Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.
- sesinakmaz
- 2 Tem
- 6 dakikada okunur
1 Temmuz 2025

Merin’in hafif hafif vurmalarıyla uyandım. Uykumu yine alamamışım. Uykulu huysuzluğumla “Merin yapma, hayır!” dedim. Bana küserek, üzülerek “Anne biii!” dedi. Azıcık daha uyumaya çalışsam da içim acıdı. İki sene olmak üzere ve her sabah Merin tarafından bir şekilde uyandırılıyorum. Derin’in ya da Ali’nin Merin’e baktığı, uyuyabildiğim sabahlar 10 seferi geçmemiştir. Özel sektörde çalışan birinin bile senelik tatili benden fazladır. Başıma kötü bir şey gelse bu halime bile şükredeceğimden şikayet etmiyorum. Ama arada uykusuz günlerde huysuzlanıyorum.
Gözümü zar zor açtım. Merin’e aşağı gidelim mi diye sorduğumda “Meme!” dedi. Tamam deyip kucağıma aldım. Bazen öyle çok sık meme istiyor ki, neredeyse iki yaşına girmek üzere olmasına rağmen doğduğunda yapmadığım şeyi, emzirme aralıklarını en az üç-dört saat olacak şekilde açmaya çalışıyorum. Bazen oyuna daldığında 6-7 saat aramadığı da oluyor ama çoğunlukla, eğer yapabilse saat başı meme emmek ister. Bu, çocuğu sakinleştirmek, bağ kurmak, kolayca uyutmak, hasta olunca iyileşmesini hızlandırmak açısından çok konforlu, ama bazen de yorucu. Özellikle tam yemek yiyeceğimde kendi yemeğini bitirip “Meme!” diye kucağıma gelmesini iyi karşılamıyorum. Serin de her yemek yiyeceğimde bana alan tanımadığı için 27 aylıkken emzirmeyi sonlandırmıştım. Fakat şimdi anlıyorum ki hayır demekte zorlanıyormuşum. Şimdi yemek yiyeceğimde Merin’e “Hayır. Şimdi ben yemek yiyeceğim. Meme yemekten sonra.” diyorum ve ağlasa da kararımdan dönmüyorum. Alıştı, kısa sürede vazgeçiyor ya da ağlamaya devam etse de yemeğimi yiyorum. Bebeğinize Fransız Kalın adlı kitabı Serin’e hamileyken almıştım ama okumadım. Çok şey kaçırmışım. Fransızların çocuk yetiştirme tarzı tam olarak bana uymasa da yaklaşımlarının çoğunu beğendim. Mesela bebeklere çok küçük yaştan itibaren beklemeyi öğretmenin öneminden bahsediyorlar. Kitapta çocuk liderliğindeki ebeveynliğe daha çok Amerikanvari ebeveynlikten örnek verilmiş. Çocuğun otorite olmaya başlaması, ailesine vurması, her sohbetin içinde olması, canı ne isterse yapabileceğini düşünmesi, ailelerin çocuk odaklı yaşamaları ülkemizde de normalleşti. Fakat bu modernleşme adımı gibi görünse de içinin boş, sadece Amerika gibi ülkelere benzeme çabası olduğunu hissediyorum. Şimdiye kadar çok hata yaptığımı kabul etmeliyim. Eskiye göre sınırları daha net çekerek ilerliyorum. “O sınırların içinde özgürsünüz ama sınırı geçmeyin.” diyorum.
Serin dün akşam, sabah için kek yapmamı istemişti. Uyurken kulağına “Kek nasıl olsun?” diye sorunca uyandı. Erkenden uyanmasına çok sevindim. Bu ara geç yatıp sabah uyanmak için geç kalıyorlar. Biyolojik saat konusundaki araştırmalara, yaşım ilerledikçe ve buna uygun yaşadıkça daha çok hak verdiğimden, geç yatıp geç kalkmalarını istemiyorum. Gece 11-12’ye kadar kitap okur oldular. Derin’e yaşı gereği aldığı uyku yetiyor da, Serin’in erken uyuyarak uykusunu almasını sağlamaya çalışıyorum.
Merin, küçücüklüğüne bakmadan köpeğimiz Nelly'yi gezdirdi. Eve girince kek yapmaya koyuldum. Bir kaç gün yiyebilsinler diye tarifi iki katı yaptım. Merin bir kaç kez düştü, ağladı, kucak istedi, tekrar kucak istedi, meme diye ağladı derken kek yapmam saatler aldı. Ancak öğlen bahçeye çıkabildim. Güneşin altında, bahçede çalışırken kıyafetlerimin izi vücudumda hayli belirgin olmaya başladığından, birinin gelme ihtimaline karşı elime panço alıp bikiniyle çıktım. Yazın büyük bölümünü bahçede geçirsem de, deniz kenarındaymış gibi bronzlaşmak isterim. Merin ve Serin de minik şişme havuzda, trambolinde suyla oynadılar. Merin’in uykusundan önce sadece bir saatim vardı. İşler eskisine göre çok daha fazla zaman alıyor ya da artık hayatım bir kaç saatte, bir kaç günde bitmeyecek işlerle çevrili. Her ne kadar seneler önce “Okulsuz Yaşam” adı altında daha sade, daha doğaya yakın yaşamaya çalışsak da, alışkanlıklar kolay değişmiyor. Değişim yıllar alıyor, yavaşlıkla ilerliyor. Günlük kitaplar, günlük okumalar, günlük projeler, günlük araştırmalar, günlük etkinlikler yerini uzun hazırlıklara, derin araştırmalara, gerçek öğrenme deneyimlerine bıraktı. Günlere, aylara ihtiyaç duyan bir sürece dönüştü. Hala sabırlı olmayı öğretmeye çalışıyorum kendime. Direniyorum. İstiyorum ki bişey yapalım ve bir kaç saatte bitsin. Bir kaç hafta çalışıp bahçe işini tamamlayayım, atlarımız kısa sürede bize ve yeni evine alışsın, bahçeyi bir kaç günde temizleyip diğer işime bakayım, bir haftada tüm dikiş projelerimi bitireyim, evi üç günde temizleyip çocuklarla sevdiğimiz işlere gömülelim, sevdiğim kitabı bir haftada bitireyim istiyorum hala. Ama olmuyor. Her gün, sorumlusu olduğum tüm işlere azar azar da olsa vakit ayırmam gerekiyor. Az vakit ayırabildiğim için hiç bir iş asla bitmiyor ama sürüyor, devam ediyor. Sabırla her sabah uyanıp devam ettirdiğim her şey zamanla yeşeriyor, çiçeğini, meyvesini veriyor. “Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.” sözünün ne doğru olduğunu görüyorum yeni hayat felsefemin çerçevesinde.
At sahibi olmaya bir türlü alışamadık, hakkıyla yerine getirmedik sorumluluğumuzu. Hala bir istikrarsızlık, güvensizlik var aramızda. Çekya’da master yaparken, köpeği can yoldaşı olan arkadaşlarımı görünce, yalnızlığıma çare olarak Nessy isimli köpeğimi edinmiştim. Bugüne kıyasla çok zamanım vardı, hayatım farklı anlamlarda kolaydı. Nessy’yi eğitmek için çok uğraştım. Öyle güzel alışkanlıklar edindi, aramızdaki bağ öyle kuvvetlendi ki, anneannem onun köpek değil bir insan olduğuna inanıyordu. At eğitimini de köpek eğitiminden farklı görmüyorum. Tek sorunum zaman. Bugünlerde daha bilinçli, sistemli hareket edip çocuklara da bunun nasıl yapılacağını göstermek istiyorum. Evde At Beslemek diye harika bir kitap buldum. Kitap dönüp dolaşıp ahırda geçirilen zamanla kurulan bağın ve dolayısıyla edindirilecek alışkanlıkların etkisinin doğru orantılı olduğundan bahsediyor. Senelerce Köpeklere Fısıldayan Adam olan Cesar Millan’ı izledim, kitaplarını okudum. Tüm bu anıları tekrar canlandırıp yeni okumaları ekleyerek, atlarımızın kendilerini evlerinde ve güvende hissetmelerini sağlamak istiyorum.
Merin uyuyunca, Serin’le atları arazide otun bol olduğu bir yere götürüp bağlamaya karar verdik. Arkada oturup dizginleri Serin’in kontrolüne bıraktım. Derin, sıcakta yürümeyelim diye gelip motorla bizi almak istedi ama Serin benimle yalnız, anne-kız zamanı geçirmek üzere yürümek istediğini söyledi. En sıcak saatte, kız kıza, baş başa, sohbet ederek yürüdük. Dikkatimi Serin’e versem de aklım ocağa koyduğum ilikli kemiklerde ve Merin uyanmadan bununla yapmam gereken çorbadaydı. Çorba Serin’in siparişiydi. Aslında bu tarifi hep Ali yapar ama evde olmadığında bana sık sık tarif ettiğinden, yapmaya alıştım. Merin uyanınca hep beraber yemek yedik.
Çocuklar bugünlerde çok rahat davranıyorlar. Derin günü çoğunlukla bilgisayar ve kamera başında yeni video çekip düzenleyerek geçirdi. Serin koltuğa yayılıp Köpek Adam serisini tekrar ve tekrar okuyor. Serin tekrar etmeyip, çalışmadığı için son piyano dersini iptal etti. Derin bateri çalmayı aklına getirmiyor. Dersleri bıraktığından beri çalışmalarını azalttı. Günlük biraz okuma, biraz yazma, azıcık matematik, ingilizce gibi çalışmalarını bir süredir düzenli yapmıyorlar. Ne zaman hatırlatsam “Merin’e bakıyoruz, oyun oynuyoruz, kitap okuyoruz, meşgulüz.” gibi cevaplarla geçiştiriliyorum. Defalarca hatırlatmama rağmen yine yapmadılar. Akşam oluyordu, günün bilmem kaçıncı mutfak temizliğini yaparken enerjim tükenme noktasındaydı. Mutfaktan dışarıya “Çocuklar!” diye bağırırken, elimi masaya öyle kötü vurmuşum ki hala ağrıyor. Oldukça uzun ve öfkeli bir konuşma yaptım ama boşuna. Böyle zamanlarda yapılan öfkeli konuşmalar çocukları sustursa da kızdırmaktan ve intikam duygusundan başka hiç bir işe yaramıyor.
Şu an bolca zamanları var, hayatları çok güzel ve kolay ama bunu göremiyorlar, farkında değiller. Biz insanlar böyleyiz. Kaybetmeden sahip olduklarımızın değerini anlamayız. Çocukların “Annem, babam çalışsın, kazansın, temizlesin, düzenlesin, bana konforlu bir hayat sunsunlar, ben de canım ne yapmak istiyorsa onunla tüm gün geçireyim.” düşüncesi bana hiç adil gelmiyor. Sadece okula gidip ders çalışarak tüm günlük hayat telaşından uzak tutulmalarını da doğru bulmuyorum. Ben de isterim ki tüm gün yazılarımla ilgileneyim, insanlarla etkileşimde bulunayım, çeşitli bilgiler içeren ayrı ayrı konulu yazılar yazayım ama olmuyor. Hayat benim için tek bir şeyin üstünde durarak yolculuk etmeye müsait değil. Ancak tüm gün sevmediğim tonlarca işi yaptıktan, çocuklarımı yatırdıktan sonra, gözlerim kızarmış, kapanmaya yüz tutmuşken yazabiliyorum. Devam edebilmek için her gün yorgunluğum ve uykusuzluğumla mücadele ediyorum. Niyetim çocuklarımın hayatını zorlaştırmak değil. Ama zamanlarını iyi kullanmayı öğrenmeliler. Günü en sevdikleri değil, ileride gerekli donanıma sahip olabilmelerine yetecek kısa çalışmalarına da zaman ayırarak geçirmeliler. Özellikle okula gitmedikleri için sahip oldukları zaman içinde yapmak istedikleri diğer her şeyi rahatça yapabilirler. Okulun aileyi ve çocuğu düzenli, disiplinli olmaya zorlayan güzel bir tarafı var. Bizim gibi kırsal hayatta da iç disiplin çok önemli. Fakat bunu sağlamaya çalışırken yalnız olduğum için zorlanıyorum. Ali, uyuma ve uyanma saatleri çok esnek, çalışma saatleri, görüşmeleri hep belirsiz, günlük, anlık yaşayan biri olduğundan çocuklara herhangi bir rutin sağlayamıyor. Çocukların sorumluluklarını az da olsa her gün yerine getirmelerini sorumluluk bilincinin gelişmesi için istiyorum. Bir hafta yemek yapmasam, mutfağa dönmekte zorlanıyorum. Çok sevdiğim işlere bile fazla ara verdiğimde tekrar başlamak zorlaşıyor. Kendi sorumluluklarını yerine getirip, bu aileye, eve, yapılan işlere katkıda bulunmalılar. Dışarıdan görenler çocuklarımızın evde bu kadar işi yaptığına şaşıyor, çocuklarımızın çok becerikli olduğunu söylüyorlar. Ama çocuk olmadığımız için, bu hayatı sağlamak uğruna Ali ve benim ve kadar çalıştığım pek görünmüyor. Diğerlerini bilemem ama bu hayatın içinde çocuklarımızın sahip olması gereken beceriler var. Başarılı olan insanların hayatlarının kolay olmadığını biliyorum. Kendi hayatımı biliyorum. Ancak sahip olduğum tonla zamanı kaybettikten, baskı altında kaldıktan sonra çok daha üretken, yaratıcı, çalışkan oldum. Yaş aldıkça insan kitaplardan çok kendi deneyimlerinin izlerini takip etmeye başlıyor.
Serin piyano çalıştıktan sonra kızlarla atları almaya gittik. Dönüşte Serin tek başına ata binerken, biz Merin’le, motorla takip ettik. Serin atımız Leyla’ya liderlik etmekte çok başarılı. Serin’in güneşin son ışıkları vururken ata binerek eve doğru gitmesini bir film sahnesi gibi izledim, ruhum mutlulukla doldu. Tüm rağmenlere rağmen hayat güzel diye düşündüm.
Atımız Leyla’nın sinek ilacı eğitiminin ikinci gününde büyük aşama kaydettik. Spreyi sıktığımızda tepkileri azaldıkça, sakinleştikçe daha çok şekerle ödüllendiriyoruz ve giderek daha az tepki veriyor. Bugün ilk defa arka bacaklarına kadar ulaşabildim. Bir haftaya çoktan bu korkuyu yenmiş olur diye düşünüyorum.
Güneş kaybolsa da hala aydınlık olduğu için Serin göldeki minik balıkları tutmaya gitti. Derin de ata binip hızlı koşturmak için çok uğraştı. Merin önce Derin’le ata binip, sonra benimle eve geldi ve günün son pratik ızgara et öğününü hazırladık. Serin ilk defa yetiştirdiğim çörek otu çiçeklerinin tohumlarını bulmuş, üzerine çok konuştuk. Güneş battığında çocukların yataklarında olmalarını istediğim için oldukça acele ettirerek yatağa gitmelerini sağladım. Serin uyuyabilsin diye kitap okumamalarını istedim. Serin uyuduktan sonra Derin hala uyuyamadığı için, kitap okumasına izin verdim. Aşağı inip yazıma bilgisayarda devam edeceğimi söyledim. Dün yazarken fırında ekşi mayalı ekmeğim vardı. Bugün ise kombucha çaylarım demlendi. Size içimi döktükten sonra ben de yatıyorum. Güzel bir gün daha benim için böyle bitti.





















Yorumlar