Doğanın içinde stresli bir hayatım var.
- sesinakmaz
- 13 Eyl
- 18 dakikada okunur
29 Ağustos - 12 Eylül 2025 Perşembe
Sabaha karşı yoğun bir baş ağrısıyla uyandım. Gün içinde başlayan hafif ağrı uykumda oldukça artmıştı. Son senelerde bunu ara ara yaşar oldum. Yaşlılık hastalıkları sanırım stresle beraber gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Saat 04.30’du. Erken yatmama rağmen çok istesem de bu saatlerde uyanamıyorum. Her gün çocuklardan önce uyanır bir kaç satır yazarım ümidiyle yatıyor, asla başaramıyorum. Bunu bile bir başarısızlık olarak görme halim ne tuhaf. Keşke kendime karşı bu kadar acımasız olmasam. Baş ağrıma rağmen uyumayı başaramadım. Bunun yazmak için bir fırsat olabileceğini düşünüp çocuklarla uyuduğum odadan çıktım. Hava özellikle gece ve sabahları soğuk olmaya başladı. İlk defa sabahlık ve uzun çoraplar giydim. Hala üşüyorum. Sosyal medyada gezinmek, haber programları yada diğer alanlarda programlar izlemek istiyor zihnim. Çünkü yazmak zor. Saatlerce yazıyorum ama sadece 10 dakikada okunuyor. Tüketimin çılgınlık boyutuna geldiği günümüzde üretimi arttırmak eskiye göre kat kat fazla çaba istiyor. Tüketim konusunda ahkam kesecek en son insanlardanım. Sürekli tüketime vurgu yapıp en çok tükedenlerdenim. Bir şeye çok fazla vurgu yapılıyorsa orada konuyla alakalı bir sorun vardır. Deneyimlerim bunu gösteriyor. Yazımı, çocukların uyanacağı saate kadar bile yetiştiremeyebileceğimi kendime hatırlatıp klavyenin başına oturmaya ikna oldum.
Son yazımın üstünden on üç gün geçmiş. Zaman her gün büyük hızla elimden kayıyor. Dilediğim, tam olarak yaşamak istediğim hayatı yaşıyor olmama rağmen her gün sonunda tatminsizlik duygusuyla baş başayım. Yaptıklarım değil hep yapamadıklarım var elimde. Yetişkinliğin, ebeveyn olmanın en zor tarafı geçmişte bize öğretilenleri unutabilmek. Bir şeyler yapmayı hep derslerle, notlarla, sınavlarla, evin işleriyle, para kazanmakla eşleştirmeye alışık olduğumuz, böyle öğrendiğimiz için, öğrenilenden bambaşka bir yol izlerken, akıntıya karşı kürek çekerken iç huzursuzluğum asla bitmiyor. Günlerimiz kitap okumakla, yüzmekle, meraklarımız ve keşfettiklerimizle, becerilimizi geliştirmekle, sevdiğimiz şeyleri yaparak, aralara sevmediklerimizi de ekleyerek, bolca müzik yaparak, sürekli sohbet ederek, çoğunlukla Merin’le ilgilenerek geçiyor. Ortada toplumun çoğunluğunun kabul ettiği somut bir şey olmayınca her günün sonunda “Bugünü de çok güzel geçirdik.” değil, “Bugünü de iyi eğerlendiremedim.” duyguları hakim oluyor. Yalnızca Merin’in bakımı bile, yalnız bir anne için en zorlu, tek bir kişinin taşıyabileceğinden çok daha ağır bir yük. Fakat çocuk bakmak üzerinde konuşulmaya değemeyecek kadar değersiz hala. Bir kesimin okuyor, sosyal medya algoritmalarını buna göre düzenleyip çocuklarla ilgili farkındalık sayfalarına denk geliyor olması, çevresini buna göre düzenlemesi çocuk bakımının yeterince yüceltildiğini göstermiyor. Hal böyle olunca insan “Neden bu kadar zorlanıyorum? Beceriksiz miyim? Kötü bir anne miyim? Neden elimden daha fazlası gelmiyor? Neden bu kadar yoruluyor, neden çocuğumdan kaçmak istiyorum?” düşünceleriyle ve yetersizlik hissiyle yalnız kalıyor. Bugünlerde dinlediğim Bir Aile Meselesi programının, Anne Babalıktan Yorulmakla ilgili bölümünü dinleyince, sırtımda bir destek hissettim. Sanırım şu an gözlerimin dolmasına, akan göz yaşarıma engel olamayışıma sebep, benim gibi insanların halinden anlayan profesyonellerin programının, bulabildiğim tek desteğin olması. Kimsenin bana üzülmesini istemem. Her ne yaşıyorsam benim bilinçli seçimim. Seçmiş olmamız bu yolda bunalmayacağımız, yorulmayacağımız anlamına gelmiyor.
Merin’e aşığım. Evdeki herkes öyle. Uyurken bile seviyor, öpmek istiyoruz. Merin öyle bir bebek ki, sanki bize mutluluk vermek, tüm tatlı hareketleriyle, konuşmalarıyla, tavırlarıyla, bizi sevme şekliyle onu sarmalayalım, sevelim, en güzel duydularla sürekli yoğrulalım diye gönderilmiş. Merin’e olan sevgimi anlatmak çok zor. Derin ve Serin’e olan sevgim gibi. Sadece düşününce bile titriyorum, içim kaynıyor. Ama çok zor. Şule Öncü’nün Hepimiz Narsistiz kitabında bebeklikle ilgili bölümünü okuyunca daha iyi anladım. Merin inanılmaz tatlı ama yaşı gereği tam bir zorba. Gün içine defalarca ağlıyor, olmadık şeyler istiyor, yapabileceklerinin çok üstünden bir gücü olduğunu, her şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşünüyor. Merin uyanıkken onun ilgisini çekmeyen hiç bir kitabı okuyamıyoruz. Çocukların her türlü aktivitelerini sabote ediyor. Müzik aleti pratiklerini engelliyor. Sürekli çığlık atıyor, sinir krizlerine giriyor, ağlıyor. Bazen dayanamıyorum. Öyle dayanamıyorum ki, gölerimi kocaman açıp tüm kararlılığım ve öfkeli gözlerimle Merin’e bakıp “Bunu yapamazsın! Yeter!” diyorum. Bunu yapana kadar çok fazla dayanıyor, çok fazla şey deniyorum. Ama bazen olmuyor işte.
Geçen gün sabah köye sipariş ettiğim sütü getirdiler. Derin’e cüzdanımı alıp ödeme yapmasını, sütü almasını söyledim. Henüz üst kattaydım. Serin bana Ten Ten kitabını anlatmaya çalışıyordu. Merin yine bir şeye çılgınca ağlamaya başladı. Derin cüzdanı bulamıyor, kapıya gelenler, geldiklerini söylemek için sürekli telefonumdan arıyorlardı. O sırada giyinmeye çalıştığım için ve evimizde perde olmadığı için bir odaya hapsoldum. Kıyafetimi almak için diğer odaya geçsem çıplak görülme olasılığım vardı. Merin çılgınca ağlarken, telefonum sürekli çalarken, Derin aşağıdan “Cüzdanı bulamıyorum!!!” diye bağırırken, Serin hala bana kitabı anlatmaya çalışıyordu. Tam bir film sahnesi gibiydi. “Yeter!” diye öyle bir bağırdım ki, Derin sonunda ödemeyi yapıp sütü almaya çıktığında sesimin dışarıdan duyulduğunu söyledi. “Bağırdığım için değil de, sesim duyuldu diye mi utanmalıyım Derin? Ne ima ediyorsun?” dedim. “Anne herkes seni duydu diyorum. Başka bişey ima etmiyorum.” dedi. O an bulunduğum durumda bağırmaktan hiç utanmadım. Sinir sistemim mahvolmuştu. En anlamadığım kısım, bir şeyler olup biterken, yaşanırken, yapılmış olandan değil, bunun duyulmasından utanç duyuyoruz. Bu beni en inciten şey. Yapılan yanlışları saklamaya bu kadar enerji harcamak yerine, o enerjiyi yanlışı yapmamak ya da yaptıklarımız üzerine düşünmeye harcasak yaşamak çok daha anlamlı, güzel olabilirdi. Ayrıca köyden insanların bir anneyi çocuğuna bağırdığı için yargılayacağını hiç sanmıyorum. Bunu çok normal kabul ederler. Normaldir demiyorum ama günümüz ebeveynlik dünyasının bize yüklediği mükemmel anne baba olma baskısının hiç birimize iyi gelmediğini düşünüyorum.
Spor salonuna gitmeyi bıraktık. Online spor eğitmenliği almaya başladım. Derin çok istese de, Merin’le daha fazla spor salonuna gidemeyeceğime karar verdim. İlk dersi evde yaptım ama Merin’le hayli zor oldu. Ayrıca üstüme vuran sabah güneşi yüzünden aşırı terledim. İkinci derste dışarıya çıktım. O sabah Derin hepimizden önce uyanmış, ben spor yapacağım diye kendine ve kardeşlerine krep yapmaya başlamıştı. Bu sabah aldığım en büyük destekti. Derin’in bu düşünceli halleri hayatımı kolaylaştırıyor. Eşsiz çocuklarım var. Derin, ben dışarıdayken Merin’i oyalayabileceklerini söyledi. Derse rahatsız edilmeyeceğimi düşünerek keyifle başlasam da uzun sürmedi. Tay yanıma gelip ayaklarımı dürtüp ısırmaya, kulaklığımı, saçlarımı çekiştirmeye, beni yalamaya başladı. Sporu, ağrılarımın tedavisi olarak gördüğüm için rahatsız edilmek istemiyorum. Fakat evin içinde ya da dışında, hiç bir yerde yalnız değilim. Online spor eğitmenim Akın Saatçi bu durumu çok komik buldu ve video çekmek için izin istedi. Ardından Merin geldiğinde tayla beraber daha da renkli görüntüler verdiler. Akın Hoca tüm bunları çekerken çok güldük. Sporumun sabote edildiğini düşünmeyip eğlenmeye çalıştım. Hayatımın zorlukları dışarıdan nasıl da eğlenceli ve güzel görünüyor diye düşündüm. Hemen dersin ardından Akın Saatçi’nin videoları sosyal medyada paylaştığını gördüm. Buna yapmak için izin almaması oldukça fazla düşündürdü ve dikkatimi çekti. Hatta bunun hakkında Derin’le konuştuk. Çocuklarla bu tür konuların açıklıkla konuşulmasını oldukça önemli buluyorum. Ali, sosyal medyadaki paylaşımı görünce bana “Yatışmaya çalışıyorum.” gibi bir mesaj atmış. Bunu kıskandığına inanamıyorum. Biz kadınların bu kadar haksızlığa uğraması çok canımı sıkıyor. Kendisi her gece uzak doğu sokak ve mekanlarının tadını çıkarırken, üç çocuk ve evin tüm hayvanlarıyla sağlığı için spor yapmaya çalışan bir kadının sosyal medyadaki görüntüsü kıskançlık yaratıyor. Akıl almaz bir adaletsizlik. İçten içe çok kızdım ama aradığında hi bir şey olmamış gibi konuştuk ve konuyu böylece açmadan kapatmış olduk. Bu olaylar yaşanırken, Serin’in farkındalığıyla şaşkınlık yaşadım. Ali de spora başladı bugünlerde. Serin bunu duyunca “Anne babam senin spora gitmeni istemiyordu ama kendisi gidiyor. Bize yapmayın dediği her şeyi babam yapıyor.” dedi. Bunu Ali’ye ilettiğimde “Serin bunları bir yerden duyuyor bence. Onun sözleri olamaz.” cevabını verdi. “Kızım hayat kadınlar için adil değil, sanırım olmayacak. Her zaman kendi özgürlüğün, hakların için savaşman gerekecek. Üzgünüm ama böyle. Bu biz kadınları güçlü kılıyor. Görüyorsun. Haksızlığa uğruyoruz.” dedim. Serin’in tam bir savaşçı olmasından gurur duyuyorum. Bazen abisini eziyor olmasına üzülüyorum ama abisi karşısında ezilmesindense bunun daha makul olduğunu düşünüyorum.
Son yazımın üstüne yazmakta günlerce zorlandım. İstemesem de o günleri tekrar hatırladım. Kötü rüyalar görmüştüm. Çocuklarımın kötü durumlara düştüğü rüyalardı. Gündemi, Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri takip etmek acı veriyor. En son Sedat Peker gibi insanların maalesef bize koruma olabildiğinden, yaşadığımız dünyada kendi adaletimizi sağlamak durumunda kaldığımızdan bahsetmiştim. Çocuklarımızı koruyamadığımızı düşündüm. Ailemin güvenliği, geleceği için endişelerim var. Ali, bize güvenli ortam, iyi bir hayat sağlamak için bugün büyük bedeller ödüyor ve sanırım ömür boyu bunu devam ettirmeye çalışacak. Ekranlarda sabıka kaydı olan insanların sokaklarda dolaştığını, bu insanların kötü olduğunu, hapiste olmaları gerektiğini söylediklerinde, bu şekilde genelleme yapılmasından çok rahatsız oluyorum. Gerçekler hiç öyle değil. Genellemeler bana çok tehlikeli geliyor. Ali’yle tanıştıktan belki bir hafta ya da on gün sonra kendisinden bir mesaj almıştım. “Mahkemedeyim. Ne olacağını bilmiyorum. Bana ulaşamayabilirsin. Haber vermek istedim.” gibi bir mesajdı. Bana bu mesajı atmasına çok şaşırmıştım. İnsan en yakınına böyle bir mesaj atar diye düşündüm. Ertesi gün bir kere, devam eden günlerde de sadece bir kez daha aradım. Telefonu kapalıydı. Çok iyi hatırlıyorum, sadece iki kez aradım. Telefonunu açtığında bir sürü arama görmesin, çok aradığımı, ilgilendiğimi düşünmesin diye sadece iki kez aradım. Aslında çok merak etmiştim. Fakat Ali’yi tanımıyordum. Korkuyordum. Yakınında olmaktan endişe ediyordum. Haftalar sonra beni aradığında, görüşmediğimiz süre boyunca cezaevinde olduğunu öğrendim. Tüylerim diken diken oldu. Beni arayıp günü birlik bir şehir dışı seyahatine gideceğini, kendisine eşlik edip edemeyeceğimi sorduğunda kaçıp kurtulmak istedim. “Benim böyle biriyle ne işim olur.” diye düşündüm. Tek düşüncem reddetmekti. Anneme anlattığımda beni inanılmaz şaşırtan bir cevap aldım. Annem “Kızım olayın iç yüzünü bilmiyorsun. Kimseyi dışarıdan bakarak yargılama.” dedi. Açıkça söylemeliyim ki benim çizgi dışında bir insan olmamın sebebi ailemdir. Bugün iletişim için ortak bir yol bulamasak da bunun için onlara minnettarım. Böylece Ali’yle gitmeyi kabul ettim. O gün, hayatımı değiştirdi. Tüm gün, yol boyunca sohbet ettik ve tanıştığım, sohbet ettiğim Ali, beni çok etkiledi. Gerçekten bir insanı tanımak için onunla yolculuk etmek oldukça doğru bir yöntem. Bugün yaşananlar bize derin üzüntü verse de geçmişle ilgili hiç bir şeyi değiştirmez, yine yaşardık. Ali’yle yaşadığım hiç bir şeyden pişmanlık duymuyorum. İyi ki başıma geldi ve umarım ömrümün sonuna kadar yanımda olacak.
Bugünlerde evin giderlerinde bir tıkanıklık sorunu yaşıyoruz. Çağırdığımız ustalar hala gelmedi. Özellikle beni arayıp “Yapılacak bişey var mı yenge? Biz her zaman buradayız. Ara lütfen.” diyenlere, gider sorunundan bahsettiğimizde, kendi alanları olmasına rağmen, hatta bizim evi yapan insanlar olmalarına rağmen gelmemeleri çok manidar. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Serin banyoda tuvalet kağıtlarını ıslatıp oyun oynamış. Banyoya girdiğimde gözlerime inanamadım. Yer tümüyle ıslak peçeteyle kaplıydı. Merin ve Serin oynarken kendilerinden geçmişlerdi. “Serin gider tıkanıyor. Biliyorsun. Endişeliyiz. Böyle bir şeyi nasıl yaparsın?” dedim ama nafile. İş işten geçmiş. Bunu görünce ısrarla tuvalete peçete atıp atmadıklarını sordum. Eğer bunca zaman tuvalete kağıt attılarsa bugünkü sorunumuzun nedeni çok açık hale gelecek fakat yapmadığını söyledi. Sonra da banyoyu temizleyip “Bak büyütüyorsun. Temizledim bile.” deyip işin içinden sıyrıldı. Çocukların banyoda oynamalarına, böyle şeyler yapmalarına hep göz yumdum. Hiç duyu bütünleme tepsisi hazırladığımı hatırlamıyorum. Sadece çocukları engellemiyorum. Onlar kendilerinin ihtiyaçlarını anlayıp bu şekilde, suyla, ıslak peçeteyle, kumla, sallanarak, hoplayıp, zıplayarak, kendi yollarını bularak gideriyorlar. Geçenlerde banyoya girdiğimde Serin tabureye çıkmış, suyun çıktığı noktaya kendini olabildiğince yaklaştırmış şekilde duş alıyordu. “Sıcak su azalmış. Böyle yapınca daha sıcak hissediyorum.” dedi. Aynı gün Merin duştayken bir ara dışarı çıkıp tekrar içeri girdiğimde, banyonun fayansının üstüne tümüyle yüz üstü yatmış, suyun üstüne akmasının tadını çıkarıyordu. Keyiften kendinden geçmiş gibiydi, uyuyacaktı sanki. Bu anlar hayatımın en kıymetli anları.
Derin konuşmayı çok sever. Zamanım olsa, tüm gün dikkatimi verebilsem, hiç susmayacağından korkuyorum. Bugünlerde bana Nintendodan sık sık bahsediyor. “Anne oyunun şu eklentisi çıkmış. Şöyle bir özellik gelmiş. Şöyle etkili, böyle efektif.” falan diye anlatırken artık teslim oluyorum. Hatta artık abartıp oyunla ilgili yeni bir haber aldığımda “Derin bunu duyduğuma inanamıyorum? Yeni bir eklenti mi gelmiş? Şimdi mutluluktan zıplayacağım, hatta dur zıplayayım.” deyip sevinç dansı yapıyorum. Derin ise “Anne ya!” deyip katıla katıla gülüyor.
Bazen Derin’in elinde küple yaşamasına kızıyorum. Sürekli, çeşit çeşit küp çözüyor, yenilerini öğreniyor ve her fırsat bulduğunda videolarını izliyor. Bazen sinir bozucu olsa da, biraz düşünüce bunun harika olduğunu fark ettim. Yaşıtları çeşitli platformlarda sörf yapıp, reel videoları izlerken, Derin sevdiği bir konuda her geçen gün kendini daha da geliştiriyor. Bu muhteşem. Kendini ekran başında tutacak bir meşguliyet bulmasına kızıyorum ama içeriğe bakınca yatışıyorum. Kendini oyalayacak, ilgilenecek bir şey bulması önemliydi. Özellikle ergenlik çağı başlangıcında böyle bir tutku geliştirmesi eşsiz güzellikte. Bunu fark ettiğimde Derin’le paylaştım. Bunu duyduğuna çok sevindi. “Anne çok teşekkür ederim. Bunu takdir etmene çok mutlu oldum. Küp çözmemi istemediğinizi düşünüyorum bazen.” dedi. Aslında bunun kıymetini bilmiyor değilim. Derin’i bu konuda çok destekledim. Hala destekliyorum. Bazen talep etmediği halde küp alıyorum, koleksiyonunu çoğaltıyorum. İlgisinin artmasında ya da devam etmesinde ne kadar payım var bilmiyorum ama uğraşısına, çabasına büyük saygı duyuyorum.
Her yemek yaparken değil ama çoğunlukla çocukları yemek hazırlama, pişirme sürecine dahil ediyorum. Mesela özelikle patates kızartacağımızda hiç karışıyorum. Serin severek sarımsakları soyup sarımsaklı yoğurt hazırlıyor. Derin patatesleri yıkıyor, doğruyor ve pişiriyor. Salata yapıyorlar. Meyve hazırlıyorlar. Serin turşu kurma, doğrama, ekmek, kek yapma süreçlerine dahil olmayı çok seviyor. Kendine çilekli, muzlu yulaf tabakları hazırlıyor. Derin krep, pankek pişiriyor. Geçenlerde yine yetersiz hissettiğim bir günün sonunda “Günüm mutfakta geçiyor. Buna bi çözüm bulamıyorum.” dediğimde, Derin “Anne iş yükünü hafifletsek? Mesela mutfağı biz temizlesek? Bir öğün yemeği biz yapsak?” dedi. Çok memnun oldum ama bunun ne kadar sürdürülebilir olduğunu bilmiyorum. Çünkü “Hadi çocuklar! Hani mutfağı toplayacaktınız?” bölümüne gelmekten nefret ediyorum. Onlar çocuk olmalılar, ben de yetişkin. Yardıma ihtiyacım olduğunda söylüyorum ve yapıyorlar. Ben talep etmeden de çoğu işi üstleniyorlar. Bu bana yeter diye düşündüm. O gece dikiş dikebilmek için geç yatmıştım. Sabah biraz geç uyandığımda aşağıdan, mutfaktan çekmece, çatal, tabak sesleri geliyordu. Bu sesi iyi tanırım. Ali’nin mutfakta olduğunu çağrıştırır bana. Fakat bu sefer Ali değil, Derin mutfaktaydı. Aşağı indiğimde “Bakma! Sürpriz!” deyip beni mutfaktan uzaklaştırdı. Bir süre sonra muhteşem domates kokuları gelmeye başladı. Hayatımda yediğim en güzel domatesli makarnayı yapmıştı. Yememem gerekiyordu ama dayanamayıp iki tabak yedim. Hepimize yemek hazırlaması, sunması, kardeşlerine gösterdiği özen, Merin’i koltuğuna oturtup yemesini sağlaması, hepsi o kadar muhteşem görüntüler ki gözlerim doluyor. Tüm bunları babasından almış. Minnettarım ailece kurduğumuz bu dünyaya.
Serin dikiş dikiyor bu günlerde. Figürlerin nasıl yapıldığını anlayınca çok kolay buluyor. Ama dikme işinin çok zor olduğunu söylüyor. Geçenlerde dikiş makinasının başında oturup yine dikmeye çabalarken “Anne şu an çok zorlanıyorum. Neredeyse bırakacağım. Bıktım artık. Ama pes etmiyorum. Kendimi devam etmeye zorluyorum. Bitireceğim.” dedi. Bu o kadar önemli bir farkındalık ve çaba ki, diğer her şeyden, ders altında çocuklara dayattığımız tüm o şeylerden daha değerli geliyor bana. Buna sadece dikiş dikmek olarak bakmıyorum. Çocukların böylece bambaşka alanlarda kullanabilecekleri becerilerini de geliştirdiklerini, zorluklarla mücadele etmeyi gördüklerini anlıyorum. Ben bile senelerdir dikiş dikmeyi kendi kendime öğrenmeye çalışırken, eski dikiş makinamı defalarca pencereden atmak istedim. Kötü bir makineyle dikiş dikmek insanı bezdirir, soğutur, vazgeçmek kaçınılmazdır. Yeni dikiş makinası almaya cesaret edecek kadar kendimi bu alanda geliştirdiğime çok memnunum. Dikiş dikmek, kumaşlardan hayaller, hayatlar yaratmak müthiş bir şey. Çocukların dikiş dikilen bir evde büyümeleri büyük bir imkan bana göre.
Çocukların çamaşırlarını katlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Bir yerden başlamak gerek. Zaman zaman yaptılar ama artık herkesin gerçekten kendi çamaşırlarını katlayıp dolaplarına yerleştirmelerini istiyorum. Başlarda zorlandılar. Kafalarına göre değil benim yaptığım gibi yapmalarını istedim. Evin geneline bakınca dağınık, yetişemiyorum ama yapabildiğim yerleri en iyi şekilde düzenlerim. Bir işi öylesine yapmayı sevmiyorum. Aslında işleri bitiremememin sebebi de bu sanırım. Bazı işler üstünden gereksizce fazla takılıyorum. Çocukların çamaşırlarını katlıyor olmasının işimi kolaylaştırdığını söyleyemem. Şu an zor. Yapmalarını istemek, hatırlatmak, nasıl yapacaklarını göstermek, dolaplarına götürüp düzenlemelerini sağlamak, kendim katlayıp yerleştirmekten daha zor. Ama bunu bir süreç olarak görüyorum. Her iş gibi bu da bugün zor olacak ama gelecekte meyvesini hem çocuklar kendi adlarına, hem de ben bir anne olarak alacağım. Çocuklarla ilgili bugünün tüm zor işleri gelecekte ödül olarak dönüyor.
Geçenlerde Lego Duploları indirip Merin’e yeni yapılar yapmayı planladım. Böylece lego kutularının tozunu da almış olmaktan mutlu oldum. Aslında her sene legoları komple yıkayıp kurutuyordum. Kutuları da yıkadıktan sonra şekline göre ayırıp yerleştiriyordum. Lego yaparken de temizlenebileceğini, o kadar da mükemmel temizlik yapmaya gerek olmadığını anladım ya da böyle yapmaya mecbur kaldım. Merin, Serin’in lego masasına sık sık gidip rahatsız ettiği, legolarını almak istediği için Merin’e de bir kaç ev, yapı inşa edebileceğimi düşündüm. Legoları yerdeki örtünün üstüne döküp lego yapmaya başlayınca Serin ve hatta Derin de gelip Merin’le bana katıldı. Merin benimle lego yaptığı için öyle mutluydu ki, önümdeki parçaları Serin ya da Derin almaya kalksa kızıyor “Bu anneeee!” diye bağırarak ellerinden alıyordu. Kucağıma oturmuş, koyması için verdiğim parçaları gösterdiğim yerlere koyuyordu. Serin bana “Anne seninle lego yapmayı çok özlemişim.” dediğinde büyük bir üzüntü hissettim. Eskiden Serin uyurken Derin’le lego yapardık. Serin büyüdükçe beraber bir sürü şey inşa ettik. Artık diğer işler çok zamanımı alıyor. Azıcık zamanım olsa dikiş dikerek değerlendirmeyi tercih ediyorum. Annesi terzi olan bir tanıdığım bana “Dikiş dikmiyorum. Annem hep dikerdi. Bu bana iyi gelmiyor.” demişti. Böyle şeyler duyunca çocukları ihmal mi ediyorum diye düşünüyorum. Ama diktiklerim de çocuklar için. Onlara bir oyun dünyası yaratmak için saatlerce, günlerce çabalıyorum. Koca yaz geçti ve kendime sadece uyurken giydiğim üç şort dikebildim. Ne yapıyorsam onlar için yapıyorum. Serin benimle lego yapmayı özlediğini söylediğinde, üzüntü ve suçluluk duyuyorum. Her şeyi bırakıp çocuklarla lego yapma eğilimi yaşıyorum. Düşününce bu çok yanlış geliyor. Kendimi sakinleştirip “Anın tadını çıkar. Ne oluyorsa öyle olması gerektiği için oluyor.” diyorum.
Dün yazımı burada bitirmiştim. Bugün 12 Eylül Cuma. Bu sabah yine 06:00 gibi uyanabildim. Çocuklardan önce uyanabildiğime çok memnunum. Umarım bunu sürdürebilirim.
Bir süredir çocuklarla astronomi okuyoruz. Her zaman okuduk ve gök gözlem yaptık ama artık daha bilinçli çalışmalar ve okumalar yapıyoruz. Daha planlı gidiyorum. Merin uyanıkken kitap okumamıza fırsat vermediği için (inanılmaz ama okutmuyor) Merin öğlen uyurken okuyoruz. Bugünlerde Derin Einstein’in Görelilik kitabını okuyor. Pal Sokağı Çocukları ve Mitoloji de okuyor. Aynı anda bir çok kitabı okumak sadece bana özgü bir özellik sanırdım. Astronomi okurken aslında diğer disiplinlerden yararlandığımızı, hayatta her şeyin bütün olduğundan bahsettim. Mesela aynı zamanda tarih, matematik, türkçe okuyoruz. Bölgeleri ve hava durumunu, coğrafyayı inceliyoruz. İsmini mitolojiden alan gezegenleri öğreniyoruz. Canlılıkla biyolojiye giriyoruz. Kütle çekimiyle fizik, hidrojenlerin oluşturduğu helyumu okurken kimyaya dalıyoruz. Derin hemen “Anne periyodik tabloda Hidrojen 1, Helyum 2 numara. Şimdi anlıyorum!” diyor. 40 yaşındayım, bunca sene kimya dersi aldım ama periyodik tablodaki hiç bir şeyin numarasını, yerini söyleyemem. Şaşkınlıkla dinliyorum. Derin astronomi okurken, zaman, mekan, hız kavramlarını okuduğu görelilik kavramlarıyla kıyaslıyor. Büyük heyecanla anlatıp bağlantılarını açıklıyor. Kendimi hep bir sanatçı olarak görmüş, bilimden uzak olduğumu var saymıştım. Çocuklarımla bilim üzerine böyle sohbetler yapacağım aklımın ucuna gelmezdi. Bizi sözelci, sayısalcı diye bölüp, disiplinleri derslere ayırdıkları ve bağlantıları üzerine düşünmeye sevk etmedikleri için her şeyin bütün olduğu gerçeğiyle okulsuzluk yaşam felsefesinden sonra tanıştım. Çocuklarımla böyle bir öğrenme deneyimi yaşarken, hücrelerime bakma şansım olsa, eminim hepsini mutlulukla zıplar, dans ederken görürüm. Bu deneyim beni nasıl mutlu ediyor anlatamam. Oturup soluksuz bir kitap okuyamıyoruz, süreç yavaş ilerliyor. Ne okusam çocukların konuyla ilgili mutlaka söyleyecek şeyleri oluyor. Sabırla dinliyorum. Benim daha iyi bildiğim bir konu yok. Beraber öğreniyoruz. Karşılıklı konuşma, paylaşma hali, öğrenmenin en önemli noktası. Ancak bu şekilde herkes kafa yorup öğrenmenin aktif katılımcıları rolünü alıyorlar. Okulun en sevmediğim taraflarından biri, bilginin pasif durumdaki öğrencilere sürekli aktarılıyor, bir yığın gibi üstlerine dökülüyor olması. Deneyimler yaşamayınca, duygulara hiç değmeyince, sadece sınavı geçme, not alma aracı olarak görüldüğünden, sınav geçince unutuluyor. Bire bir öğrenmenin, hatta çocuğun kendi kendine, sadece ilgilendiği için öğrendiği şeylerin muazzam değerde olduğunu düşünüyorum. Tüm bunları liseye, üniversiteye girmek, sınavları geçmek için değil, sadece merak ettikleri için yapıyorlar. Bu benim için inanılmaz güzellikte. Çocuklar için en büyük hedefim yaşam boyu öğrenme modelini benimsemelerini sağlamak.
Bugünlerde kışa hazırlık yapıyorum. Domates konservelerimi ve tarhanalarımı köyden süt ürünleri aldığım bir aile yapıyor iki senedir. Bu bana büyük kolaylık sağladı. İlerde biraz rahatlayınca yine kendim yapmak isterim ama şu an, özellikle Merin küçükken büyük destek oluyor bu bana. Serin ve Merin turşuyu çok seviyorlar. Geçen gün manavdan aldığım koca kavanozu 2-3 günde bitirdiler. Aslında kışın sık sık lahana turşusu yapıyorum. Sirkesiz, tamamen lahana, tuz ve suyla yapıyor, kendi kendine fermente olmasını sağlıyorum. Şimdi tam da turşu mevsimi olduğunu görünce kolları sıvadım. Kilolarca kornişon ve diğer turşuluk malzemeyi aldım. Düşündüğüm gibi kolay olmadı. Günlük hayatta işlere zor yetişirken, bu kadar yüklü bir turşu işine girişmek mutfağı alt üst etti. Sabah yaptığım online spor da oldukça ağırdı. Her yerimde kas ağrıları vardı. Boynum sürekli tutulmuş halde. Belimdeki ağrı tam olarak geçmiyor. İnanılmaz yorulmuştum. Ali turşuluk malzeme aldığımı duyunca “Sen yapamazsın, malzemeler çöpe gider. Bekletirsin, dolapta bozulur.” deyip güldü. Böyle senaryoların yaşandığını çok gördük. Eskiden tembeldim diye sık sık vurgu yapıyorum. İşlerin sonunu getirecek enerjiyi bulamıyordum. Fakat Ali böyle söylediğinde artık ne çok çalışıp uğraştığımı görmüyor mu diye içerliyorum. Güldüm. Geçen sene de turşu kurmuştum. Sadece iki tane 3’er aitlik kavanozlardı. Çocuklar bir hafta içinde hepsini bitirmişlerdi. Bu sebeple, bu sene yapacaksam tüm kış yetsin diye düşünerek bolca yapmaya uğraşıyorum. Ali’nin bu gereksiz şakalarına güldüm. “Turşuyu kütür kütür yiyeceğiz, göreceksin.” dedim. Ortamı yumuşatmak için “Sesin senin yemeklerini seveceğimi, özleyeceğimi hiç düşünmezdim.” deyip çocuklara meşhur hikayemizi anlatmaya başladı. Ali’yle henüz evlenmeden önce, flört ederken havalimanında yaz sezonu için çalışıyordum. Aynı zamanda yurt dışında okuduğum master programım devam ediyordu. Tatil günlerimde Ali’nin yanına gidip apartında kalıyordum. Ali de o günlerde arıcılık yaptığı için bazen beni yalnız bırakıp çalışmaya gidiyordu. Bir gün ben uyurken gece eve geldiğinde dolapta sadece soğanla kavrulmuş ıspanağı görünce “Bu kız yemek yapmayı bilmiyor ama buna rağmen evleneceğim bu kızla. Yemeği ben yaparım. Ama çok seviyorum, çok beğeniyorum. Evleneceğim.” diye düşünmüş. Ertesi gün uyandığında ıspanaklı börek yaptığımı görünce mutluluktan havalara uçmuş. Bana anlattığında çok güldük. Gerçekten de bir çok yemeği yapmayı bilmiyordum. Mesela bir gün bana “Kuru fasülye yapsana.” dediğinde, “Nasıl yapayım? Çok zor. Hayatta beceremem.” demiştim. Halbuki bu yemek benim için artık en kolay, en kurtarıcı yemek kategorisinde. Üniversitede, özellikle eve taşındıktan sonra basit, proteini yüksek yemekler yapardım kendime. Arnavut ciğeri, balık buğulama, köfte, tavuk ızgara gibi basit ama besleyici yemeklerle beslenirdim. Diğer yemeklere dair pek fikrim yoktu. Evlendikten sonra ne zaman mutfağa girsem zorlanırdım. Ama insan en çok neyi pratik ediyorsa o alanda gelişiyor. Kaçınılmaz. Artık yemeklerimin özlenmesine, bu noktaya geldiğime ben de şaşıyorum. Ali “Sesin, çocuklar büyüyecek, evden ayrılacak ve sen bana yemekler yapacaksın, değil mi?” dedi. “Evet aşkım ama ben çocuklara da yapmaya devam ederim.” dedim. Kendimi dört eve yetecek konserveler, turşular yaparken hayal ettim. Biraz irkildim. Umarım bu yükü tek başıma taşıma halim yakamı bırakır.
Merin’in iki yaşına girmesine günler kaldı. Konuşmayı çok ilerletti. Hemen hemen her şeyi söylüyor, cümleler kuruyor. Hayatımda duyduğum en güzel “Evet!” Merin’e ait. Konuşmasına bayılıyorum. İnanılmaz tatlı. Sürekli hepimiz birbirimize “Duydun mu ne dedi? Ne kadar tatlı değil mi?” gibi şeyler söylüyoruz. Gece meme emmeyi doğal akışında bıraktı diyebilirim. Serin’de çok zorlanmıştım. Merin’e bir kaç gece hayır dedim. “Gece meme yok. Uyanınca, sabah meme var.” gibi şeyler söyledim ve gece meme vermedim. Bir kaç kez ağladı ama sonra alıştı. Hiç sancılı bir süreç olmadı benim için. Su da vermedim. Çocuklara gece su verilmesini anlamlı bulmuyorum. Bizim gibi uyanmadan, bişey yiyip içmeden sabaha kadar uyumasını istiyorum ve öyle de oldu. Ama durum farklı olsaydı, suyu mutlaka istiyor olsaydı verirdim. Sabah uyanınca, öğlen uyurken ve akşam uykusuna geçerken emziriyorum. Bazen aralarda istediğinde kabul edip emzirdiğim oluyor. Çişini, kakasını tuvalete yapıyor. Sık sık çiş kaçırıyor, yere yapıyordu ama bugünlerde çok daha iyi. Bugün öğlen çok az uyudu ve tüm gün hepimizi bezdirdi. Merin’in eskiye göre bakımı çok daha kolay ama bazı açılardan hala çok zor. Tutturuyor, ağlıyor, çocukların her işine müdahale ediyor, engelliyor. Hepimiz gün boyunca Merin’le ilgilenmekten oldukça yoruluyoruz. Öyle tatlı bir bebek ki, yine de çocuklar “Anne baksana ne kadar tatlı!!!” demekten kendilerini alamıyorlar.
Bir kaç gündür evin önündeki betonun üstüne attığımız kumu başka bir yere taşımaya çalışıyoruz. Her gün göle gitmek yorucu olduğundan, en azından ben evde işlerimi yaparken çocuklar oyalanır diye büyük bir havuz almıştım. Önce otların üstüne koyduk. Fakat alttaki bitkilerin çürümesine sebep olmuş. Günlerce berbat bir koku oluştu. Ayrıca havuzun motoru, kloru yokken yosun tuttu. Temizlemek için çok uğraştım. En doğru yerin betonun üstü olduğuna karar verdik. Motor, klor, ph ölçer aldık. Kumu dışarıya taşırken pek de kolay olmadığını gördüm. Elerim kürekle kum atmaktan su topladı. Kumun buraya atılma hikayesini düşünüp Serin’e söyledim. Kum, kışın araba park ettiğimiz alanın yanında, arazideydi. Serin gidip kumun üstünde oyunlar kuruyor, oynuyordu. Ali bir gün Serin’e sormadan kumu alıp, kırılan bahçe giriş kapımızı yapmakta kullanmak üzere götürmüş. Taşlı kum olduğu için beton karmak için idealmiş. Bunu gören Serin çok kızdı, ağladı. “Bana sormadan kumumu nasıl alırsın?” dedi. Ali de sinirlenip bunun lazım olduğunu, Serin’e başka yerden kum getireceğini söyledi. Serin çok daha fazla ağlayıp başka kum istemediğini, bu kumu ona sormadan almalarının çok yanlış olduğunu anlatıp durdu. Durumu Ali’ye anlatmaya çalışınca bana “Sen böyle yapmasan bu kadar ağlamazdı. Al kumunu buraya koyuyorum.” deyip evin önüne taşıdı ve bir çocuk gibi küsüp gitti. O günü hatırladım. Serin’e “Hatırlıyorsun değil mi? O gün baban kumu almış olsaydı bugün bu kadar uğraşmazdım. Şimdi el arabasıyla taşımaya çalışıyorum. On el arabası götürdüm hala 30 el arabası kadar var. Bitmiyor.” diye söylendim. Serin ise bana “Anne o zaman küçüktüm. Ayrıca kum benimdi ve babam izinsiz almıştı. Kumu bugüne kadar oynadım. Böyle olacağını bilemezdim. Yaşayarak öğreniyorum. Ne yapabilirim. Ben bir çocuğum.” dedi. Serin’e “Öyle mantıklı konuşuyorsun ki, söyleyecek söz bulamıyorum. Haklısın. Yaşayarak öğreniyoruz ve ben de sessizce taşımaya devam etmeliyim.” dedim. Son turları Derin devraldı. Bitereceğini düşünmüyordum. Hepsini kusursuz bir şekilde taşımış. Hatta babasının söylediği gibi bir kaç el arabası da arazinin çukur yerlerine dökmüş. Bir ara çarşıya gidip geldiğimde Serin’le beraber betonun üstünü tamamen temiz olana kadar süpürüyor, pürüzsüz hale getiriyorlardı. Derin bana “Matematik çalışacağıma kum taşırım. Bahçede çalışmayı daha çok seviyorum. Masa başında çalışmayı hiç sevmiyorum.” dedi. İçimden istemiyorsan yapma demek geçiyor ama Derin de farkında. Günlük kısa çalışmalar temel matematiğini güçlendirdi. Çocukların günün bir kaç saatinde masada oturup yazmak, okumak, çözmek gibi çalışmaları yapmalarını çok önemsiyorum. Derin de kendisindeki gelişimi fark ettiğinden vazgeçemiyor, direnmiyor.
Sıkışmış, yetememe halim her gün yakamda. Mutlaka çok sinirlendiğim bir an yaşıyorum. Merin bugün öğle uykusundan uyandığında yine çok ağladı. Meme emiyor ve sanki saatlerce bırakmak istemiyor. Artık bunalıp bırakmasını istediğimde çok ağlıyor. Mutfakta yemeği yapmaya çalışırken Merin kucağımdaydı ve yine belimden müthiş bir ağrıyla irkildim. Bir an oluyor ve sanki biri bana o bölgeden elektrik veriyor gibi. Bir anlık çarpılma yaşıyorum. Artık bunu günlük stresime bağlıyorum. Bu kadar güzel bir yerde, böyle güzel bir hayat yaşarken bu kadar stres yüklü olmayı ben bile anlamıyorum. Atlara bakmak, bahçeye bakmak, etrafın sürekli dağınık olması ve yorgunluktan ölüyor olsam da kalkıp işlerin bir kısmını bitirmeye çalışma halim, sürekli ne pişireceğimi düşünmek, çocukların öğünlerini hesaplamak, atıştırmalıklarını düşünmek, ne okuyacağımızı, ne öğreniyor olduğumuzu sürekli ölçüp tartmak, Merin’in talepkar hali ve çocukları engelliyor oluşu… Yazmaya, dikiş dikmeye, spor yapmaya vakit yaratmaya çalışmak ve çoğunlukla başarısız hissetmek… Hiç bir şey göründüğü gibi değil. Kesinlikle kaldırabileceğimden çok daha stresli bir hayatım var. Henüz iki yaşına bile girmemiş bir bebeği olan anne olarak, hayattan, kendimden acımasızca beklentilerim var. Halbuki sadece Merin’e bakmak en önemli ve en büyük iş. Böyle düşününce Ali’ye çok kızıyorum. Erkekler bize yetersizlik yüklüyorlar. Bana “Bunca işinin arasında nasıl turşu yapabiliyorsun?” demiyor da, “Turşuyu kuramadan malzemeleri çöpe atarsın.” diyor. Elinde değil demek ki. Babasından çok toksik bir iletişim şekli almış. Gülerek, dalga geçerek kırıyor karşısındakini. Tüm bunlara rağmen ilişkileri sürdürüyor olmamız mucize gibi. Çocuklara da çok kızıyorum. Çamaşırlarını katlayıp dolaplarına yerleştirmeleri konusunda konuşmuştuk. Çamaşırları günlerdir koltuğun üstünde duruyor. “Hemen çamaşırları katlayıp odanıza götürmenizi istiyorum!” diye bağırdım. Kriz ortamı yatışınca, bir kaç saat sonra Derin bana “Anne çamaşırlarımızı katlamamızı hatırlatsan yeter. Kızmana gerek yok.” dedi. “Derin Pazartesiden beri çamaşırlar koltukta. Her gün hatırlattım farkında mısın? Ama yapmadınız. Yoruluyorum. Her şeyi benim düşünüp benim hatırlatmam gerekiyor ve hatırlattığım halde yapmıyorsunuz. Herkes benim zihnimi kullanıyor ama zihnim dopdolu, yoğun, yorgun. Bunu yapmak istemiyorum.” dedim. “Evet haklısın. Hatırlattın ama o an başka bir işim vardı ve işim biince de unuttum.” dedi. “O kadar çok işim var ki, sürekli sizin işinizi bitirip bitirmediğinizi takip edip tekrar hatırlatmayı düşünemem. Akşamdan ertesi gün ne yapacağınızın planını yapın.” dedim. “Bu çok iyi fikir. Serin akşamdan bir plan yazalım, unutmayalım.” dedi. Ama biliyorum ki o planı yapmayı da hatırlatması, organize etmesi gereken benim. Tüm bunlar artık çok yoruyor beni.
Evimizi yavru kediler istila etti. Sanırım biri dört tane yavru kediyi bizim araziye bırakıp, atıp gitmiş. Bunu nasıl yaparlar diyeceğim ama ülkemde insanlar karınlarını zor doyururken kediye nasıl baksınlar diye düşünmeden edemiyorum. İstemediğim halde çocuklar “Anne biz bakarız.” deyip beslediler. Ali görünce “Gönderin onları. Altı kediye mi bakacaksınız? Sana zor olur.” dedi. “Ali sana benzedim. Senin gibi davranıyorum artık. İstemediğimi söylüyorum ama çocuklar dinlemiyorlar.” dedim. Ali ise yine beni düşündüren önemli bir cümle kurdu “Önemli olan kötü olanı yapabilmektir. İyiyi herkes yapar Sesin.” dedi. Eskiden olsa buna kızardım ama doğru söylediğine artık eminim. Konuyu derinleştirip “Ne demek kötüyü yapmak? Böyle saçma şey mi olur? Tabi ki iyi olanı yapacağız.” desem eminim bakış açısıyla beni ikna eder. Bu sebeple kendi kendime düşünmekle yetindim. Kediler şimdilik kalıyor. Hala düşünme aşamasındayım. Çocukların hayvanlarla olan ilişkisine kötü örnek olmak istemiyorum. Şimdiye kadar arazimize bırakılan her kedi köpeğe baksaydık, en az otuz-kırk tane hayvanımız olurdu. Bunu yapamam. Barınaklar da almıyor. Ali arazimize bırakılan hayvanları tanıdık devlet görevlileri aracılığıyla barınağa götürebildi. Sorun düşündüğümden büyük. Hangisi doğru bilemiyorum. Kısırlaştırarak en azından çoğalmalarına engel olabilirim.
Akşamları Merin’in dişlerini hala çok zor fırçalıyorum. Önce ağzını açıyor. Macunu yedikten sonra kapatıyor ve asla açmak istemiyor. Bir kaç kez ağlamasına rağmen zorla fırçaladım. Çocukların her gün uykudan önce duş alması, dişlerini fırçalamaları çok önemli benim için. Bugünlerde yeni bir yol buldum. Hemen çok saçma şeyler anlatmaya başlıyorum. “Merin kedilere mayo giydirelim. Bizimle yüzmeye gelsinler. Terlik de alalım. Hatta bir de gözlük takalım. Kedilere kedi resimli diş fırçası da alalım. Üstünde kedi resimleri olsun. Tuvaletlerini eve yapmasınlar, bez giydirelim. Şapka takalım. Ata kitap okuyalım. Atlı bir kitap olsun…” gibi hayvanlarla olmayacak senaryolar yazıyorum. Gözlerini kocaman açıp ilgiyle dinliyor ve ben de rahatça dişlerini fırçalıyorum. Bazen mesela ata ayakkabı giydirelim dediğimde önce “Ne?!” diye bir daha soruyor. Tekrar edince kahkahalarla gülüyor. Şakaları anlayıp gülüyor. Bu muhteşem bir şey. Büyüyor. Merin’i, çocuklarımı çok seviyorum. Terapistim çocukların keyif çaldığını söylediğinde kabul etmek istemiyordum, tuhaf geliyordu ama evet. Keyif çalıyorlar gerçekten. Yorgunluktan tükenince ben de onların keyfini çalıyorum. Yine de hayat onlarla güzel. Bir gün kolaylaşacak. Hepsi geride kalacak.
Bugünlük bu kadar. Bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle.
















































Yazıların ilham veriyor.