top of page

Hastalık, kamp ve diğer her şey.

  • sesinakmaz
  • 26 Tem 2024
  • 8 dakikada okunur

25 Temmuz 2024 Perşembe


Dokuz gün sonunda ilk defa rahatça uyuduğum bir gecenin sabahına uyandım. Günlerdir hastayım. İlk zamanlar dinlensem geçecek gibiydi ama giderek kötüleştim. Gece öksürmekten 2’ye kadar uyuyamayıp sabah yine öksürürken Merin’i 5 gibi uyandırınca artık dayanamayıp doktora gitmeye karar verdim. Yorgunluk ve uykusuzluk galip gelip ilaçlara direncimi kırdı. Merin bir kez daha sabah uykusu uyuyup uyanınca gitmek üzere hazırlanırken Ali’yi uyandırmaya çalıştım. Gece o kadar çok içmiş ki, söylediklerimi anlayamadı. Kucağımda Merin’le doktora gidecek olmanın öfkesiyle arabaya bindim. Derin daha önceki gün kamptan geldiği için evde kalıp dinlenmek istediğini söyledi. Serin son anda gelmeye karar verip arabaya bindi. İyi ki gelmiş, bana çok destek oldu.


Yolda aile hekimine mi, hastaneye mi gitsem diye keyifsizce düşünüyordum. Özel hastanenin doktoru ayrılmış. Tanınmış doktorlar dışında devlet hastanelerinde muayene olmayı sevmiyorum. Asık suratlı doktorlarla 5-10 dakikalık ayak üstü muayeneler sonrasında kendimi değersiz hissediyorum. Aklıma son bir araştırma yapmak geldi. Yakınlarda özel bir kulak burun boğaz kliniği bulmuş olmama çok sevindim. 15 dakika sonrasına randevu bile aldım. Merin oto koltuğunda ağlamaya başladığı için benzinlikten atıştırmalık alıp yola devam ettik.


Klinikte Merin kucağımdayken muayene oldum. Geçmişte Serin kucağımdayken smear testi bile yaptırdığımı hatırlıyorum. Bu durum bir yandan doğal gelse de diğer yandan sanırım ne kadar yalnız olduğumu gösteriyor. Doktor farenjit ve sinüzit olduğumu, antibiyotik tedavisine ihtiyacım olduğunu söylediğinde çok memnun oldum. Hastalığımın ne olduğunu bilmek ve bir tedavi uygulayabilmek büyük konfor hissi veriyor. Klinikten memnuniyetle ayrılıp çorba içmeye gittik. Bir an önce bişeyler yiyip ilaç içmek istedim. Öyle kötüydüm ki iyi gelecek en ufak şeye tutunmak, zaman kaybetmeden yararından faydalanmak istiyordum. Çorbacıda da Ali’nin yanımda olmasına ne çok ihtiyacım olduğunu hissettim. Merin sürekli bişeyler karıştırmaya çalışıp huysuzlandı. Çorba yüzünden öksürüğüm çok daha arttı. Serin bana yardımcı olmaya, Merin’in devirdiklerini toplamaya çalıştı. “Eve gitmek istiyorum anne.” dedi. O an benim de en çok istediğim eve gitmekti.


Eve vardığımızda Ali uyandı. Derin “Baba annem doktora gitti.” dedi. Ali nasıl olduğumu sordu, her zamanki gibi çocuklara günaydın öpücüğü ve sarılması verdi, mutluydu. Ben değildim ve mutluymuş gibi yapmak istemiyordum. “Ali sana çok kızgınım. Gece uyuyamadım. Çok hastayım. Sabah artık dayanamayarak doktora gideceğimi söyledim. Uğraşsam da seni uyandıramadım, duymadın bile. Yalnız başıma doktora gitmek zorunda kaldım. Hiç iyi değilim, iyi hissetmiyorum.” dedim ve ağlamaya başladım. Ali hiç bir şey söylemedi. Merin kucağımda uyuyordu. Ben de biraz dinlenmek için yatağa gittim. Arkamdan Ali “Uyanmamı bekleseydi doktora beraber giderdik.”demiş. Derin ise “Baba annem bekleyemeyecek kadar kötüydü.” demiş. Sabaha karşı uyanmış, Merin’i oyalamış ve yeterince beklemiştim zaten. Ali’nin diğerlerinin istekleri ve hatta ihtiyaçlarını bile kendine uydurmaya çalışmasına çok kızıyorum ve kabul edemiyorum. Bu kadar yalnız olup üç çocuk yapmak, okulsuz büyütmek delilik gibi geliyor. Hepsi bir tercih ve hasta olmadığım zamanlarda her şey gayet güzel işliyor, hayat istediğim gibi devam ediyor. Ali de ben de bir çok sorun yaşasak da çocuklu hayatı seviyoruz.


Merin uyanınca Ali’yi arayıp Merin’i almasını istedim. Sonunda bir kaç saat uyumuşum. Hayatımın en ihtiyaç duyduğum, en rezil, sırılsıklam ter içinde ama en iyi gelen uykusuydu sanki. Uyandığımda Merin’in sesini duydum. Ali’yi arayıp uyandığımı, Merin’i bana getirebileceğini söyledim. Çocuklarla yemeğe gidip kısa süre önce de ve dönmüşler. Merin’le bensiz dışarı çıkmalarına ve sorun yaşamamalarına çok şaşırdım. Merin bensiz gayet keyifli vakit geçirmiş. Bunu bilsem çok daha rahat uyurdum. Ali genelde bebeklerle yarım saat bile dayanamadığı için uykuda bile Merin’in rahatını, mutluluğunu düşünmeden uyuyamıyorum. Ali ilk defa 10 aylık olan kızımız Merin’le dışarı çıkıp uzaklaşmış. Kendi adına büyük bir başarı bu.


Ağrı kesici, balgam söktürücü, antibiyotik, burun spreyi, antihistaminik gibi ilaçlarla şimdiden daha iyi hissetmeye başlamıştım. Ali ve çocuklar dışarıda Merin’le neler yaptıklarını anlattılar. Bir ara Ali “Bugün uyanamadığım için, doktora yalnız gittiğin için üzgünüm. Böyle olsun istemezdim. Bekleseydin uyanınca götürürdüm ama sanırım sabah çok kötüymüşsün. Bu sabah doktora gitmen gerektiğini düşünemedim. Bugün Merin’le yalnız dışarı çıkınca senin ne kadar zorlandığını anladım. Sesin gerçekten çabalıyorum, daha çok çabalayacağım.” dedi.


Ali’nin çocuk bakan, ev işlerine koşan, akşamları evde oturan bir adam olmadığını biliyorum. Evlenmeden önce de biliyordum. Hep böyleydi. Hatta benim için olumsuz anlamda çok daha farklıydı. Bugün ise karşımda halimi anlayan, kendi halini anlatan, daha iyi olmak için çabalayan çok sevdiğim bir adam var. Geçmişteki Sesin de bugünkü anlayışlı kadın değildi. Kırıp dökmeyi iyi bilirdi. Birbirimize aşık olup bağlanmamızı sağlayan yönlerimizi, bizi değiştirmek istemiyorum. Bu yanlış olur. Ama iletişim şeklimiz değişmeliydi ve değişti. Buna çok mutluyum. Sorunlar hep olacak. Önemli olan sorunlarımızı nasıl çözdüğümüz. Ne yapıp ne yapmak istemediğimizi, neyi sevmediğimizi, neye ihtiyacımız olduğunu, ne kadarını birbirimize verebileceğimizi konuşabiliyoruz. Birbirimizi sevmemiz ve bunu cömertçe gösterebilmemiz bizi birbirimize bağlıyor ve farklı olanı yapabilme gücünü veriyor. “Senin için bunu yapabilirim. Çünkü seni seviyorum.” İlişkilerde öyle bir denge olmalı ki bu sevgi, gururumuzu, kendimizi hiçe sayacak kadar ayak altında ezmemeli. Diğer yandan gurur, gerçekliğiyle, samimiyetiyle apaçık parlayan sevgiye sırt dönmemeli. Terazi hep elimizin altında olmalı, rehberimiz olmalı.


Derin geldiğinden beri kamp maceralarını anlatıyor. Yokluğunda ev çok sessizdi. Bu sayede ne kadar çok konuştuğunu bir kez daha anladık. Derin’i çok özledik. Bazen bizi bunaltan konuşmasına, sevmediğimiz şakalarına bile hasret kaldık. Aslında Derin’in bizi ne çok eğlendirdiğini konuştuk. Serin ilk gittiği günden bu yana sürekli Derin’i ne kadar çok özlediğini söyledi. Derin yokken neşeli Serin de yoktu, bizi güldüren şakalarını, komik suratları yapmadı, Merin’le pek oynamadı. Serin’e “Bazen bu ayrılıklar iyidir. Sevdiğimiz insanları ne kadar çok sevdiğimizi anlamamızı sağlar.” dedim.


Derin ilk defa ailelerin olmadığı, sadece çocukların katıldığı, üç gece dört günlük tam bir macera, çadır kampına katıldı. Sonya, 7-12 yaş aralığının katılacağını, pek yaşıtının olmayacağını, sıkılabileceğini söylese de Derin ısrarla katılmak istedi. Hiç deneyimi yokken birden üç gece gidecek olmasına şaşırdım ama ses çıkarmadım. Gündüz tamam da, gece başka insanlarla aynı çadırı paylaşmak, sıcakta uyumak gibi sorunlar yaşayacağını düşündüm. Giderken bizi aramak için yanına telefonunu da almıştı. Elektronik eşya yasağı olduğundan telefonunu kapatıp almışlar. Kampı organize edenler güvendiğim, görüşlerini yakın bulduğum insanlar olduğundan ne olup bittiği konusunda endişem yoktu ama Derin bize ulaşamayacağını bilmeden gittiği için, içinde bulunduğu duygu durumunu düşünüp endişelendim.


Ali, Derin’in gittiği ilk andan itibaren çok üzüldü. “Derin olsa şöyle yapardı, böyle derdi…” gibi şeyler söylediğimde “Sesin beni ağlatacaksın.” derken şaka yapmıyormuş; gerçekten ağlamaya başladı. Ali’den çoğu zaman ihtiyaç duyduğum yardımı alamadığım için şikayet etsem de bana, çocuklara olan düşkünlüğünü çok seviyorum. İlk gün Derin’i bir kaç kez aradık ama telefonu kapalıydı. Ali, Derin’in çok eğlendiği için bizi unuttuğunu düşündü. Ertesi gün akşama doğru artık dayanamayıp eğitmenlere mesaj gönderdik. Bize grubun kalabalık olduğunu, kurallar koymak zorunda olduklarını söylediler. Bunu gayet iyi anlıyorum. Hatta özellikle teknolojik alet kullanılmaması kuralını çok sevdim. Ama Derin bunu bilerek, bizimle görüşmeyeceğine kendini hazırlayarak gitmedi. Biz de bilmiyorduk. Diğer katılımcıların hepsi önceki kamplardan deneyimliymiş. Derin ilk defa katıldığı için tedirgin olduk. Ali, Sonya’yı aramamı, Derin’le konuşmak istediğini, eğer izin vermezlerse hemen gidip Derin’i alacağını söyledi. “Sesin, kurallar güzel de, Derin bu kuralları bilerek gitmedi. Şu anda kötü hissediyor olabilir. Bizim onu bıraktığımızı, umursamadığımızı düşünüyor olabilir. Alıkonulmuş hissedebilir. Konuşup durumu anlatmalı, iyi olup olmadığını anlamalıyım. Yanında olduğumuzu, destek olduğumuzu bilmeli. Kalacaksa da yalnız olmadığını, onu düşündüğümüzü ve çok sevdiğimizi bilsin.” dedi. Duygulandım ve Ali’yi çok haklı buldum. Ben de aynı endişeleri yaşıyordum. Görüşme isteğimiz kabul edildiğinde Derin’in sesini duyduğumuza, doğduğunda sağlıklı olduğunu gördüğümüzdeki kadar sevindiğimi hissettim. Her şeyin yolunda olduğunu ama kurallardan hoşlanmadığını, sevdiği arkadaşlarıyla aynı çadırda uyuyamadığını söyledi. Bir gece önce uyuyamamış. Sesimizi duyduğuna Derin de çok sevindi. Yanında olduğumuzu, kampı kendisine uygun bulmadıysa gelip alabileceğimizi söyledik. Arkadaşları olduğu için biraz dayanabileceğini söyledi. Duygulandı, ağladı. Telefonu kapattığımızda Ali rahatlamıştı ama ben daha çok endişelenmiştim. Derin’in sesinden anlamıştım. Zorlanıyordu. Ali’ye gidip Derin’i almasının daha uygun olabileceğini söylediğimde “Sesin almamı isteseydi söylerdi. Belki de kalıp başladığı işi bitirmek istiyordur. Zaferini elinden almak istemem. Arkadaş da edinmiş.” deyince üzülerek günü bitirdik.


Bizim için zor bir deneyim olsa da kamp organizasyonunu çok yerinde ve başarılı buluyorum. Çocukların teknolojiden uzak, kendi yemeklerini yapıp bulaşıklarını yıkadıkları, çadırlarını kurup kaldırdıkları, tüm gün kanyonları, dağları aştıkları bir kaç gün geçirmeleri muhteşem. Kalabalık gruplar içinde kurallar da artıyor ve bunu anlıyorum. Kendi evimde bile çocuklarımın sayısı arttıkça daha kurallı, sistemli yaşamak durumunda kalıyorum. Ayrıca uyum ve huzur içinde yaşamak için kuralların gücüne giderek daha fazla inanıyorum. Derin bizimle konuştuğu ikinci gece dayanamayıp “Bu kampta çok kural var. Eksileri, artıları tartıyorum, eksiler ağır basıyor. Babamı çağırıp eve gideceğim.” demiş. Sonya Derin’le etkileyici bir konuşma yapmış. Aile bağlarımızın çok güçlü olduğunu bildiğini ama sabah kararını değiştirebileceğini söylemiş. Derin’i, rahat uyuyabilmesi için kendi çadırına almış. Son gün arkadaşlarıyla aynı çadırda kalmasına izin verdikleri için Derin son güne kadar kaldı. Zor anlar geçirmesine üzüldüm ama son ana kadar dayanabilmesine memnun oldum.


Derin’le konuştuğumuz gece, ertesi gün bizim evin karşı kıyısındaki koya geçip kamp yapacaklarını babasından botla gelip kendisini ziyaret etmesini istemişti. Ali, Serin’le gidip Derin’in isteğini yerine getirdi. Beraber yüzüp eğlenmişler. Derin çok mutlu olmuş ama ayrılırken yine ağlamış. Ali ve ben de duygularını göstererek, çokça hissederek yaşayan insanlarız. Derin’in böyle olmasına şaşırmıyorum. Ortaokulda ailemle resim ve sanat konusunda başarılı olduğumu konuşmuşlardı. Bu ailem için yeni bir haber değildi, Anaokulunda bile resim yarışmalarına katılırdım. Öğretmenlerim, İzmir’in biraz dışında yeni yatılı bir güzel sanatlar lisesi açıldığını, okula rahatlıkla girebileceğimi söylemişlerdi. Ama diğer yandan duygusal ve hassas bir çocuk olduğum için ailemden uzak kalamayacağıma karar verip vazgeçmişlerdi. 21 yaşında üniversiteye girdiğimde devletin 8 kişilik odalardan oluşan, bir katta 48 kişiye üç tuvalet ve üç banyonun düştüğü oldukça kötü durumdaki yurtlarda kalacağımı öğrendiğimizde, benden önce annem yurdun halini görünce hüngür hüngür ağlamıştı. Okula başladığım özellikle ilk bir kaç ay annemle sessizce ayrı ayrı bolca ağladığımız biz dönem olmuştu. Ailemiz parçalanmış da olsa birbirimize bir şekilde bağlıydık. Evde olmayı, ailemle olmayı severdim.


Derin’in eve dönme zamanı geldiğinde bir karşılama sürprizi yapmaya karar verdik. Hala öyle hastaydım ki, ancak ev işlerini yetiştirebilirken, ek işler için enerjim kalmıyordu. Merin sürekli kucak istiyor, O ağlarken mutfağı toplamaya çalışıyordum. Hep aynı çaresizlik sahnesi… Ali uyanır uyanmaz “Benlik bişey var mı? Çalışmaya gidiyorum.” deyince sinirlendim. Kendine dilediği gibi zaman ayırıp, çocukların tüm sorumluluğunu bana yükleyip, sonra da diğer her fırsatta “Çalışmaya gidiyorum.” demesine deli oluyorum. “Merin’le ilgilenir misin? Yapmam gerekenler var.” dedim. Ali sanırım suratımı görüp gitmekten vazgeçti. Derin için hazırlamaya başladığım konfetileri kesti. Ben de mutfağı toplayıp Serin’le ıslak kek yaptım. Saat geldiğinde Derin’i aldılar. Sürpriz yaptık, bayıldı. Derin’in anlatacakları öyle çoktu ki, saatler yetmedi hatta günler sürdü. Yazmadığım günlere dair anlatmaya değer bulduğum anı bu sanırım.


Bugün daha iyi hissetsem de halsizliğim devam ediyor, çabuk yoruluyorum. Günlerdir kitap okuyarak tembellik ediyorum. Geçmişte biri bana kitap okumanın tembellik olduğunu söylese, söyleyene aklını kaçırmış gibi bakardım. Şimdi yazmadan, üretmeden sadece okumanın ne kadar kolay olduğunu görüyorum. İrade Eğitimi’nden sonra konuyu dağıtmamak için Atomik Alışkanlıklar kitabına başladım. Olan biteni anlamak ve eyleme geçmek için kitaplardan büyük destek alıyorum. Çok sevdiğim bir bölümde “Sıkılmaya aşık olacaksınız.” diyor. Her gün yazmak, enstrüman çalmak, yemek yapmak, çamaşırları asıp katlamak, evi temizlemek, çocuklara okumak, spor yapmak, bostanla ilgilenmek… her gün aynı şeyleri yapmak bazen öyle sıkıcı bir hal alıyor ki kaçmak istiyorum. Yakın zamana kadar kaçmanın bir sürü yolunu buluyordum. Bir arkadaşla buluşmak, alışverişi bahane edip dışarı çıkmak, kitap okumak, bişeyler izlemek, uyanamamak, sürekli ev işiyle meşgul olmak, çocukların ilgileriyle meşgul olurken diğer her şeyi unutmak, gezmeye gitmek, sosyal medyada takılmak, fazla kahve içmek, gece geç yatıp alkol almak, duygulara yenik düşüp olayları büyütmek, arkadaş gruplarında çene çalmak… kaçmak isteyene bahane çok. Tüm bu eylemler sırasında çoğu zaman kaçtığımızı bile fark etmiyoruz. Bir süre kaçmak için hastalık bahanem oldu. Evi düzenli tutmak, yemek yapmak, Merin’le ve çocuklarla ilgilenmek, kitap okumak dışında pek bişey yapmadım. Eski alışkanlıklara dönüp Eric adlı diziyi izledim. Altı bölümlük kısa bir dizi de olsa oldukça zaman aldı. Daha önce izlediğim bir çok film-diziye benziyordu. Güzeldi ama izlemenin bana iyi gelmediğini fark ettim. Zaman kaybı olduğunu düşündüm. İzlemek daha fazlasını izleme isteği uyandırıyor. Beni tembelliğe itiyor. Tekrar yazmaya başlamakta zorlandığımı hissettim. Diğer yandan belki de kendimi çok zorladım, bedenimin dinlenmesine fırsat vermedim ve hasta oldum. Sık sık Merin’in çok fazla ilgiye ihtiyaç duyduğunu da unutuyorum. Halbuki bu durum bir çok filme dahi konu olmuş. Mesela Kramer Kramer filminde, adam çocuğuna tek başına bir baba olarak ebeveynlik yapmaya başladığında tüm işler aksıyor, işinden oluyor. “Çocuk da yaparım, kariyer de.” sözü yıllardır havasını koruyor. Öyle yanıltıcı bir kavram ki, ben bile taşıyabileceğimin üstünde yükler yüklenip hepsinin gereğini tastamam yapabileceğimin yanılgısıyla kuşanıyor, yetersizlik hisleriyle boğuşuyorum. Her şeyi yapamam ama yapabileceğim bir kaç şey seçip diğer engelleri aşarak devam edebilirim. Bugünü Atomik Alışkanlıklar kitabından sevdiğim bir alıntıyla bitireceğim; “Profesyoneller programa bağlı kalırken amatörler hayatın araya girmesine izin verirler.”

Son Yazılar

Hepsini Gör
Merin 1 yaşında!

Gece geçe kaldım. Çocuklar uyuyunca çalışma odasına kapanıp yazı yazdım, plan yaptım. Gündüz çocuklarla ve Merin’le yediğim yemeği...

 
 
 

Yorumlar


bottom of page