top of page

Gün güzel başladı ama güzel bitmedi

  • sesinakmaz
  • 27 Ağu 2024
  • 6 dakikada okunur

20 Ağustos’ta Merin ve Serin’le uyandığımızda Derin’in yatakta olmadığını fark ettik. Çoktan uyanmış, aşağı inmişti. Ördek ve tavuklara bakmış, balkonu yıkamış, çöpleri atmış, hatta matematik çalışmış. Pencereden seslenip uyandığımızı söyleyince prensesi kuleden kurtarmaya gelen prens gibi odaya merdiven dayayarak çıktı. Derin macerayı çok sever ama aynı zamanda çok temkinlidir. Son basamakları neredeyse titreyerek çıktı. Derin olmadığında ev sessiz, ıssız, kahkahasız, sohbetsiz, neşesi oluyor. Varlığı öylesine güçlü ve yeri doldurulamaz ki, yokluğunda hepimiz eksik kalıyoruz. Gülmek için bazen öyle saçmalıyor ki artık susmasını istediğimiz zamanlar da olsa da Derin bu aileyi inşa eden sanki. O olmasa Ali ve ben olur muyduk bilmiyorum. Hep birleştiren, mutluluk veren, halden anlayan, kardeşlerini, bizi alttan alan, sadece bizi değil, diğer herkesi de yüreğine almakta cömert olan, uçsuz bucaksız bir çocuk Derin. Adı gibi Derin.


Uzun zaman önce Ali ve benim için aldığım terapist randevumuza gitmek için hazırlandım. Bazen üç saati geçebilen uzun saatler geçirdiğimizden bu sefer iki randevu aldım. Aynı zamanda bugün film günü olduğundan akşama yemek üzere dondurma hazırladım. Dondurma yapacağım diye diğer işlerim aksadı, geç kalacağım telaşına düştüm. Bunu sık sık yapıyorum. Her şeyin mükemmel olmasını istiyorum. Çocuklar dışarıdan değil, evde dondurma yesinler isterken başka bir çıkmaza giriyorum. Oysa zaman en azından benim için sınırsız değil, her gün bir şekilde bitiyor. Zamanımı yönetmeye çalışma çabası ömür boyu sürecekmiş gibi hissediyorum.


Bugün terapistimle yine Ali hakkında konuştuk. Ali’yle ilişkimi hakkında o kadar çok konuşuyoruz ki, hala sıra bana gelemedi gibi hissediyorum. Ali, tamamen kendi isteğiyle, yaza girerken alkol içmeye ara vermişti. Terapistimizle görüşmesi sonrasında, doktor kendisine alkol isteği arttığı zaman içmesi için bir ilaç yazdı. Ayrıca dikkat dağınıklığı için de günlük kullanacağı bir ilaç vermiş. Sanırım 50 gün kadar ara sıra alkol alarak, bu ilaçlarla idare etti. Kendisi hiç içmediğini sanıyor ama haftada, 10 günde bir kere ama oldukça az miktarda alkol aldı. Sonrasında tekrar başladığında, makul ölçüde içiyor, ertesi gün rahatça kalkıp güne devam edebiliyordu. Fakat son bir-iki aydır haftada en az üç gün, fazla demenin bile anlatmak için az kalacağı derecede içiyor. Ertesi gün kalkamıyor, istifra ediyor, tüm gün feci halde hastaymış gibi yatıyor. Bugüne kadar terapistimizle konuştuğumuz, denediğimiz çözümler bir işe yaramadı, hep başladığımız yere döndük. Kendisine tavsiye edilenleri yapmayan sadece Ali değil, ben de tavsiyeler bana uymadığında uygulamıyorum. Seyahat edin dedi, edemedik. Tatile gidin dedi, gidemedik. Başka çocuk yapmayın dedi, yaptık. Çocukları okula gönderin, bakıcı bulun ya da gidecekleri başka uygun bir yer bulun dedi bulamadık. Ev işleri için bir yardımcı bulun dedi, bir çok denemeden sonra vazgeçtik. “Sesin hanım yükünüzü azaltın.” dedi, Merin altı aylık olur olmaz bakamayacağım dev bir bostan yaptım. Hep Ali’nin değişime direndiğini düşünürdüm. Yazıya dökünce doğru bildiğimi, bildiğim gibi yapma konusunda ne kadar inatçı olduğumu görüyorum.


Çoğunlukla mağdur, ezilen, hakları çiğnenen, desteksiz bırakılan kişi olduğumu düşünüp kızıyorum. Terapistime sırf bu gerçek olmayan düşüncelerimi görmek için gidiyorum. Çünkü insan haklı olduğuna öyle inanıyor ki, insanın tek gerçeği haline geliyor. “Sesin Hanım, Ali Bey evlenebilecek, ilişki sürdürebilecek, birine bağlı kalabilecek biri değil. Sizinle evlenmiş, üç çocuk yapmışsınız. Çocuklarına çok bağlı, sizi çok seviyor. Bu ilişkiyi yürütmesinin tek sebebi sizi gerçekten sevmesi. Ali Bey’i değiştiremezsiniz. Çok fazla içmesi konusunda uyarabilirim ama siz onu kontrol etmeye çalıştıkça çok daha fazla tersini yapmaya uğraşacaktır.” dedi. Hep aynı şeyler. Bazen Ali’nin beni sevmesi bir lütufmuş gibi gösterildiğinde çok kızıyorum. Ali’nin artık hayatta olmayan çok tatlı bir anneannesi vardı. Komik, eğlenceli, tam bir köy ninesiydi. İlk evlendiğimiz yıllarda her ziyaretimizde bana “Ali kızlarla gezdi, eğlendi, dolaştı, sonunda seninle evlendi.” gibi şeyler söylerdi. O an dinlerken gülsem de çok kızardım. İçimden “Ben de gayet güzel gezip gönül eğlendirdim. Sonunda oğlunuzu evlenmeye layık buldum.” demek isterdim. Aklımdan geçenlerin bile çok anlamsız olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Ali’ye bir de “Bu kız kaçar, götürürler. İyi bak, dikkat et.” gibi şeyler söylerdi. Kına gecemizde Ali’nin bir arkadaşı benimle oynayınca, ninesi değneğiyle gelip adama saldırmıştı. Benimle dans etmesine çok kızmıştı. Büyük olay olmasına rağmen kahkahalarla gülmüştük. Ailemizin doğduğumuzdan bu yana bize verdiği mesajlar, bizi büyütme şekilleri, inançları bizi bugünkü biz yapıyor. Biz ne kadar kendimizi geliştirsek, farklı yollara gidip, bambaşka insanlar olduğumuzu düşünsek de bilinçaltımız bizimle aynı fikirde olmuyor.


Doktordan çıkınca mutlu ve rahatlamış oluruz. Hepimizi bir sevinç, umut dalgası sarar. Fakat bugün öyle olmadı. Ali’ye hep aynı şeyleri dinlemekten, kendisinin sorumsuzluğundan bıktığımı söyledim. Sarhoş olup çocukları İngilizce dersine götürmemesinden, ev ve çocuklarla ilgili neredeyse her şeyi tek başıma düşünüyor olmaktan, Ali’nin ise dünyanın en önemli işlerini yapan, en önemli insanı gibi davranmasından bıkmıştım. Önce yemek yediğimiz yerde tartıştık, sonra arabada devam ettik. “Bana karışamazsın Sesin. Beni kontrol edemezsin. Ben neysem oyum. Tanıştığımızda da böyleydim, şimdi de böyleyim. Değişen sensin.” dedi. Böyle, özellikle dışarıda tartışmayı sevmiyorum. Bana sanki hiç durmadan kavga ediyorlarmış gibi hissettiğim anne babamı, en berbat hatıralarımı hatırlatıyor. Diğer yandan tek bildiğim tartışmak, kavga etmek, hatta küsmek. Bunu bildiğimden yapmamaya çalışıyorum. Ama çok sinirliydim ve duramadım. “Senin yapmadıkların yüzünden benim yüküm çok ağır. Sen dışarda herkes seni tanısın, saygı duysun diye bizi harcıyorsun. Herkesin sana ihtiyacı var. Biz bu çerçevenin kenarında bile olamıyoruz. Evde Külkedisi misali kendimi unutup didinirken, sen balolarda boy gösteriyorsun. Seninle yaşam adil değil! Çocuklar için, bu aile için en iyisini yapma sorumluluğu hep bende! Bıktım artık sana da annelik etmekten!” dedim. “Bizim için, çocuklar için en iyisinin ne olduğunu nerden biliyorsun? Belki de bu en iyisi değil. Okula gittiklerinde daha iyi olmayacaklarını nerden biliyorsun? Geç yatıp, ekran izleyip, abur cubur yediklerinde kötü olacağını nerden biliyorsun?” dedi. Çok kızdım. “Mafya ya da bir Sedat Peker olup kariyerinde zirveye hızla çıkmana engel olduğum için üzgünüm. Ama senin için hala geç değil. Yer altı dünyasında harika bir geleceğin olabilir!” dedim.


Çok öfkeliydim ama sadece buraya geldiğimde uğrayabildiğim, arkadaşımın çocuk kitapçısına gitmek istiyordum. Gidince dünyam değişti. Arkadaşımın eşi bir yıl önce vefat etmiş, haberim olmamış. Artık bu güzel kitapçıyı da kapatacakmış. “Sesin sadece bu caddede sekiz yeni kahveci açıldı ama ben kitap satamıyorum. İnsanlar, çocuklar kitap okumuyorlar.” dedi. Çok üzüldüm. “En iyisini sen yapıyorsun. Çocukların için inşa ettiğin hayat muhteşem.” dedi. Daha az önce Ali bana “Bunun en iyisi olduğunu nerden biliyorsun?” demişken, arkadaşım Naide’nin bu cümleyi kurması çok manidar oldu. Kitap seçip, buruk bir şekilde kitapçıdan ayrıldık.


Derin bana “Anne herkes seni takdir ederken, babamın anlamaması çok kötü. Babama kızıyorum. Sen elinden geleni yapıyorsun.” dedi. Çocukların bana destek olmasını normal karşılıyorum ama taraf tutmalarını istemiyorum. Belki çocukları da en iyi yolun bu olduğunu söyleyerek manipüle ediyorum. Ali haklı. Söylediklerine kızsam da doğru olabileceğini de düşünmeden edemedim. Çocuklar için seçtiğim yolun, yaşadığımız hayatın en doğrusu olduğunu kesinlikle iddia edemem. Kime göre, ne göre en iyi, gelecekte neler olacak? Bu yol tamamen bana ait, hiçbir garantisi yok, benim doğrularımla ilerliyor. Anne baba olarak sadece bize uygun olan, doğru gelen şeyi yapıyoruz. Bizim doğrumuz milyonlarca kişinin yanlışı. Ama akışına bırakmak, başkalarının gösterdiği, herkesin gittiği yoldan gitmek bana göre değil. Tüm zorluklara rağmen akıntıya kapılmaktansa, inandıklarımı gerçekleştireceğim tarafa doğru zorlu yollarda yürümeyi tercih ederim. Kararsızlık ya da başkaları gibi olmaya çalışma insanı tembelliğe, sıradanlığa iten büyük kötülük gibi hissediyorum. Ali dışarda farklı olanı yapmak için her şeyini verirken, çocuklar konusunda tembel davranıyor. Asıl kızdığım şey bu. Geçenlerde yine alkollüyken bana “Okulsuzluğu da bazen anlamıyorum ama seni çok seviyorum. Sana güveniyorum. Bu yüzden destek oluyorum.” dedi. Sanırım en azından karşı çıkmıyor, engel olmuyor diye sevinmeliyim ama yapamıyorum. Her zaman aynı minnettarlık duygusu içinde olamıyorum. İkimiz de başka kulvarlarda çaba içindeyiz. Bazen birbirimizi görüp takdir ediyor, bazen yerden yere vuruyoruz. Değişmeyen şey birbirimize, çocuklarımıza olan sevgimiz.


Çocukların isteği üzerine alışveriş merkezine gittik. Artık AVM’lerde bulunmayı sevmiyorum ve onaylamıyorum. Ama çocuklara dikte etmektense, kendilerinin orada ne bulduğunu anlamaya çalışıyorum. Kalabalık, gürültülü, havasız, berbat bulduğum bir mekan. Eskiden ne çok severdim. Üniversitede çok canım sıkıldığında en yakın AVM’ye gidip saatlerce gezdiğimi, sinemaya girdiğimi hatırlıyorum. Boşa geçirdiğim o saatlere üzülüyorum.  Çocuklar yemek yerken burada ne bulduklarını sordum. Derin “Aslında ben de sevmedim. Gelmeyi istedim ama şimdi anlamış buldum.” dediğinde çok mutlu oldum. Teknoloji mağazasına girip bilgisayar ve tabletlere baktık. Serin’e, uzun zamandır istediği kulaklığı aldık. Müzikle ilgili isteklerine özellikle önem veriyorum.


Ali’yle bir an tartışırken, diğer an birbirimize sarılırken buldum kendimi. AVM’de, o kalabalığın içinde kahve içmek istemedim. Ali beni yolda, sevdiğim, bahçe içindeki bir kahveciye götürdü. Güzel zaman geçirdik. Yola çıktığımızda yine tartışmaya başladık. “Senin şikayet edeceğin ne var? Niye mutsuzsun? Merin’e ben bakıyorum, ben uykusu kalıyorum. Sen hayatına devam ediyorsun.” dedim. “Senin stresin yüzünden mutsuzum. İşte bu yüzden mutsuzum.” deyip Merin’i gösterdi. Hep aynı konuda tartışıyoruz. Destek olmuyor ama  benim yorulup, sinirlenmemden çok kötü etkilendiğini, uzaklaşmaya çalıştığını söylüyor. Özellikle Merin yüzünden mutsuz olduğumuzu söylemesine o kadar çok kızdım ki, oracıkta boğmak istedim. “Bunu nasıl söylersin!” dedim. Sadece söylemesine değil, aklından geçirmesine bile kızıyorum. Sanki Merin’i istemiyormuş, sevmiyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Ama bu doğru değil. Merin hepimizin mutluluk kaynağı, hepimiz O’nu çok ama çok seviyoruz. Ali aslında bunu söyleyerek bebek bakımının hayatı zorlaştırdığını, bizi karı koca olarak uzaklaştırdığını, yapmak isteyip yapamadıklarımızı anlatmaya çalışıyor ama çok yanlış şekilde ifade ediyor. Annelik halim ve hormonlarım yüzünden durumu dramatik hale getiriyorum. Ali’ye “Merin’in hayatının yanında senin yaşamının, isteklerinin ne önemi var?” diyorum. “Benim bir hayatım var. 43 yaşına geldim. İstediğim gibi yaşayacağım.” diyor. Bu bana olgunlaşmamış, çocuk kalmış, bencil bir yetişkinin sözleri gibi geliyor. Anne baba olmak, kendinden bile vazgeçmek olmalı diyorum. Diğer yandan bu da doğru gelmiyor. Kendinden vazgeçmeden de ebeveyn olmanın bir yolu olmalı diye düşünüyorum. Ali’nin ne kadar iyi bir baba olduğunu bilsem de bugün konuştuklarımız bana çok ağır geldi. Kendimi ondan bişeyler beklerken buldum. Birbirimizden bişey beklemeyeceksek neden evlendik, çocuk sahibi olduk? Bekar kalsaydık diye düşündüm. Bir kaç gün çocuklarla eski evimize gidip uzaklaşmayı hayal ettim. Evde kalmak zor geldi. Yattım ama uyuyamadım. Oldukça kötü bir gece geçirdim.

Son Yazılar

Hepsini Gör
Merin 1 yaşında!

Gece geçe kaldım. Çocuklar uyuyunca çalışma odasına kapanıp yazı yazdım, plan yaptım. Gündüz çocuklarla ve Merin’le yediğim yemeği...

 
 
 

1 comentario


Invitado
28 ago 2024

Ebeveynlik kendinden vazgeçmek mi, kendi hayatını yaşamaya devam etmek mi, bu iki ucun arasındaki spektrumda çok savruluyorum doğrusu... Birşeyleri yapmak istediğim anda yapabilmeyi, ya da araya birşeyler girmeden konsantre olup birçırpıda tamamlayabilmeyi müthiş özledim. Ne büyük lüksmüş meğer... Bunlar desteksizlikten mi bilemiyorum, Ali'ye benzer şekilde ne yaparsam yapayım kendi yolundan sapmayan, kendi hayat tarzını dayatan bi eşim var; işten eve geldiğinde öyle yada böyle bir fırsat yaratır, kendi ilgi alanını destekleyecek şeylerle ilgilenir... Benim içinse tek formül uykusuz kalmak... O zaman da sabır eşiğim, toleransım düşüyor... Fedakarlığın fazlasını zararlı bulsam da, hep tükendiğim sularda yüzüyorum. Sanırım tüm bunlar çocukluğumuzla ilgili Sesin.. Umarım bir gün, bir şekilde dengeyi buluruz... Ö.

Me gusta
bottom of page