Serin çalışmalarını erkenden yapmaya başladılar. Merin bugünlerde legolarıyla oldukça güzel vakit geçiriyor. Serin bir kaç çalışmasını yaptıktan sonra, ben yazı yazabileyim, Derin de çalışabilsin diye Merin’in oyununa katıldı. Hepimiz bir işle meşgulken Merin kendi kendine oyalanmadığı için, mutlaka birinin ilgilenmesi gerekiyor. Bazen kendi başına bir oyun kurmuşken, biri gidip dikkatini dağıttığında uyarıyorum. Evde herkesin, her an Merin’le ilgilendiği bir ortamda kendi kendine yetmeyi öğrenemiyor. Yalnız da oynayabilsin istiyorum. Serin bu konuda oldukça iyidir. Hala gün içinde sayısını bilmediğim oyunlar kurar. Bu sabah da bebeklerine ev yapıp, alışveriş için arabalarını hazırladı, bebekler market alışverişi yaptılar. İzlerken tekrar çocuk olup oynamak geliyor içimden. Bazen oynuyorum ama sanki bu oyunlar en çok çocukken zevk veriyor.
Serin piyano çalışma kitaplarını İstanbul’da unutmuştu. İmren kargolamış. Derin bateri çalıştıktan sonra çocuklarla dışarı çıkmaya hazırlandık. Hem kargoyu alıp, hem de çikolata gününü kutlamak için alışveriş yapacaktık. Merin dışarı çıkacağımızı duyar duymaz “Hey!” diye bağırdı. Böyle zamanlarda dudaklarını, ruj sürme pozisyonuna getiriyor. Otama Kırkpınar’ın ürettiği doğal renklendiriciyi kullanıyoruz dışarı çıkacağımızda. Bizden gördüğünü yapmaya çalışarak dudaklarını küçültüp öyle bir sıkıyor ki, ruj sürmek imkansız hale geliyor. İnanılmaz komik ve tatlı görünüyor Merin.
Kargoyu aldıktan sonra markete gidip çeşit çeşit çikolata ve dondurma satın aldık. Çocuklar köfte ekmek yemek istedikleri için, bugün de işim kolaylaştı. Fakat artık daha fazla rahata alışmadan, yarın için zengin bir menü planlamam gerektiğini hissediyorum. Sanırım kolay bırakabilen bir yapım olduğu için, hep kendimi bir düzende kalmaya zorluyorum.
Merin’in çok uykusu geldiği için, eve geldiğimizde Merin’i arabadan alıp hemen uyutmaya gideceğimi, çocuklardan poşetleri eve taşımalarını istedim. Derin’e atlara bakıp, balkonu yıkaması gerektiğini hatırlattığımda surat asıp “Off ya, offf!” gibi bir şey söyledi. Bunu her gün yaşayacak mıyız diye merak ediyorum ve bu tepkilere sakin kalmakta çok zorlanıyorum. Bu şekilde her gün devam edebileceğimi sanmıyorum. İstemiyorum da. Merin’i uyutup aşağı indim ve atlara baktım. Derin ortalıkta dolaşıyordu. Sanırım atlatın suyunu doldurdu. Hatırlamıyorum çünkü ilgilenmedim. Sonra balkona geçip yıkadım. Bana “Ne yapıyorsun?” diye sordu. “Balkonu yıkıyorum. Bu işi yapamayacağım için değil, kolay olduğu için, evde adil bir iş bölümü istediğim için sana verdim Derin. Ama kendim de yaparım. Bu beni zorlamaz. Atlara, köpeklere, kedilere, bahçeye, her şeye bakarım. Tek başıma gayet güzel yaşarım. Ama amacımız beraber, hayatı paylaşarak yaşayabilmek. Tüm işi bir kişinin üstüne yıkmak, adil bir yaşam şekli değil. Bu seni yalnızca zayıf kılar. Ahlak bu değildir.” dedim. Kızgındım ama daha fazla kızgın olmak istemiyorum. Enerjimi işlerimi bitirmek için harcamak istiyorum. İşimi bitirip eve girdiğimde Derin’in mutfağı topladığını gördüm. Soğan ve domatesleri doğrayıp köfteleri pişirdi. Sanırım babası gibi her gün belli bir rutin değil, o gün canı ne isterse onu yapmak istiyor. Yetişkin olunca ne yapar bilmiyorum ama bu bana şu an doğru gelmiyor. At istiyor, köpek istiyor, ördek, kaz istiyor. Mesela Ali yalnız başına hiç bir hayvanın sorumluluğunu almaz çünkü bakamaz. O hayvan Ali’yi uzun süre yemek ve başka ihtiyaçları için bekleyeceği için hayvan edinmez. Derin’in önce isteyip, sonra zor gelince bırakma, canlı bile olsa vazgeçme eğiliminde olduğunu görünce endişeleniyorum. Çocukları sorumlulukları konusunda yetiştirmeyi çok daha ciddiye alıyorum.
Bugün film izlemeyi akşama bırakmamaya karar verdik. saat 16-17 gibi başlamak istiyorduk ama Derin hala günlük çalışmalarını tamamlamamıştı. Bugünlerde Derin’le başım dertte ya da ben öyle hissediyorum. Bir bakışta 48’in içinde dört tane 12 olduğunu göremiyor ya da 52’in içinde dört tane 13 olduğunu fark edemiyor. Bu sebeple soruları yapmak çok uzun sürüyor. İngilizce çalışırken present tense kurallarını unuttuğunu fark edip yine zorlanıyor. “İstanbul bana yaramadı anne.” dediğinde, “Hayır İstanbul değil, İstanbul’u bahane ederek çalışmamak sana yaramadı.” dedim. Çenemi kapalı tutmayı denemeliyim.

Derin çalışmalarını tamamlayınca, sonunda film izlemeye geçebildik. Fakat ben dün başladığım figür dikişine devam etmek istiyordum. Oturup sadece film izleyemiyorum. Bişeyler yapmam gerek. Dikiş makinamı ekranı görebileceğim şekilde mutfak masasına getirip çalıştım. Her çikolata gününde olduğu gibi Çarli’nin Çikolata Fabrikası’nı izledik. Her izlediğimde başka bir detay fark ediyoruz. Hiç bıkmadan izleyeceğim filmlerden. Bir klasik.
Aslında filmi çocuklar izledi. Bugün Ali’nin canı biraz sıkkındı. Sürekli gevezelik etmeyi seven biri değildir. Konuşma havasında olduğunu hemen anlarım. Bunun o anlardan biri olduğunu fark edince dikiş makinamı bırakıp sohbet etmek üzere oturdum. Çocuklar her sohbetimizin içinde oldukları için, film izledikleri anı yakalamak büyük şans oldu. Alışık olmadığım kadar uzun konuştuk. Ali de telefonu çalınca açıp “Şu an müsait değilim. Sonra arayayım mı?” diyerek kapattı. O’na gösterdiğim özeni, çok sevdiğim dikiş eylemini bırakıp dikkatimi, zamanımı kendisine verdiğimi anladığını ve aynı özeni bana gösterdiğini hissettim. Bazen düşünüyorum da, sanırım onca fikir ayrılığına, sorunumuza rağmen, bizi birlikte tutan, birbirimize olan hayranlığımızı arttıran şey, birbirimize gösterdiğimiz özen. Zamanla bu özen arttı. İlk zamanlar birbirimize oldukça hoyrat, birbirimizin malı gibi, canımız ne isterse söyleyebileceğimiz, yapabileceğimiz varlıklar gibi davrandığımız oluyordu. Birbirimizin sınırlarını kolayca ihlal edebiliyorduk. İnsanın görmekte, farkına varmakta en zorlandığı şey, yanıbaşındaki hazineler. Yaş alıp olgunlaştıkça, birbirimizin, ilişkimizin kıymetini, değerini daha iyi kavradıkça bu özen, sınırlara saygı arttı. Birbirimizin hayatına, kararlarına başkalarının marjinal diyebileceği bir düzeyde saygı duyar olduk. Fiziksel özene de dikkat ederiz. Birbirimize sarılmadan, öpmeden dişlerimizi fırçalayıp duş aldığımızdan, temiz olduğumuzdan emin oluruz. Mesela ben terlediysem “Çok pisim.” deyip Ali’ye sarılmam. Ali de benim bu lafıma çok gülüp “Çok mu pissin?” deyip daha çok sarılmaya çalışır. Kalabalıklar içinde birbirimizi öpemeyip, dokunamadığımızda gözlerimizle birbirimizi sevdiğimizi, özlediğimizi anlatırız. Sıklıkla kalabalık bir ortamda Ali ayrılmak üzere kalkıp uzaklaştığında, arkasından “Bir dakika!” diye bağırıp durdurur, yanına varınca “Öpemedim. Seni çok seviyorum.” deyip öper, vedalaşırım. Ali de “Bunu yapacağını biliyordum.” deyip gülümser. En son çocuklarla yalnız İstanbul’a gitmek üzere Ali bizi havalimanına bıraktığında bekleme salonuna gidene kadar ağladık. Yalnızca sekiz günlük bir ayrılık düşüncesi bile hepimizi üzdü. Ali’yi gözyaşları içinde bırakmak hepimizi zorlayan dramatik bir andı. Üzücü olsa da duygularımızı açıkça ifade edebildiğimize minnettarım. Derin iki yaşındayken, bizi anneannem ve kardeşimle İstanbul yolculuğuna uğurlayan yine Ali olmuştu. Bana en sevdiğim şarabı alıp sürpriz yapmıştı. Tam arabadan inerken plastik bardaklara doldurup içmiş, kutlamıştık. Ali’yle hayat kolaydır diyemem ama hareketlidir. İnsanı genç, canlı tutan bir enerjisi, neşesi vardır Ali’nin.
Film bitince biz de sohbeti bitirdik. Akşam olmuştu. Atlara bakmak üzere Merin’le dışarı çıktık. Merin bu işlere dahil olmak için deliye dönüyor. Kucağımdan inmiyor. Merin kucağımdayken atı çözmek, yem yerine getirmek, suyunu doldurmak, yemini koymak kolay olmuyor ama alıştım. Merin atımız Leyla’nın ipini sıkı sıkı tutarak suya doğru çekiyor, su içmesini söylüyor. Kendine çekip başını seviyor, okşuyor. Yaşadığı bu deneyimlere inanılmaz mutlu oluyorum. Sinek sorunu oldukça rahatsız edici. Şekerle sinek kovucu sıkma eğitimini bugün Merin’le yaptık. Leyla bazen hala ilk sprey sesine, neredeyse şaha kalkacak kadar tepki verse de, sakin kaldığında şeker verdiğimi anlayarak tepkilerini kontrol ediyor. Tüm vücuduna sinek kovucu sıkınca Leyla fark etmese de, sineklere engel olduğumuz için rahatladım.



Merin’le eve girince herkes duş alıp dişlerini fırçaladıktan sonra yatağa gittik. Çocuklara, artık akşamları yazı yazmayacağımı, sarılıp kitap okuyacağımızı söylediğimde çok sevindiler. Kendim için yaptıklarımın çocuklardan çalıyor olmasına razı gelemiyorum. Merin’i uyutup, hep yaptığım gibi Serin ve Derin’in ortasına uzanıp, bugünlerde her gün okuduğumuz Yer Altı, Su Altı kitabını okuduktan sonra uyuduk.
Hakkında bunca kelime sarf etmeye değer bu güzel gün böylece sona erdi.













Yorumlar