“Aramadan Girmeyin!” ve Lohusa Filmi
- sesinakmaz
- 29 Tem 2024
- 6 dakikada okunur
27 Temmuz 2024 Cumartesi
Çocuklar dün çok yorulmuşlar. Derin ancak 9’a doğru kalkabildi, Serin sanırım 10’a kadar uyudu. Merin’le 7’de kalkıp yalnız bir sabah geçirdik.
Her sabah yaptığım gibi çamaşır asıp katlarken Merin emekleyip etrafı keşfediyor, bulduğu objelerle oynuyordu. Artık kapıları açmayı öğrendi. Kapı kapalı olsa da içeride birilerinin olduğunu biliyor ve kapıyı açamadığında kızıyor. Bu sabah babasının kapısına gidip vurdu, bağırmaya başladı. Ali’nin rahatsız olacağını bilsem de kapıyı açmak zorunda kaldım. Biraz oyalanıp bu sefer de çocukların odasına yönelince uyandırmasın diye işimi bırakıp aşağı indirdim. İlk ayların farklı zorlukları vardı. 10 aylık olmasının bambaşka zorlukları var. Tüm enerjimi aldığını hissediyorum. Merin’le oynamak çok keyifli ama başka bir sürü işim var. Haklı olarak tüm ilgiyi kendine isterken tükenmiş hissediyorum. Her çocuk farklı, Merin de kendi farklılıklarıyla geldi dünyaya. Talepkar bir bebek. Uykusu çok hafif, asla yalnız uyumuyor, uyanıkken ilgi istiyor, evde mutsuz, dışarıda olmak istiyor. Gün içinde Derin ve Serin’e sarılamadan bazı günleri bitirdiğimi fark ettim. Akşam sonunda uyuduğunda ben de bitmiş oluyorum. Üçüncü çocuk çok daha kolay olur sanmıştım, yanılmışım.
Bir süreliğine işi gücü boşverip Merin’i izlemeye başladığımda sanki başka bir diyara gidiyorum. Uğraştığı işler çok ilginç, kendi dünyasında büyük bir gayret içinde. Yaptığı işe büyük bir konsantrasyonla devam ederken imrenerek izliyorum. Bir bebek işini nasıl böyle bir ciddiyetle yapabilir diye geçiriyorum aklımdan. Bugünlerde şişelerin kapaklarıyla oynamayı seviyor. Kapağı sürekli takmaya çalışıyor. Takıyor, yine çıkarıyor, sonra büyük uğraşla on denemesinden belki de sadece birinde geçirmeyi başarıyor. Çok zorlansa da uzun süre devam edebiliyor. Sonunda konsantrasyonunu bozan bir durum olursa, mesela ne güzel yaptığına dair konuşursam dağılıveriyor, çılgınca ağlamaya başlayabiliyor. Olabildiğince bölmeden o minik ellerin çalışmasını, büzülen dudakları, çatılan kaşları, dünyanın en güzel suratını sevgiyle izliyorum.


Derin uyandığında kimsenin uyanmasını ya da katılmasını beklemeden yaptığım sürpriz keklere mum koyup kutlama yaptım. Derin çok mutlu oldu. Bu sene özellikle bu keklerden istediğini söylediği için yapmıştım, isabet olmuş. Bu döneme ait bir his mi bu emin değilim ama artık kalabalıklar içinde yapılan kutlamadan hoşlanmadığımı anlıyorum. Hayatımdaki şeyler gösterişsiz, sade, nitelikli olsun istiyorum. Sessizlik, sakinlik ihtiyacım yaşım ilerledikçe artıyor.
Merin’i kucağımda sabah uykusuna yatırıp biraz nefes alırım diye düşünmüştüm. Daha yarım saat olmadan yapı marketten bir kamyonet gürültüyle geldi. Köpekler çılgınca havladı. Adamlar köpeklerden korktukları için arabadan inemedi, bana pencereden ısrarla “Isırır mı?” diye sordular, Merin uyanacak diye cevap veremedim. Derin’i gönderip kim olduklarını, niye geldiklerini sormasını istedim. Arkadaşlarımızın bizim bahçeye koydukları, değişmesi gereken parkeleri getirmişler. Tam gitmek üzereyken nedenini bilmediğim bir şekilde bir kaç kez kornaya basarak gittiler. Merin uyandı. Öyle sinirlendim ki, çılgına döndüm. Ardından su tesisatçısı yine oldukça gürültüyle bahçeye girip işini yapmaya başladı.

İnsanların aramadan, haber vermeden, izin almadan, birdenbire arabalarıyla kapımın önüne kadar girmesine uzun süredir katlandığımı ve bundan çok rahatsız olduğumu fark ettim. Hasta olmam, gelen gidenin Merin’i uyandırması, Merin vakitsiz uyandığında zaten her şeyi ucu ucuna yetiştirmeye çalıştığım günümün zorlaşması, etrafta sürekli birilerinin varlığı, evde her hareketime, üstüme başıma dikkat etmeye çalışmak tahammülümü aşağı çekti. Ali’nin yeni kapı yaptırmasını beklemektense bir çözüm olarak eski kapıyı kapatıp “Aramadan Girmeyin!” yazısı yazdım. Önce yazının altına Ali’nin numarasını da ekledim ama sonra vazgeçip numarasız bir yazı yazdım. Gelecek olan kişide numaramız bile yoksa gelmemesini tercih ederim. İnsanlara neyi isteyip istemediğimi söylemeden duyarlı olmalarını beklemek, diğer her sessiz beklenti gibi işlevsiz. Bekleyip elde edemediklerimden mutsuz oluyorum. İnsanların bebekli, iki çocuklu, yalnız, mahremiyete ihtiyacı olan bir anneyi anlamasını, alan açmalarını istiyorum ama nafile. Herkes bir şekilde benzer dönemlerden geçse de artık geçmişte kaldığı için sanırım unutmuş oluyorlar. Anlayamıyorlar. Maruz kaldığım durum hayatımı zorlaştırıyorsa ve yaşadığım stres bebeğimi, çocuklarımı, ailemi olumsuz etkiliyorsa, çözümü ben bulmalıyım. İçten içe bir huzursuzluk da yaşıyorum. Sınır çizmek kötü hissetmeme sebep oluyor. Çünkü insanlar sınırlardan ve çizenlerden pek hoşlanmazlar. Evine rahatça gidebildiğimiz, davetkar, misafirperver, başkaları için kendi konforundan vazgeçebilenleri severiz. İyi insan olmak buysa, istemiyorum. Sevilmeme pahasına mutlu ve sağlıklı biri olmak istiyorum.
Ali uyandığında olan biteni anlattım. Astığım yazıdan bahsettim. Hatta Merin’i uyandırdıklarını anlatırken tekrar sinirlendim. Uzun süredir rahatsızlığımı dile getiriyordum, haberdardı. Sorunuma çözüm bulmak için bir süredir yeni bir kapı ve kumandayla kontrol mekanizması bakıyordu. Geçici de olsa bir çözüm bulduğum için sanırım Ali de rahatladı. Olan bitenin hemen üstüne su tesisatçısı arayıp “Abi kapı kapanmış, bir de yazı asılmış.” dedi. Ali de “Arabayı dışarda bırakıp gel. Araçla girme. Evin önü yol geçen hanı oldu.” dedi.
Ali Merin’le ilgilenirken bahçeye çıkıp etrafı toparlamaya başladım. Ördekler dışarı çıkıp domateslerimi yemişler. Bostanım hayal ettiğim gibi olmadı. Öyle kötü hissediyordum ki, yalnız başıma sıcak havanın en zirvede olduğu saatte, güneşin altında çalışmak bile iyi geldi. Evdeki sadeleşme her geçen gün hayatı kolaylaştırıyor. Azıcık fırsatım olsa bahçeye çıkıp tüm ıvır zıvırdan kurtulmak istiyorum. Elim kolum Merin’le bağlandı. Özellikle hasta olduğumdan beri iyi hissetmekte zorlanıyorum. Yaşamla dans içinde değilim. Kabuğumun içinde ancak hayatta kalmaya çalışıyor gibi hissediyorum.
Uzun süre çalışıp Merin’i ikinci uykusuna yatırmaya odaya çıktığımda çok şükür ki ben de uyumuşum. Uyandığında hala çok uykum vardı. Ali’yi Merin’i alması için aradım ama araziye gitmesi gerekiyormuş, söyleyemedim. Bugünlerde her uykumdan zor kalktığım gibi, sürünerek kalktım.
Aceleyle akşam yemeği hazırlığı yaptım. Çocuklar bahçeye çıkmak istediklerinde eğer yemek yemek istiyorlarsa işimi bitirene kadar Merin’le ilgilenmeleri gerektiğini söyledim çünkü kesinlikle çalışmama izin vermiyor. Bulaşık makinesi deterjanı da bitmiş. Kullandığım bulaşık deterjanı markette var ama eve teslimat seçeneğinde görünmüyor. Hala dolaplarımızda bir kaç cif, çamaşır suyu olsa da kimyasal içerikler kullanamıyoruz. Marketten öylesine bir deterjan alamıyorum. Evde benim dışımda herkes alerjik. Eskiden etkilenmezdim ama artık kimyasalsız içeriklere öyle alıştım ki kokusundan çok rahatsız olduğum için marketlerin deterjan reyonuna bile giremiyorum. Bu açıdan Ali’nin alerjik bünyeli olmasına minnettarım. Aksi halde hayatım boyunca kendimi zehirleyebilirdim. Yemek hazırladıktan sonra bir de markete gidecek olmam canımı sıktı. Çocuklar evde beklerken Merin’le çıktık. Aslında isteksizdim ama Merin’le market alışverişi yapmak hoşuma gitti, eğlendik.
Eve döndüğümüzde çocuklar açlıktan ölüyorlardı. Ali yemeğe gelmeyeceğini söyleyince yalnız yedik. Serin “Anne yemek masamız ne güzel. Çok güzel yemekler yapmışsın, her şeyimiz var.” deyince çok mutlu oldum. Yaptığım her şeyi yemeseler de emek verdiğimi, sahip olduklarımızı fark etmelerine ve takdir etmelerine çok seviniyorum.
Yemeğin ardından mutfağı toplama, Merin’i yıkama, çocuklara yatak için hazırlanmalarını söyleme telaşını ancak bitirmiş, Serin’in günlerdir okuyup uygulamalarını yapmak istediği Matematik Dedektiflik kitabını okumaya başlamıştık. Ali araziden gelip Lohusa filminden bahsetti. Hatta film günü olmasa da izleyip izleyemeyeceğimizi sordu. Özellikle ekran konusunda kuralları bozmak istemesem de oyun bozan olmamak için kabul ettim.
Lohusa filmini duydum ama konusunu tahmin ettiğim için izlemeyi düşünmedim. Gupse Özay’ın filmlerini zamanımı ayıracak kadar beğenmiyorum. Ali sevebileceğimi, hatta beni ağlatabileceğini söyleyerek özellikle izlememi istedi. Bir yandan da bu filmi bana izleterek hata ettiğini düşündü. Doğum ve lohusalık konusunda Ali’ye kızdığım o kadar çok anım var ki, bu filmi izlememi neden istediğini ben de anlayamadım. Ne çektiğimi anladığını mı söylemeye çalışıyordu? Yoksa bunca zamandır anlayamamıştı da bu film aydınlanmasını mı sağlamıştı? Ali’ye sorsam gerçeği değil, istediğim cevabı verecektir. Hakikatı öğrenmenin bir yolunu bulamıyorum.
Filmde doğumun ardından adamın arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiği sahneyi izledik. Ali “Bak burası çok komik. Özellikle burayı izle.” dedi. Filmde anlatılanlar benim yaşadıklarımın yanında çok hafif kaldı. İzlerken aklımın bir kenarında sürekli Ali’nin bunu neden izlediğini ve bana izlettiğini düşünmeden edemiyordum. Derin’in doğumu tam yirmi dört saat sürdü. Açılma bir türlü gerçekleşmeyince tam bir gün sancıyla kıvranarak bekledim. Doktorum çok dirayetli olduğumu, hep “Beni sezaryene alın!” diye pes edeceğim anı düşündüğünü itiraf etti. Doğumlarım ne kadar zor olursa olsun çocuklarıma kavuşacağım için hep mutluydum, dayanmak için çabaladım. Doğumdan sonra da hep iyi hissettim. Bundan eminim çünkü Merin doğduğunda, sezaryen ameliyatına rağmen altı saat içinde hemen kalkıp Merin’e yoğun bakım verdiğimi gören tüm doktorlar ve hemşireler şaşırdı. Derin doğduğunda, vajinal doğumun da etkisiyle sanki bir gün boyunca o kahreden acıyı ben çekmemişim gibi iyi hissediyordum. Henüz doğumun gerçekleştiği gün Ali ve babam kutlamaya gidip körkütük sarhoş döndüler. Hala hastanedeydik. Derin’e bakıp emzirmek için kalktığımda Ali yatağıma yatıp sızdı. Bambaşka bir dünyada, bambaşka duygular içindeydim, umursamadım. Tek umursadığım Derin’in sağlığıydı. Sürekli uyumasından endişe ediyor, emzirmeye çalışıyordum. Hemşirenin biri gelip Ali’yi yatağımda görünce çok sinirlendi. Söylenerek odayı terk etti ama Ali duyamayacak kadar kendinden geçmişti. Refakatçi koltuğunda da ablası yatıyordu. Bir gün önce uykusuz bir gece geçirdiğimizden herkes yorgundu. Eve döndüğümüzde de durum çok değişmedi. Ali, eve her geldiğinde uyuyor olmamdan, tüm ilgimin artık Derin’de olmasından arada sırada şikayet ederek hayatı bildiği gibi yaşamaya devam etti. O günlerde Elif Şafak’ın Siyah Süt kitabını okuyunca ne denli derin bir bunalım içinde olduğumu anlamıştım. Hep söylediğim gibi biz anne baba olmayı zamanla öğrendik. Anneler öğrenecek çok şeyleri olsa da iç güdüleriyle bir şekilde doğal olarak oyunun içinde oluyorlar ama babaların baba olmayı öğrenmeleri için yedek kulübesinde beklemek yerine ilk andan itibaren aktif olarak oynamaları gerekiyor.
Film bitince çocuklara gülecekleri bolca replik ve sahne kaldı. Kadınların hayatları boyunca unutamayacakları büyük acılar yaşadıkları doğum ve lohusalık hikayesi komediye vurularak anlatılmış, herkesin izleyebileceği hale getirilmiş. Gerde kalan kötü günleri gülümseyerek anlatmak, bana da artık baş edebildiğimi gösteriyor. O gün elimizde o kadar vardı, o kadarını yapabildik. Böyle düşününce ortada kızacak şey kalmıyor.
Filmde adam eğlenirken, bebeğini uyutmaya çalışan karısını görüntülü arıyor. Kadın bebeği uyandırmamaya çalışarak ayağıyla zar zor telefonu alıp açıyor. Ali “Kadının haline bak, adamların derdine bak.” dedi. Daha geçen hafta hastalıktan gözümü açamazken Merin yine kucağımda ikinci gündüz uykusunu uyuyordu. O kadar çok öksürüyordum ki Merin uyanıyordu. Öksürmemek için, her öksürme isteğinde yudum yudum 1,5 litre suyu içtim. Merin de hasta gibiydi, ihtiyacı vardı, uykusunu almasını istiyordum. Düşündüğümden de uzun uyudu. Öyle çok su içtim ki çişim geldi. Bekledikçe kıvranmaya başladım ve Merin uyandı. İki saat boyunca ne kadar zorlandığımı anlatmakta zorlanırım. Tüm bunları anlamak için birinin filmini yapması gerekiyormuş, iyi ki yapmış. Sanırım daha çok anlatmak, paylaşmak, göstermek gerekiyor ama çok uykum geldi. Anlamak için daha çok paylaşma dileğiyle şimdilik burada bitireceğim. Yalnız değilim, yalnız değiliz.
Comments