top of page

Oh Ne Ala Memleket kitabının etkileri

  • sesinakmaz
  • 20 Eki
  • 14 dakikada okunur

7-19 Ekim 2025


ree

Saat beşte uyanmanın heyecanıyla aşağı inip yazı yazmak üzere bilgisayarımı aldım. Fiziken yazamadığım zamanlarda sürekli aklımda yazıp çiziyorum. Yazıya dökmeyi sevdiğim düşüncelerim hiç susmuyor. Bir süredir saat kurmayı, erken kalkmaya çalışmayı bıraktım. Elimde sınırlı kaynak var. Ne yaparsam yapayım boşlukların birini doldursam diğeri boş kalıyor. Hepsine yetişmem, tüm boşlukları kapatmam mümkün değil. Sonbahar hazırlıkları, evi kışa hazırlamak çok uzun zaman aldı, almaya devam ediyor. Hala turşu ve zeytin yapmaya devam ediyorum. Aslında haftanın sadece bir-iki gününü buna ayırabiliyorum. Temiz gıdaya ulaşabilsek, bunca işin arasında uğraşmam, hazır alırım. Kızların, özellikle Serin’in kışlık pantolonu, taytı kalmamış. Hiç yok. Serin söylene söylene yırtık ve küçülmüş kıyafetlerle dolaşıyor. Bir türlü bitiremedim. Bulduğum bir kalıpla diktiğim altlar, küçültmeme rağmen kızlara büyük geldi. Yürürken bellerinden düştüğünü söylüyorlar. Hazır almamak için direniyorum. Hem çocuklar benim diktiklerimi daha çok seviyorlar, hem de ben bu sayede biraz baskı altındayken çalışmaya daha çok özen gösteriyorum. Hazır aldığımda o defter kapanıyor. Oysa ki diktikçe kolaylaşıyor dikiş projeleri. Bir yandan evi dip köşe toplayıp temizliyorum, dışarıda bahçeyi ve depoyu hale yola koymaya gayret ediyorum. Kış ve soğuk günler kapıda. Odunluğu temizleyip en kısa zamanda odun kesip getirmem gerekiyor. Akışına bıraktım. Aksi takdirde yetişememe stresinden nefes alamıyor gibi hissediyorum. Bu kış bişeyler örmeye niyetliyim ama bu yoğunlukta emin olamıyorum.


Derin geçenlerde telefonumda, yazı yazarken unutmamak için tuttuğum notları okumuş. Hoşuna gitmiş, gülerek anlatıyordu. “Anne ‘Derin’e yap da görelim diyorum, küçümsüyorum. Yapamayacağını düşünüyorum ama her şeyi yapıyor.’ yazmışsın.” deyip hoşnutluk ve gururla güldü. Çocukları güdülemeden, “Hadi!” demeden yapmalarını istediğim şeyleri yapmıyorlar. Bu gerçeği kabul etmeye çalışsam da bu beni inanılmaz yorduğu için fazlasını beklemekten kendimi alamıyorum. Çoğu zaman yapmalarını söylediğim şeyi bile yapamadıklarından, hayal kırıklığım katlanarak artıyor. Bunun yanında artık Derin’in yapamayacağını düşündüğüm şeyleri gayet iyi yapıyor olması bir gerçek. Geçenlerde, büyük bir hata ederek satın aldığımız şişme havuzu yıkamaktan, toplamaktan öyle yoruldum ki, bunu her sene yapamayacağımı, elden çıkaracağımı söyledim. Derin bana “Temizlememek için kolay yolu seçiyorsun.” deyince fena halde tepem attı. Böyle şeyleri Ali bana asla söylemez ama ben söylerim. Çocuğumun bana, benim gibi yaklaşması, benim cümlelerimi kurması hiç hoşuma gitmedi. Öyle bıkkın ve yorgun bir anımdaydım ki oldukça alındım. Bir kez bile girmediğim bir havuzu bu yaz ikinci defa yıkamaya, katlamaya çalışıyordum. Ağırdı, temizlemesi çok zordu. Temizlemek için uygun bir yerimiz de yok. Buna değmeyeceğini düşünmüştüm. “O zaman kendi girdiğin havuzu sen temizle.” deyip Derin’i dışarıda yalnız bıraktım. Saatlerce uğraşıp yıkadı. Havuzun altına serdiğimiz brandayı, havuz örtüsünü yıkamış, hepsini ipe asmıştı. Sandalyeler dizip havuzu da kuruması için bunların üstüne açarak sermişti. Eve girdiğinde belinin çok ağrıdığını, çok yorulduğunu söyledi. Ertesi gün büyük bir sağanak yağmur geleceğini duyup akşam hava kararmasına rağmen Derin’le birlikte bahçeyi toparladık. Derin benden arabayı garaj olarak kullandığımız kapalı alandan dışarı çıkarmamı isteyip burayı atlar için hazırladı. Hortumlar, çöpler toplandı. Bisikletler ıslanmasın diye, atların yanında da bırakamayacağı için hepsini balkona taşıdı. Islanabilecek her şeyi toparlayıp kaldırdık. Öyle çok uğraştık ki, sonunda birbirimizi tebrik ettik. Yağmura hazırdık artık. Bu hazır olma hali büyük huzur veriyor insana. Daha bu sabah Sinan Canan’ın hazır ve huzur arasındaki bağlantıyı açıkladığı konuşmasına denk geldim. Sanırım ben de kışa hazırlanarak, huzurlu bir kaç ay geçirmeyi umut ediyorum. Derin’in bu kadar yetkin hale gelmesine şaşırıyor ve mutlu oluyorum. Hala söylemeden yaptıkları pek az ama söylediğimde yapabildikleri karşısında memnuniyetimi sıklıkla dile getiriyorum. Çocuklarımız büyüyecek ve sorumlulukları artacak, becerilerini gösterecekler. O kadar çok yoruldum ki, bu hayal inanılmaz güzel geliyor.


Merin iki yaşla beraber tam bir “Ben!” döneminde. Büyük çocuklarımdan bişeyleri yapmasını isterken, Merin’e içten içe “Sen yapamazsın!” demek istediğimi fark ediyorum. “Ellerimi ben yıkayacağım, etimi ben keseceğim, popomu ben sileceğim, kıyafetlerimi kendim çıkarıp giyeceğim, ayakkabımı kendim giyeceğim, yemeğimi ben taşıyacağım, merdivenlerken kendim ineceğim, sandalyeye ben çıkacağım, yoğurdumu tabağıma kendim koyacağım.” gibi sonu olmayan bir liste var. Hatta dikiş makinemi kullanırken ya da kumaşlarımı keserken yakaladığım oluyor. Bizi temizlik yaparken görünce temizlik yapıyor, çamaşır katlarken görünce katlıyor, Serin piyano çalarken çalıyor, Derin’in baterisini ele geçiriyor, kedi ve köpekleri her gün besliyor, kendi kendine kitap okuyor, yemek yapma sürecine katılıyor. Çocuklar büyüdükçe yapmalarını istediğim şeyleri söylemekten, söylediğim halde yapmamalarından şikayet ediyorum. Fakat Merin’de şu an müthiş bir yapma tutkusu var. Yapmak için sadece görmesi yeterli. Söylemeye gerek kalmıyor. Hatta burada sorun, Merin’in yapmak istemesine rağmen, benim O’nun yerine yapmak istiyor oluşum. Çoğu ailenin yapamayacağı, izin vermeyeceği şeyleri yapmasına göz yuman, fırsat veren bir anne olduğumu farkındayım. İnsanlar bizim daracık, korkuluksuz, dik merdivenimize tırmanan ve inen çocuğumuzu görmeye dayanamaz. Merin bıçak kullanmaya Serin ve Derin’den de önce, 1,5 yaşındayken başladı sanırım. Tüm bunlara rağmen ben bile Merin’i engellemeye çalıştığımı, O’nun yerine yapmak istediğimi fark ediyorum. Koltuğuna oturmayıp yemeğini bizim gibi sandalyede yediği için ve asla yardım kabul etmediği için yemek yerlere, üstüne dökülüyor. Merdivenlerden inip çıkarken defalarca düşmesine rağmen pes etmiyor. Kıyafetlerini ters giyiyor, çöpü yanlış yere atıyor ama yapmaya devam ediyor. Merin’in yapmasına fırsat vermek daha çok zaman aldığı, etrafın çok kirlenmesine yol açtığı, kazalara sebep olduğu için bazen kolayca, zahmetsizce onun yerine yapmak istiyorum. Büyüdükçe ise bu yaptıklarım bana fazla geliyor ve bu sefer de kendi işlerini yapmadıkları için kızmaya başlıyorum. Ortadaki büyük çelişki düşündükçe beni hayrete düşürüyor. Hiçbir zafer kolaylıkla elde edilmiyor. Çocuk büyütmek, yetiştirmek özveri, sabır işi. Aceleler içinde, sabırsız tutumların çocukların gelişimindeki zararını açık açık görebiliyorum. Bazen dağınıklığa, beklemeye, kendilerine yanlışlıkla verdikleri zararları görmeye dayanamadığımdan onların yerine yapıp kurtulmak istiyorum. Fakat sabırsız davranmak kendine yeten çocuklar yetiştirmiyor.


Bu satırları yazmamın hemen ardından Merin uyandı. Çişini yukarıdaki tuvalete değil aşağıda yapacağını söyledi. Halbuki günlerdir yukarıda yapmak için ısrar ediyordu. Aşağı inerken kucağıma aldığım için dakikalarca ağladı. Ardından şu an hatırlamadığım bir sürü sebepten, kendisi yapmak istediğini söyleyerek tekrar ve tekrar ağladı. Neyi yapmak isteyip yapamadığını anlasam fırsat vereceğim ama anlayamadım. Bu açıdan bebekler, çocuklar bize resmen zorbalık yapıyorlar. Sabırsız davranmak kendine yeten çocuklar yetiştirmiyor sözümü “Elinden geleni yapıyorsun.” Sesin diyerek yumuşatmak istiyorum. Her zaman sabırlı, her zaman yavaş olamam. Özellikle şu an çocuklarla baş başa olduğum, uyanık olduğum her an annelik ettiğim için kendimi eleştirmek yerine takdir etmenin daha iyi sonuçlar vereceğini düşünüyorum. İnsanım. Herkes gibi bir insanım.


Geçenlerde Derin’in okuduğu, Şermin Yaşar’ın Oh Ne Ala Memleket kitabını dinledim. Çocuklar çok eleştirdikleri okul sisteminde müdür olup, bugüne kadar olmasını istedikleri her şeyi deniyor ama olumsuz sonuçlar alıyorlar. Sonunda kuralların gerekliliğini anlıyorlar. Kitabı okurken hikayeyi kendi okulsuzluk yolculuğuma çok benzettim. Derin’i okuldan alıp, okulsuz hayat felsefesini benimsemeye çalıştığım dönemde bir sürü şey denedim. Okulu kötüleyip, tam tersini yapmaya çalıştım. “Sınırsız ekran özgürlüğün var, canın ne istiyorsa onu yap, ne zaman istersen o zaman yat, yiyeceğine, içeceğine sen karar ver, hayat senin.” gibi bir dönem bile yaşadık. Çoğu okulsuzluk söylemlerinin, özellikle amerikan okulsuzluk gruplarının öyle bir propagandası vardı ki, pişman olmamak için denedim. Sonunda sihirli bulduğum “Denge!” kelimesinin karşılığını hayatımızda bulmaya çalıştım. Çocuklarımın yapmak istedikleri şeyi yapmak, hedeflerine ulaşmak için irade gösteremediklerini görüp iradeleri olmaya karar verdim. Hepimizi içine çekmeye çalışan dünyada, doğru adı altında bize dayatılanlara karşı, senelerdir kendi dünyamızı kurmaya çalışıyorum. Kitabı dinlerken kendi hikayemi, hayatımı düşünmeden edemedim. Evrensel anlamda hala okul denen sistemi yanlış buluyor, eleştiriyorum. Ama iyi yanlarını da görüyorum. Mesela yine Şermin Yaşar’ın Lo kitabını okurken, Derin de bazı çocuklar için okulun hayat kurtarıcı olabileceğini gördü, kabul etti. Okulsuzluk kavramı herkese, her çocuğa uygun değil. Ailenin herkesin “Fedakarlık” dediği yola girmeye istekli olması, bugün bir ödülü yokken, hatta oldukça yorucu bir tempoyla bilinmez bir geleceğe yatırım yapması gerekiyor. Çocuklara olan sevgimiz ve onlara duyduğumuz güven dışında hiç bir garantisi olmayan, toplum ya da hiç bir kurum tarafından desteklenmeyen, neredeyse görünmez olan olağanüstü gayretten bahsediyorum. Böyle tanımlayınca kulağa delilik gibi geliyor. Fakat zaman içinde fedakarlık denen bu zorlu hayatın beni çok güçlendirdiğini, direncimi, entellektüel tarafımı güçlendirdiğini, beni çok daha bilge, yetkin, meraklı, sürekli öğrenme yolculuğu içinde, üretim isteğiyle yanıp tutuşan birine dönüştürdüğünü gördüm. Çocuklardan çok bu işten karlı çıkan benim. Bu hayatı yürütebilmek için sosyal hayatımdan vazgeçmek, kahve ya da alkol eşliğinde saatler süren sohbetlerden, buluşmalardan uzak durmak, uyandığım andan uyuduğum ana kadar gayret içinde olmak eskiye göre beni çok daha sağlıklı, bilinçli, gayretli birine dönüştürüyor. Bunu feda olarak görmüyorum. Bu bilinçli bir tercih ve böyle mutluyum.


Ali’yle uzun süredir fiziksel olarak uzak olmak son zamanlarda üzüntümün katlanarak artmasına, acının derinlere ilerlemesine sebep olmaya başladı. Keyfim yok. Mutsuzum. Hüzünlüyüm. Ağlamaklıyım. Bana Ali’yi hatırlatmayan tek bir şey yok. Çocuklar nasıl hissedecekleri konusunda benden çok etkilendikleri için, bunu saklamaya çalışmak, Ali’yi düşünüp anarken, çoğu zaman susmaya gayret etmek zor. Sanırım biraz da bu ağır duygular sebebiyle kimseyle görüşmek, hatta evden çıkmak bile istemiyorum. Kafamda yüzlerce iş var. Sürekli kendimi meşgul etmeye gayret ediyorum. Çocuklar biriyle görüşmek istediklerinde panik oluyorum. Geçenlerde bir hafta sonu Derin’i, çok sevdiği ikiz arkadaşları doğum günlerine çağırdılar. Evleri bizden 1-1,5 saat uzaklıkta. Ev sahiplerini rahatsız etmek istemediğimden, Derin’i bırakıp kızlarla tüm gün dışarıda oyalanırım diye düşündüm. Arabanın şarkı yoktu. Şarj cihazına gittiğimde kapalı olduğunu fark ettim. Öyle istemiyordum ki gitmeyi, daha yola çıkmadan yorulmuştum. Ali’yi arayıp Derin’i bırakabilecek birini bulup bulamayacağını sordum. Hemen birini bulup bize yönlendirdi. Bu sefer de “Bu gelen kim? Güvenilir mi? Derin’in yanında sigara içer mi? Arabayı güvenli kullanır mı?” diye sorular sorup endişe ettim. Ali’yle konuşurken benzinlikte ağlamaya başladım. Diğer yandan Derin arkadaşlarıyla görüşmekten mahrum kalmasın diye bu kadar uğraşa değer mi diye düşündüm. Ali “Lütfen ağlama. Ben hallederim. Takibini sağlarım. Sen Derin’i gönder. Bana bırak. Her şey düzelecek Sesin. Hepsi geçecek.” diye beni telkin etti. Derin’i götürecek olan gence tüm taleplerimi iletip, uyarıları yaptıktan sonra teslim ettim. Ali sık sık arayıp Derin’i kontrol etti. Arkadaşlarının ailesiyle görüştü. Ben de rahat rahat pazara gidip alışveriş ettikten sonra kızlarla eve döndüm. Merin’i zamanında uyutabildim. Ama bu kadarı bile beni çok yormuştu. Günün geri kalanını, Derin’in takibini Ali’ye bırakarak biraz olsun rahat geçirdim. Derin bir yorgunluk içindeyim ama yorgunluğumu tanımlayamıyorum. Bu dinlenerek, yatarak geçecek bir yorgunluk değil. Fiziksel olarak sürekli hareket, gayret halindeyim, yorulmuyorum. Ruhsal yorgunluğumu ancak sürekli fiziksel gayret ederek tolere edebiliyorum. Geçenlerde arabayla pazara giderken karşıdan gelen araçta Ali’nin yakın arkadaşının olduğunu fark ettim. Elindeki telefona bakıyordu. Meğer Ali’yle görüntülü görüşüyormuş. Durup “Yenge bak kiminle konuşuyorum.” dedi ve ekranı bana tuttu. Arkamdaki arabalar kornaya basmakta gecikmediler. Vedalaşıp yürüdüm. Nedense, Ali’yi bir başkasının ekranında görmek, O yokken diğerlerinin burada olması beni daha da üzdü. Pazara yürürken Ali’yi aradım. Sonra kendimi tutamayıp pazarın ortasında ağlamaya başladım. Sakinleşmek için telefonu kapattım. Bir kez daha anladım ki dışarı çıkmak, diğerlerini görmek iyi gelmiyor. Artık Ali de saklayamıyor üzüntüsünü. Çocuklarla konuşurken hüngür hüngür ağlayabiliyor ve hemen kapatıyor görüşmeyi. “Sesin ben ailesine düşkün, çocuklarıyla zaman geçirmeyi, evde olmayı çok seven bir babayım. Böyle biriyken, çocuklarımdan, senden uzak olmak bana büyük haksızlık.” deyip üzülüyor. Çocuklar ilk defa babalarının böyle ağlayabildiğine tanık oluyorlar. Serin “Babamı çok özledim.” dediğinde, Derin “Sakın bunu babama söyleme. Biliyorsun hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.” diyor. Babaları üzülse de, duyguları konusunda dürüst olmalarını istiyorum. Hiç bir şey yokmuş gibi, özlemiyormuş gibi davranmak daha acı verici bence. Duygularını yaşamaktan kaçmamalı insan. Ama duygunun kendisini ele geçirmesine de izin vermemeli. Bir dalga gibi, hissedip gitmesine fırsat vermeli. Bugün bu zorlukları yaşamanın bize öğrettiği öyle çok şey var ki, minnettarım. İyi taraflarını, güzel bir geleceği düşünmek olumsuz duyguları göndermeye fayda sağlıyor. İnsan sürekli bir duyguda kalamıyor. İyi ki hepsi var, hepsinin gelip gitmesine müsaade ediyoruz. Ters Yüz filmini izlerken her seferinde ağlarım. Her şeyin zıddıyla güzel ve anlamlı olduğunu hatırlatıyor.


Çocukların okulsuzluk süreci özelinde konuşursam, sadece çocukları izlemenin bile sürecin güzelliğini görmeme yettiğini söyleyebilirim. Serin her gün sayfalarca kartlar hazırlayıp notlar yazıyor. Hala bazen bir harfi yanlış yazdığı ya da ters yazdığı olabiliyor. Günlük yazma ve okuma pratiğine devam ediyoruz. Sessizce kendi halinde okuduğu kitapların yanında mutlaka bana bir kitabı sesli okuyor. Cuma günü akşamı uyumak üzere yatağıma yatmış kitabımı okurken, Dr. Seuss kitaplarından Şapkalı Kedi Geri Döndü kitabını getirmiş, “Anne bunu sesli okumak istiyorum.” Demişti. Fakat öyle uykum vardı ki, kitabı dinlerken uyuyakalmışım. Merin çoktan uyumuştu. Derin ve Serin de üstümü örtüp sessizce odalarına gitmiş, uyumuşlar. Serin tam bir üretken. Sürekli polimer killer, sanat malzemeleriyle çeşitli projeler yapıyor. Dikiş dikiyor, legolarla kendi harika dünyasını yaratıyor. Derin yaşı gereği çok daha ciddiyetle çalışıyor. “Daha çok matematik, İngilizce çalışayım, daha çok okuyayım.” gibi bir çaba içinde. Bir yandan küp antrenmanlarını yetiştirmesi gerekiyor. Bateri çalışmaları da tüm hızıyla devam ediyor. Günün nasıl bittiğini anlayamıyor. Derin’in senelerdir “Diğerlerinden, yaşıtlarımdan geri mi, kalıyorum? Yeterince öğreniyor muyum?” gibi gizli bir kaygısı var. Kendince yetişmeye gayret ediyor. Ne Ali, ne ben çocuklarımızın yaşıtlarının ne bildiğiyle ilgilenmiyoruz. Çünkü kimin neyi ne kadar bildiğini, hangi bilginin kim için önemli, geliştiren, yararlı, ilgi çekici olduğunu bilemeyiz. Herkesin aynı şeyleri, aynı miktarda bilmesi mümkün değil ve gerekli de değil. Böyle bir karşılaştırmanın çok saçma olduğunu düşünüyorum. Fakat kayıtsız olmasındansa birazcık kaygının iyi geldiğini de düşünüyorum. Bazı şeyleri zihinsel egzersiz yapmak için, bazılarını sırf merak ettiğimiz için, diğerlerini gerçek hayatta kullanmak için öğreniyoruz. Hedeflerinin olmasını ve bu hedeflere ulaşmak için gayret etmelerini önemsiyorum. Daha fazla çalışıp, daha fazla yol almaya çalışıyor. Su akıp yolunu bulacak. Tek bir doğru yok. Tek istediğim gayret edip istikrar göstermeleri. Son zamanlarda kendi okuduklarım yanında Derin’in ve Serin’in okuduklarını da okumaya çalıştığım için yetişemediğimden, Derin’e kitap önerisinde bulunmuyorum bir süredir. Canı ne isterse onu okuyor. Ben Garrod’un Dinazorları Bildiğini mi Sanıyorsun? serisinden Velociraptor’u okumaya başlamış. Bu kitapları çok uzun seneler önce almış bir türlü okuyamamıştım. Celal Şengör’ün evrimle ilgili videolarını izledikten sonra birini okumaya başlamış ve çok beğenmiştim. Bugünlerde kaybettiğimiz Jane Goodall ile ilgili bir sürü video izleyip kitap okuduk. Derin özellikle Evrim Ağacı anlatımını çok sevmiş. Bu kitapları getirip “Anne bak, kitapların ikisi Jane Goodall’ın takdimiyle yazılmış.” dediğinde çok şaşırdım ve bunca zaman nasıl fark etmediğime şaşırdım. Evdeki ortamımızı çok seviyorum. Sürekli okuyoruz. Uyumaya giderken, uyku öncesi oyuncu ruhu alevlenen çocuklarım oyuna dalınca, elime Böcek Atlası kitabını alıp yatağ uzanıyorum. Keyifle okuyor, senelerce bu kitabı ilk elime aldığımda hiç bilmediğim böcekleri zaman içinde nasıl da öğrendiğimi ve artık okumanın ne eğlenceli hale geldiğini fark etmekten büyük mutluluk duyuyorum. Derin gelip beni böcekleri okurken görünce hemen bilgisini paylaşıyor, benimle okuyor. Tüm bu anlarda büyük bir mutluk ve huzur hissediyorum. Bu dönem çocuklarımla Nintendo oyunları hakkında konuşmak, izledikleri Spider man çizgi dizisine eşlik etmek konusunda çok zorlanıyorum. Çok iyi bir yapım olmadıkça bişey izleyemiyor, oyunlarla zaman kaybetmek istemiyorum. Çocuklarımın, sevdiğim insanların ilgilendikleri şeylerle, sırf onlara değer verdiğim için ilgilenmeyi önemli bulurum ama bu dönem yapmakta zorlanıyorum. Okudukları Ten Ten, Köpek Adam gibi kitapları okuyup hakkında konuşarak bu açığı böyle kapatmaya çalılıyorum. Bugünlerde uyku öncesinde Serin’e Vahşi Robot kitaplarını okumaya başladım. Bayıldı. Sanırım doğaya değen sevmediğimiz bir kitap yok. Derin uykudan önce pek kitap okuyamıyor, yattığı an uykuya dalıyor. Bu sebeple sabah ilk uyandığında okumak gibi bir öneri sundum. Sabah sessizliğinde hemen ekrana bakmaktansa (Ya küp videosuna, ya da bateristlere bakıyor.) kitap okumak daha güzeldir diye düşünüyorum. Günlerinin önemli bir bölümünde üç kardeş oyunlar oynayıp eğleniyorlar. Kendilerine oldukça fazla zaman ayırabildiklerinin farkında olduklarından çalışmalarıyla ilgili önerilerime karşı çıkma ihtiyacı hissetmiyorlar.


Sonbaharın gelişiyle bisiklet turlarına, orman ziyaretlerimize başladık. Çocuklar bu deneyimleri çok seviyor, büyük keyif alıyorlar. Bisikletle yarışıyor, bazen durup böğürtlen yiyoruz. Ormanda saklambaç oynuyor, börtü böcekleri inceliyoruz. Çocukların doğayla bağını kurmuş olmaktan minnet duyuyorum. Çocuklar doğada geçirdiğimiz her anı kıymetli buluyorlar Kendilerini çok iyi hissediyorlar. Eminim ömür boyu bu hissin peşinde olacak, unutmayacaklar. Yetişkinlik hayatlarında kendilerini doğaya atmanın bir yolunu bulacaklarına eminim. Diğer yandan temkinli davranıyorum. Evden çok uzaklaşmıyor, bilmediğim yerlere gitmiyorum. Çocuklarla yapmayı en sevdiğimiz şeylerden biri arabayla rastgele giderken gözümüze güzel gelen bir ormanın içine dalıp keşif yapmaktır. Fakat geçen sene kötü bir tecrübemiz oldu. Sabah erkenden böyle bir orman bulma arzusuyla evden çıktık. Yürüyüş yolu olduğunu anladığımız, haritası, açıklamaları bile olan bir orman yolu bulduk. Arabadan inip hazırlanırken arkamızda bir araba durdu. Arabadan bir adam inip yanımıza geldi. Adam körkütük sarhoştu. Bizimle konuşmaya başlayınca şaşırdım. “Yanlış anlamayın, ben kız çocuklarını çok severim. Görünce gelip sevmek istedim.” dedi. Bir yandan önce Serin’in başını okşadı, sonra Merin’e yöneldi. Ben Merin’i çekecekken dokundu. Merin ağlamaya başladı. Detayları hatırlamıyorum ama Merin’i çekip rahatsız olduğumuzu söyledim. Yabancıların çocuklara dokunmaması gerektiğini, bu yaptığının özellikle benim gibi yalnız bir bayanı çok rahatsız ettiğini söyledim sanırım. Çocuklar çok korktular. Adam yine kızları çok sevdiğini söyleyip durdu ve arabaya binip uzaklaştılar. Fakat araba biraz ileride, portakal-nar suyu satan bir yol kenarı satıcısının yanında durdu. Tek isteğim çocuklarımla ormanda güzel bir sabah geçirmekti ama adamların gitmemiş olması tedirginliğimi arttırdı. Bir süre düşündükten sonra bu endişeyle ormana giremeyeceğimi anladım. Biz ormandayken yanımıza gelmelerinden korktum. Tüm cesaretimi toplayıp çocuklarla adamların arabasının yanına yürüdüm. Şoför koltuğunda oturuyordu. Diğer adam sanırım içerideydi. “Nerde o adam?” deyip bekledim. İçeriden satıcıyla beraber dışarı çıkan sarhoş adama bağırmaya başladım. “Çocuklarımla sabah güzel zaman geçirmek için ormana giderken, huzurlu ve mutluyken çocuk sevme niyetiyle yanımıza gelip bizi taciz ettiniz. Çocuklarımı korkutup ağlattınız. Bunu yapamazsınız! Kimsenin çocuğuna dokunamaz, sevemezsiniz! Kimsiniz ya siz? Adın ne senin? Nerelisin sen?” diye bağırdım. Adam sürekli, çocukları çok sevdiğini söylüyordu. Özür diledi. Ama sarhoştu, tekinsiz bir tipi vardı. Hiç hoşnut olmadım. “Ali Duran’ın eşiyim ben. Siz beni yabancı sanıp taciz etmeye kalktınız. Huzurlu bir gün geçirmek istiyorum, başıma bela oluyorsunuz. Şimdi eşime anlatınca olay nerelere varacak tahmin ediyor musunuz? Tanıyor musunuz Ali Duran’ı?” dedim. Tanımadığını, buralı olmadığını, Marmaris’ten geldiğini söyledi. Israrla kim olduğunu sordum, söylemedi. Bağırıp o an ağzıma ne geldiyse söyledim. Eğer bir daha yanıma yaklaşırlarsa kötü olacağını da ekledim. Tek isteğim kendimi ve çocuklarımı güvende tutmak, gitmelerini sağlamak ve bir daha kimseye yapmamalarına ikna etmekti. Adamlar sürekli özür dilediler. Korkmuş, endişeli gibiydiler. Ali’yi tanımamalarına şaşırdım ama inandım.


Uzun süre üstümden atamasam da çocuklarla ormanda zaman geçirmeye kararlıydım. “Bu olayın bizi engellemesine izin vermeyelim.” dedim ve bir süre sonra gerçekten de güzel bir orman günü yaşadık. Ali’yi arasam hemen geleceğini, olayın büyüyeceğini düşündüğüm için aramadım. Fakat saatler sonra eve dönerken yine endişe kapladı içimi. Ali’ye anlatmam gerektiğin biliyordum. Kötü de olsa, anlatmak istesem de olan biteni anlatırım. Saklamanın bir yararı olacağını sanmıyorum. Eve dönünce Ali’nin uyanık olduğunu anlayınca yanına gittim. Biraz akşamdan kalmış, içkiyi fazla kaçırmış bir hali vardı. Olayın üzerinden saatler geçtiği için rahatça anlattım. Kim olduklarını öğrenemediğimi, yabancı olduklarını ama gereken her şeyi yapıp söylediğimi belirttim. Sohbetimiz bitince rahatlamış bir şekilde çocuklarla, Merin’le oynamak üzere odadan çıktım. Ali kalkıp yanıma geldi ve telefonunun ekranındaki bir fotoğrafı göstererek “Adam bu muydu?” dedi. Adamın, tam olarak sabah tartıştığım adam olduğunu görünce, öyle bir his kapladı ki içimi, öyle ürperdim ki, deyim yerindeyse kanım donmuş olmalı. Sessizce, neredeyse duymasını istemedim şekilde “Evet buydu.” dedim. Ali, terapistimin söylemiyle çok karanlık bir adam olabilecekken, benim sayemde çok iyi bir aile babasına dönüşmüş. Ama evdeki o anlayışlı, sevgi dolu, eğlenceli, komik adam, haksızlığa, ihanete uğradığında, saygısızlığa maruz kaldığında beni çok korkutan bir soğukkanlılıkla başka birine dönüşebiliyor. Biz bu karanlık tarafı görmeyelim diye hemen evden ayrılır. Telefon görüşmelerini bile dışarıda yapar. Evden aceleyle çıktı. Sabah yaşadığımdan daha büyük bir korkuyla evde kalakaldım. Ali uzun bir süre sonra beni arayıp karakolda olduğunu ama bir sorun olmadığını söyledi. Adam yabancı değil, buralıymış. Ali’yi de gayet iyi tanıyormuş. Ali, arkadaşlarıyla adamın yaşadığı köyün kahvesine gitmiş. Muhtara adamı getirmesini, konuşacağını söylemiş. Muhtar “Siz eşkiya mısınız? Bizim köylümüze bunu yapamazsınız. Adam çocuk sevdiyse ne var bunda?” demiş. Ali de buna karşılık muhtara ev adresini sorup “Ben de çok severim çocukları. Gidip seninkileri seveceğim.” gibi şeyler söyleyince aralarında tartışma çıkmış. Kahvedekiler polis çağırmış. Bizi korkutup taciz eden adam polise sığınıp “Beni bırakmayın. Can güvenliğim yok.” demiş.Akşam çocukları söz verdiğim bir yere götürdüğüm için Ali’yle detaylı konuşamadım. Ama olay bildiğim kadarıyla böyle kapandı. Bizim gibi toplumlarda, özellikle sözde muhafazakar köy yerlerinde, yol kenarında gördüğün yalnız bir kadın ve çocuklarını, sarhoş iki adam olarak hiç çekinmeden, utanmadan, gayet normal olduğunu iddia ederek özellikle yanlarına gidip rahatsız olacaklarını hiç düşünmeden sevmeye kalkabilir misin? Bu davranış normal kabul edilir mi? Bunu tolere etmem mümkün değil. Bu tutumlar bana tamamen ters. Birlikteliğimizin ilk yıllarında Ali’nin davranışlarına büyük tepki gösterirdim. Hala bazen eylemlerini sorgulasam da, kendi davalarında haklı bir tarafı vardır. Sebepsiz harekete geçmez. Sabırlıdır, vicdanlıdır, adalete önem verir. İlişkimizde bile Ali’yi suçladığım hiç bir şeyin aslında öyle olmadığını, düşündüğüm gibi haklı olmadığımı terapi sürecinde farkına vardım. Hatta terapistimi hep Ali’nin tarafını tutuyor olmakla suçladım. Bazen Ali’ye yapılan haksızlıklara çok kızıyorum. O’nu tüm dünyadan korumak istiyorum. Sert, pis görünen kabuğunun altında, temizliğiyle, eğitimiyle, toplumdaki yeriyle övünen herkesten, benden bile daha iyi bir adam var. Başına gelenlere üzüldüğümü anladığında bana hep “Beni onlar üzemez. Kimse beni üzemez. Devran hep döner Sesin. Sen üzülme.” diyor. Kendinden emin bu tavrına hayran kalıyorum. Diğer yandan sanki “Beni senden başka kimse üzemez.” dediğini hissedip, Ali’yi üzdüğüm her an için pişmanlık duyuyor, bunun altında eziliyorum. Anneannem de böyleydi. Bir keresinde anneannem biriyle fena tartışmıştı. Karşısındaki hadsiz genç, anneanneme ağır sözler söylediği için çok üzüldüğümde bana “Kızım sen hiç üzülme. Kimse benim canımı sıkamaz. Altta kalmam, ben sıkarım onların canını. Sen hiç merak etme.” demişti. Anneannem de sık sık bana üzülür, benim sözlerime kırılırdı. Ama hiç küsmez, affederdi. Asla yüzüme vurmaz, kin tutmazdı. Ali’yle benzer çok yönleri vardı. Özellikle son senelerde birbirilerinin zekasını takdir edip, birbirlerini çok sevdikleri için ölünceye kadar bu memnuniyetle yaşayacağım.


Aslında sık sık yazıyorum ama Merin uyandığı için yayınlamak üzere sonunu getiremiyorum. Bunun için kendime kızıyorum. Olduğu kadar deyip ağırdan almaya çalışıyorum. Yazmak benim için bir hayat tarzı, olmazsa olmaz bir eylem. Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki, yazma serüvenimin bitmesi mümkün değil. Günlük hayatın tüm yükü üzerimdeyken her gün mükemmel yazıp yayınlayamadığım için kendime haksızlık etmek istemiyorum. Tüm bu yoğunluk içinde kağıda dökemesem de her konuda sayısız yazıyı kafamda yazıyorum. Daha sık yazacağım, sevdiğim işlere daha çok zaman ayırabildiğim günler gelecek. Hiç yapmamaktansa seyrek de olsa yapmak, bırakmamak yeterlilik hissini getiriyor. Hayat sandığımızdan daha kısa. Beklediklerimizin zamanı geliyor, şikayet ettiklerimiz değişiyor. Böyle telkinlerle günleri deviriyorum. Hepimiz, yarından çok emin olup planlar yapan insanlar bile belirsizlikle yuvarlanıyoruz. Belirleyebileceğimiz pek az şeyi, belirsiz geleceğimize taşımak için çaba harcıyoruz. Mesela spor yapıp doğru beslenerek sağlığımı sürece bırakmıyorum, çocuklarımla, eşimle ilişkimi ilmek ilmek örüyorum, becerilerimi geliştiriyorum, okuduklarımla, öğrendiklerimle hayalimdeki benliği inşa ediyorum, kendimi daha iyi tanıyıp, neyi neden yaptığımı anlamaya çalışarak ruhsal sağlığımı inşa etmeye gayret ediyorum. Tüm bunlar bile geleceğe dair bir garanti sağlamıyor. Hayatın belirsizliği tüm gerçekliğiyle karşımızda dururken, buna katlanamıyoruz. Okul da böyle değil mi? Çocuklarımız şöyle bir okula giderse, şu mesleği seçip, bu kadar para kazanır, uygun bir aile kurarsa, belli standartlara sahip olursa mutlu olurlar diye düşünüyoruz. Geleceklerindeki belirsizliği kaldırmak istiyoruz. Bence ne zaman bunu yapsak başarısız oluyoruz. Biz planlar yaparken hayat hep bize gülüp, göz kırpıyor. Belirsizliğe kendimi teslim edip, yapmam gerekenlerin yanına keyif aldıklarımı da eklemeye çalışarak yola devam ediyorum. Hayat bundan ibaret.


Şimdilik bu kadar. Buraya kadar okuyup, yaşananlar farklı olsa da benzer hisler yaşayanlara, ilgilerinden dolayı teşekkür ederim. Siz okurken yalnız hissetmediğinizi söylüyorsunuz, ben de yazdıklarımı paylaşınca yalnızlığımı gideriyorum. Sevgiler.


Merin polimer kil masasında çalışıyor.
Merin polimer kil masasında çalışıyor.
Merin polimer kil masasında çalışıyor.
Merin polimer kil masasında çalışıyor.
ree
Serin'in yaptığı yiyecekler.
Serin'in yaptığı yiyecekler.
Yağmur sonrası.
Yağmur sonrası.
Çocuklar çamur savaşı yapmış.
Çocuklar çamur savaşı yapmış.
Merin'e diktiğim kışlık pantolonlar.
Merin'e diktiğim kışlık pantolonlar.
Matarın altında yaşayan trol ailesi.
Matarın altında yaşayan trol ailesi.
Merin peg doll boyuyor.
Merin peg doll boyuyor.
Merin'in boyadıkları.
Merin'in boyadıkları.
Bisiklet turundan.
Bisiklet turundan.
Orman hazineleri.
Orman hazineleri.
ree
Alıç toplarken.
Alıç toplarken.
ree
ree
Aylardır fermente olan kombucha.
Aylardır fermente olan kombucha.
ree
ree
ree
Serin'in figürü.
Serin'in figürü.
Serin'in kilden yaptığı dünyanın içi modeli ve donut.
Serin'in kilden yaptığı dünyanın içi modeli ve donut.
Bahçe koltuğunu ilk deneme.
Bahçe koltuğunu ilk deneme.
Serin bize meyve hazırlamış.
Serin bize meyve hazırlamış.
Ben güneş gelmesin diye yüzümü kapatırken Merin.
Ben güneş gelmesin diye yüzümü kapatırken Merin.
Kızlara en sevdikleri yemek olan bamya yapıyorum.
Kızlara en sevdikleri yemek olan bamya yapıyorum.
Lakto fermente turşularım.
Lakto fermente turşularım.
Halloween peg dolls.
Halloween peg dolls.
Serin'in babasına yaptığı araba.
Serin'in babasına yaptığı araba.
ree
Merin'in lego, polimer kil ve para karışımı figürü.
Merin'in lego, polimer kil ve para karışımı figürü.
ree
Yeni giysi almayı protesto ediyorum.
Yeni giysi almayı protesto ediyorum.
Merin bu davulcuyu çok seviyor.
Merin bu davulcuyu çok seviyor.
Saçlarımı kestim.
Saçlarımı kestim.




 
 
 

2 Yorum


Misafir
20 Eki

Günlükleri yayınladığınızda gün içinde sessizce, bölmeden ve keyifle okuyacağım bir an kovalıyorum. Her bir yazınız benim için çok sevdiğim bir kitabın devamı gibi. Hepsini okudum. O hayal ettiğiniz, kendinize bolca vakit ayırabildiğiniz günleri de okumak dileğiyle...

Beğen
sesinakmaz
20 Eki
Şu kişiye cevap veriliyor:

Bunu duyduğuma çok ama çok mutlu oldum. Yazdıklarıma verdiğimiz kıymet, okumak için özel bir zaman kollamanız duygulandırdı beni. Sizin okumak için gösterdiğiniz özen gibi, ben de en özel, en mahrem, en uygun anı kolluyorum yazmak için. Bu değerli mesajlar, o değerli anları arttırmamı, yazmamı sağlıyor. Teşekkürler. Sevgiler.

Beğen
bottom of page