top of page

Her yarasında herkesin işini bırakıp kendisiyle ilgilenmesini isteyen çocuklardan korkuyorum

  • sesinakmaz
  • 30 Haz
  • 7 dakikada okunur

ree

29 Haziran 2025 Pazar


Bu sabah uyandığımda hissettiğim üzüntü ve acıyı geçiştirmedim. Yaşadım ama büyütmedim. Her duygunun 90 saniye sürdüğü hikayeyi kitaplarda tekrar tekrar okuyorum. Günler, haftalar, aylar, yıllar süren kızgınlıklarımız, üzüntümüz ya da acılarımızı biz büyütüyoruz. Büyükbabamın sülalesinde cenazelerde biraz ağlayıp ardından kahkahalarla güldükleri, şakalaştıkları olur mesela. Tüm gün kendini üzgün ve ağlamaklı olmak zorunda hisseden cenaze sahiplerine üzülüyorum. En sevdiklerimi kaybetsem bununla kolay baş edebileceğimi düşünmüyorum ama düşünce ve duygularımızı bizim beslediğimizi kabul ediyorum.


Merin gece bir ara uyanıp uzun süre tekrar uyuyamadı. Derin bebekken uyandığında salona gitmek isterdi. Saatlerce oynadığı, uyanık kaldığı olurdu. Merin ise asla yataktan kalkmak, tam olarak uyanmak istemiyor ama uyuyamıyor da. Günlük yazmak için geç yattığım yetmiyormuş gibi bir de Merin’in uyumaması tuzu biberi oldu. Fakat vazgeçmemeye niyetliyim.


Uyandığımızda Merin çok mutluydu. Derin bizden önce uyanıp aşağı inmiş, Nelly’yi dışarı çıkarmış. Uyandığımızı duyunca yanımıza geldi. Merin bize, bizi yeme oyunları yaptı. Çok güldük.


Derin youtube videosunun yayınlanma ve görüntülenmesi heyecanıyla uyanmış. Destekliyorum ama bu işe kendini kaptırmasını istemiyorum. Bilgisayar kullanmaya hakim olması, videolarını tek başına düzenlemesi, yayınlaması, süreçte bir sürü sorunu çözmesi benim için harika gelişmeler. Fakat tüm gününü bunu düşünerek bilgisayar balında geçirmesini istemem.


Serin de kalkınca dışarı çıkıp Su Altı/Yer Altı kitabını okumaya devam ettik. Bu kitabı çok seviyoruz ama hiç baştan sona okumamıştık. Bugünlerde her gün azar azar okuyup bitirmeyi planlıyoruz. Serin özellikle uyumadan önce okumam için ısrar ediyor ama artık en azından akşamları kendim için bunu yapmak, yazmak istiyorum. Serin de okumayı oldukça iyi öğrendiği için uyumadan önce kendi kitaplarını okumalarını istiyorum. Hem zaten Derin’in erkenden uyuyakalmasına karşın Serin’in uyumayıp uzun süre bana kitap okutması, ertesi gün Derin’in “Ben uyumuştum, tekrar okuyalım.” demesi ilerlememizi yavaşlatıyor. Her gün aynı yerleri bir daha okumaktan bunalıyorum. Biraz da çocukların yatmadan önce kendi kendilerine okudukları bir süreç deneyeceğim.


Bahçede kitap okurken house boat’u sattığımız aile uğradı. Geleceklerini biliyordum. Beni arayıp “Ne zaman müsaitsiniz? Saat kaçta gelelim? diye sordular. Bunu yaptıkları için kendilerine teşekkür ettim çünkü bu saygılı davranışı çok az insanda görüyorum. İnsanlar çat kapı gelmeyi normal görüyorlar. Sanırım samimiyet ifadesi olarak da algılıyorlar. Bense sınır ihlali olarak görüyorum. Tayıyla beraber atımızı aldığımızda beni bir korku sarmıştı. Ali’ye “Yoldan geçerken atı görenler sevmek isteyecek. Biz hata mı yaptık, nasıl önlem alacağız?” diye panikledim. Ali “Yok artık!” deyip güldükten sonra atı sevmeye gelen 5-6 kişiyi bahçeden çıkardım. Aklım almıyor. Atımızı biz bile rahatça sevemiyoruz. Huyu suyu her gün değişiyor, azıcık uzak kalsak bize arkasını dönüyor, yularından tutturmak istemiyor. Artık alıştı ama ilk günlerde Serin’e çifte atma girişiminde bulundu. Benim tonla işim, bir hayatım var. Yoldan geçerken at sevmek isteyen birini eve buyur etmek, atı sevebilmesini sağlamak için on takla atmak, bir yabancıyla sohbet etmek bana çılgınca saçma geliyor. Neden böyle bir şey yapayım ki? Deli miyim? Burası ticari, müşterilere açık bir çiftlik değil. Özel mülk ve beraber yaşadığımız hayvanların da tanımadıkları insanlardan hoşlandığını görmedim. Mesela bu sabah çocuklarımla yola arkamızı döndüğümüz, özellikle içeride, görünmeyen tarafta olan evimizin önünde kitap okurken adamın biri motorla evimin önüne kadar gelip Ali’yi sordu ve gitti. Daha önce yine bener biri, ben tam da Merin’i uyuturken yine motoruyla solon penceremin önüne gelip, ben dıları çıkana kadar korna çaldı. Hata bizde. Yaptırdığımız kapıya ve tellere, köyden sarhoş bir genç çarptığından beri yeni kapı yaptırmadık. Yine de derme çatma bir giriş var ve insanların öylece gelmesini uygun bulmuyorum.


House Boat’u sattık çünkü tekne üstünde değil de yerleşik, üretim içinde bir hayat bize daha uygun geldi. Senede bir kaç hafta denizden olmak için böyle bir tekneyi elde tutmak akıl karı değil. Karaya çeksek de sürekli bakım ve gözetim istiyor. Sattığımız aile çok heyecanlı ama şimdiden tekne işlerinden çok yoruldular. Boşuna dememişler en iyi tekne arkadaşını teknesi diye. Derin bize kahve yapıp getirdi. Teknenin minderlerini, usturmaçalarını, diğer ihtiyaçlarını bulup çıkardı. Herkes bir çocuğun tüm bunlara hakim olmasından çok etkilenip, takdir etti. Sanırım bizim için çok olağan, olması gereken şeyler. Çocuklarımızı başkasının gözünden görünce şaşırıyoruz.


Merin’i uyutup pazara çıktım. Sebze ve balık aldım. Derin’i arayıp fırını açmasını istedim. Böylece Merin uyandığında yemek hazır olabilecekti. Hava giderek öyle sıcak oluyor ki, yemek bile yiyemiyoruz. Kızartmaya tahammülüm yok. Yoğurtlu, haşlanmış, zeytinyağlı, fırında pişmiş yemekleri, yulaflı kahvaltıları, bol taze sebze ve meyveyi tercih ediyoruz. Merin, Serin ve Derin gibi başının çaresine bakamıyor. Özellikle bu sebeple atıştırmalık tatlı, tuzlular da bulunduruyorum. Düşünüyorum da aslında en çok zamanımı alan Merin’in bakımı. Serin ve Derin karınlarını doyurur, kişisel temizlik ve bakımlarını yapar, etrafı toplar, temizler, bana da yardım ederler. Hatta Merin’i bile yıkayıp giydiriyorlar. Tuvalette Merin’e sırayla kitap okuyoruz. Merin büyüdükçe hayatın kolaylaşacağını görebiliyorum.


Serin yokluğumda, eski fast food restoranımızdan gelen onlarca tepsiyi bulup kule yapmış. Eskiden iskambil kağıdından yaptığımız kulenin aynısını tepsilerle yapmasına çok şaşırdım. İçten içe “Yine çok dağıtmış.” demeden edemedim. Bazen gerçekten içiyle dışıyla düzenli bir evin hayalini kuruyorum ama mümkün olmadığını her gün hatırlatıyorlar. Bir yanım yapmayın diyor, diğer yanım oyunlarına bayılıyor.


Merin’in uyandığını kameradan görüp Derin’den almasını rica ettim. “Anne Merin kapıyı kendi açabiliyor.” dediği anda bir kapı açılma sesi duyuldu. “Bak, açtı bile!” dedi. Merin mutlulukla merdivenden inerken yanına gidip karşıladım. Çoğu zaman çok yoğun ve yorgunum. Ama çocuklarla sadece bir sorun yaşadıklarında ya da ağladıklarında ilgilenmek istemiyorum. Uyandıklarında karşılar, sarılır, öperim. İşim olsa da onları gördüğümü, sevdiğimi hissettirmek için o anı yakalamaya çalışırım. “Eğer sorun yoksa görünmez olayım.” diye sıvışmamaya çalışıyorum. Ali de her sabah uyandığında hepimizi tek tek öper, nasıl olduğumuzu sorar, herkese ayrı ayrı vakit ayırır. Bunu yapmasını çok seviyorum. Akşam geldiğinde sanırım yorgunluktan kendini koltuğa atıp telefonuna gömülür. Bazen kızsam da bunu anlıyorum. Dışarıdaki hayat, insanlar çok yorucu. Bazen dışarı çıkmak, bir sürü işle uğraşmak, yolculuk etmek, insanlarla konuşmak durumunda kaldığımda eve tükenmiş olarak geliyorum. Öyle günlerde kitap okuyamıyorum mesela. Evdeki hayat içinde ne kadar yorulsam da dışarıdan geldiğimde kafam bambaşka oluyor. Kaos içinde ve sakinlik arayan bir halde. Yorgunluktan sadece saçma şeyler izlemek, yapmak geliyor içimden. Sanırım Ali’ninki de böyle bir durum.


Başta Merin ve çocuklar balık yemeyi çok özlemiş. Eğer seviyorlarsa neden daha sık balık pişirmiyorum diye kızdım kendime. Çarşıya gitmeye son yıllarda çok üşeniyorum. Çarşıya çıkmak evdeki işleri aksattığından erteliyorum. Manava sipariş yazıyorum, Ali getiriyor. Çoğu zaman gelen sebze ve meyveyi beğenmiyorum ama kazandığım zamanı düşünerek katlanıyorum. Bu sebze meyveleri kendim yetiştirebildiğim günlerin hayalini kuruyorum. Ali’den balık almasını istediğimde ise çoğunlukla unutuyor. Etleri topluca alıp buzluğa istifliyorum da, balık için bunu yapmak gelmiyor içimden. Taze alınmalıymış gibi hissediyorum.


Yemekten sonra çocuklar birbirlerine yedikleri buzun suyunu sıçratmaya, oyun oynamaya başladılar. Merin Serin’e öyle komik su atıyordu ki Derinle gülmekten ağladık. Derin Serin’e biraz fazla su atınca, ben de Derin’e bir kase su attım ve savaş büyüdü. Hepimiz birbirimize su atmaya başladık. Öyle bardaklarca değil ama ağızlarına su alıp püskürtmeye, bardağın dibini doldurup atmaya başladılar. Çocuklar yıllardır böyle eğlenmedikleri söylediler. Böyle söyleyerek beni daha çok oynamaya teşvik etmeye çalışıyorlar, biliyorum ama mutfak su içinde kalınca artık durmalarını, devam etmek istiyorlarsa dışarı çıkmalarını istedim. Eskiye göre kendimi daha çok düşünüyorum. Tüm gün oynamak diğer tüm işlerimi aksatıp hayatımı zorlaştırdığından, bu işleri yapacak başka biri olmadığından daha kolay hayor diyorum ve mutsuz olmuyorum. Suçluluk hissine yer vermiyorum. İstediğim kadarını yaptım deyip bırakıyorum.


Hava öyle sıcak ki, ancak akşam 5-6’dan sonra dışarı çıkıyoruz. Uyandığımdan bu yana ayakta olduğumdan yorgun bir şekilde, elimde kahvemle dışarı çıktım. Dün bahçeye uzun zamandır düşündüğüm basit bir bahçe oturma grubu aldım. Fakat dışarı çıktığımda Serin’in dünden bu yana sandalye ve masalardan yaptığı kaleyi, oturma grubunun kutusunun içine koyduğu minderleri, Merin’in toza, toprağa bulanıp yeni oturma grubumuzun tepesine çıktığını görünce neden bugüne kadar almadığımı anımsadım. Tek istediğim temiz bir yere oturup kahve içmekti ama mümkün değil. Eve aldığım her eşya kirlenip bana yük olarak geri dönüyor. Merin elindeki kumu kahvemin yanına koyunca derin bir nefes aldım. Çocukların, helen bebeklerin gözünde kirli, temiz gibi bir algı yok. O kum o masaya çok yakışıyor Merin’e göre. Ama benim de ihtiyaçlarım var. Merin’e yapmamasını söylesem de üstelemedim. Dinlemedi zaten. Serin’den tepsileri ve kalelerini tolamasını istediğimi, en azından yeni oturma gurubuna ve minderlerine dokunmamasını istediğimi söyledim. İçten içe kendi ihtiyacım ve çocuğumun ihtiyacı arasında gel git yaşıyorum. Bunu çok sık, belki de her gün hissediyorum ve çoğunlukla kıyamayıp kendime haksızlık ediyorum. Kahvem bitmeden, zaten oturmak istemediğimi fark edip işlerime devam etmek için kalktım. Ne yaparsam yapayım temiz kalmayacak. Buna alıştırmalıyım kendimi.


Atımızı ot yemek istediği yerlere bağlamak için bir kazık bulup çaktım. Merin ve Derin de yanımdaydı. Derin, taya bir top attı ve tay kaçınca annesi de kaçtı. bu öyle ani oldu ki, ata bağlı ip neredeyse Merin’i sıkıştıracaktı. Atlar çok güçlü hayvanlar. Dikkat etmezsek büyük kazalara sebep olabilirler. Merin’e bişey olacak diye çok korktum ve ipi son anda zor kurtardım. Yorgundum. Üstüne Derin’in bu hareketiyle çileden çıktım. Bazen bahçeme girdiğinde, bişeyleri parçaladığında benim de taya elimdeki nesneyi fırlatmışlığım vardır. Fakat o an bunu yapmasının arkasındaki nedeni anlayamadım. Kolundan tuttum ve “Bunu yapamazsın! Enes sebep olacaktın, gördün mü?” dedim. Eminim gözlerim kocamandı ve öfkeliydim. Fabrice Dini, son gittiğim seminerinde “Çocukları, özellikle ergenlik çağındaki çocukları boş bırakmamalısınız. Boş bırakırsanız kendileri oyalayacak zararlı bir şey mutlaka bulurlar.” demişti. Boş zamanlarını güzel değerlendiklerini de inkar edemem ama genelleyemem. Fabrice’e gün geçtikçe daha çok katılıyorum. Sonra konuştuk ve neden bu kadar korktuğumu anlattım. Onun nedenlerini dinledim. Çocuklarla öyle çok konuşuyoruz ki, sevdiğim bir arkadaşımla vakit geçirmeye bile enerjim kalmıyor.


Bahçemi inek gübresiyle gübrelerken, Derin’den garajı süpürmesini istedim. Merin bazen çocukların, bazen benim yanıma gelip her günkü gibi oynadı. Bahçede suyla oynamaya bayılıyor. Bahçede elimdeki işimi bitirdiğimde hala aklımda sıradaki adım vardı. Bitmiyor. Daha fesleğenlerin, pancarların devamı dikilecek. Sıvı solucan gübresiyle de desteklemem gerek. Artık günle beraber enerji de bitmişken, Serin betonun üstündeki cambaz salıncağından düştü. İçimde endişeden çok öfke vardı. Mutlaka beni bölecek, işimi engelleyecek bir şey buluyorlar diye düşündüm. Geçenlerde yine böyle bir gün, defalarca sorunlarıyla ilgilendikten sonra Derin “Anne gözüm acıyor! Bişey battı!” diye bağırdığında “Doktora gitmen gerekiyorsa babanı ara, yoksa şu an yapabileceğim bir şey yok.” deyip bahçede işime devam ettim. Beş dakika sonra sakince gelip hallettiğini, acısının geçtiği söyledi. Çocukların oldukça talepkar, tavizkar olmalarından rahatsız oluyorum. Aynı evin içinde en azından bir saatliğine de olsa işimle ilgilenebilmek, odaklanarak çalışabilmek istiyorum.


Derin, düşen Serin’i kucaklayarak eve götürdü. Ben de arkalarından gidip Serin’in duşa girmesi sağladım. Sakin olmasını istedim. Ben duştayken abi kardeş sohbet edip ağlamışlar. Kendilerini üzen konulardan bahsetmişler. Bu kadar ağlamanın bu düşme sebebiyle olmadığını tahmin etmiştim. Üzüldükleri konular hakkında konuşup düşüncelerimizin gücünden bahsettim. Olayları algılayış biçimimizin bize olan etkisini konuştuk. Serin’e pansuman yaparken kendi motor kazamı anlattım. Çok kötü yaralanmama rağmen tek korktuğum annemin tepsikiydi. Annemden saklamak istiyordum ama yaralarım öyle büyüktü ki, değil saklamak, hastaneye gitmem gerekiyordu. Derin “Ama anne bu berbat bir ebeveynlik. Bu doğru değil.” dedi. “Evet bu doğru değil. Ama en ufak yaralarında etraflarındaki herkesin diğer her şeyi bırakıp kendileriyle ilgilenmelerini bekleyen çocukların da durumu bana normal gelmiyor. Daha dengeli bir yaklaşım arıyorum.” dedim. Son zamanlarda olgunlaşmamış ebeveynlerden konuşur olduk ama ben yaşının gerektirdiği olgunluktan çok uzak günümüz çocuklarından endişeleniyorum.


Çocuklarla sevdikleri bir kaç parçayı dinleyip masa başında hep beraber kısa bir sohbet daha yaptıktan sonra yatağa gittik. Merin ve Derin çoktan uyumasına rağmen hala uyanık olan Serin “Anne sensiz uyuyamıyorum.” deyince “Hayır uyuyabilirsin. Yanındayım, ama yazı yazmak istiyorum. Yatağa yatarsam uyuyakalırım, biliyorsun. Uyumaya çalış ve tren artık konuşma.” dedim.


Herkes uyuduktan sonra benim de gözlerim kapanırken veda ediyorum. Umarım gününüz yeterince güzel geçmiştir.


ree
ree
ree
ree

Yorumlar


bottom of page