Üzgün değil öfkeli olmak güvenli
- sesinakmaz
- 6 Eki
- 11 dakikada okunur
21 Eylül - 3 Ekim 2025

Pazar günü erken kalkma çabamın da işe yaramadığını düşünüp 7’de Merin’le kalktım. 5’te kalkmak gün içinde çok uykusuz kalmama sebep oluyor. Anlıyorum ki çocuklarsız, yalnız bir kaç saat geçirmek mümkün değil. Çocuk bakımı konusunda bilmediğim, yanıldığım çok konu var. Özellikle yalnız kalamama hali çok zor. Bunu yaşayan tek ebeveyn benim sanki.
Pazar günü Derin arkadaşlarıyla dışarı çıktı. Cumartesi çıkamadığı için üzülmüştü. Uzun süredir evin giderlerinde sorun yaşıyoruz. Alt kattaki banyoda sifona bastığımızda foseptikten geri gelmeye başladı. Haftalardır su gitmiyordu. Üst kattaki banyoyu kullanmaya başlamıştık. Fakat son günlerde durum çok kötüleşti. Banyoda dayanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Evi berbat bir koku sardı. Ali’ye haftalardır söylememe rağmen biri gelip bakmadı. Sonunda Cumartesi günü ustalar gelip sorunu anlamaya çalıştılar. Derin’e ustalarla ilgilenmesini, dışarı çıkmamasını söyledim. Dışarıyla ilgili her şeyi Derin biliyor. Derin olmadan traktörü bile çalıştıramıyorlar. Neredeyse evdeki işlere Ali kadar hakim. Bir şey lazım olduğunda, bir şeyin yeri bulunması gerektiğinde Derin yol gösteriyor. Dışarı çıkamadığı için biraz hayal kırıklığı yaşadı. Arkadaşları arayıp “Oğlum senin ustalarla ne işin var?” diye defalarca sordular. Anlamıyorlar. Görüyorum ki çocukların genel olarak evde Derin kadar sorumluluğu yok. Fakat bazı farklı perspektiflerden baktığımda Derin kadar özgür de değiller. Sahip olduğu sorumluluklar Derin’i güçlendiriyor. Cumartesi ustalarla ilgilendikten sonra, Pazar günü çıkabildiği için mutluydu.
Merin’e görünmeden çıkmaktı planı. Çünkü Merin sarılmak, öpmek istiyor. Uzun uzun veda ediyor. Hatta dış kapıya, yola kadar uğurlamak istiyor. Derin ise buna dayanamıyor. Defalarca geri dönüp Merin’e tekrar sarılıyor. “Merin böyle yapma ama. Gidemiyorum. Lütfen.” diyor. Serin de böyleydi. Derin dışarı çıkarken uzun uzun veda eder sarılırdı. Kalbimi ısıtıyor onları böyle görmek.
Serin ve Merin’le evde sakin bir pazar günü yaşadık. Merin uyuyunca Serin Ali’yle görüştü. Babasına anlatmak istedikleri vardı ve Pazar günü rahat bir zamanda konuşmak için sözleşmişlerdi. Serin izlediğimiz filmlerden komik sahneleri anlatmaya çalıştı. İtiraf etmeliyim ki bunu dinlemek ve anlamaya çalışmak işkence gibi. Gerçekten anlayamıyorum. Geçenlerde Köpek adamın bir kitabını anlatmaya kalktığında, alıp kitabı okudum. Kitabı anlayınca Serin’le sohbet etmek kolaylaştı. Cumartesi günü ustalar çalışırken Serin gelip orada neler olup bittiğini anlattığında dinlemeye çalıştım. Sonra Derin gelip anlattığında çok daha ilgiyle dinledim. Serin bana dönüp “Anne beni Derin’i dinlediğin gibi dinlemiyorsun.” dediğinde çok utandım. Hemen Serin’i kucaklayıp “Serin bunu farkındayım. Seni yeterince dinlemediğimi farkındayım ve çok üzgünüm. Bunu günlerdir düşünüyorum ve düzeltmeye çalışıyorum. Çok özür dilerim kızım. Belki de Derin büyüyüp biraz daha yetişkinler gibi konuşmaya başladığı için anlamam kolay oluyordur. Bilemiyorum. Ama bunu düzelticem.” deyip uzun uzun sarıldım. İnkar edemem, bunu ben de uzun süredir düşünüyorum. Serin’i dinlerken anlamakta zorlandığım için bir süre sonra kopuyorum. Ali’yle, Serin’i daha özenle, dikkatle dinlememiz gerektiğini konuşmuştuk. Ali her zaman Serin’le sohbet etmeyi sever, zaman ayırırdı. Şimdi çok daha dikkatli davranmaya çalışıyor. Sabırla dinleyip katılım sağlamaya çalışıyoruz. Bunu düşünüp nasıl düzelteceğimi bulmaya çalışırken, Serin’in de farkında olmasına çok üzüldüm. Babasıyla uzun uzun sohbet edip güzel vakit geçirdiler.
Derin dışarıdayken beni arayıp arkadaşlarının bize gelmek istediğini söyledi. Derin’in arkadaşlarının bize gelmesi, onları tanımak açısından iyi olur diye düşünürdüm hep. Ama Derin’in herkesi eve toplama çabasına katlanamıyorum artık. Misafir istemiyorum. Serin’in online piyano dersi var. Bahçede birilerinin olması rahat hissettirmiyor. Merin ve Serin de yanlarına gidiyor. Neler yaptıklarına bakmam gerekiyor. Atlara dokunmaları, yaklaşmaları riskli olabiliyor. Göl kenarında yaşıyoruz. Birinin başına bişey gelmesinden, göle düşmelerinden endişe ediyorum. Derin’in pek çok arkadaşı geldi. Çamura düşen, ıslanan, başına türlü şeyler gelen çocuklar bazen “Annem beni mahvedecek!” diyerek evine döndü. İşim üç çocukla zaten zorken, bir de diğer çocukların sorumluluğu fazla geliyor. “Neden dışarıda görüşüp ayrılmıyorlar ki?” diyorum. Derin akşama doğru bir kez daha arayıp “Bir saat de basketbol oynayabilir miyim?” diye sordu. Şarjı yokmuş. Sen bilirsin ama geç kalma dedim. Şarjı olmadığı için eve döneceğini söyledi. Hem izin alıp, hem de vazgeçiyor ve eve geliyor. İçten içe “O zaman beni neden arıyor?” diye kızıyorum. Diğer yandan çok memnun oluyorum. Ergenliğe adım atan özellikle erkek çocuğumun bu kadar temkinli olması, arayıp her şeyi haber vermesi, sorması, sorumlu davranması muhteşem bir şey. Umarım yaşı büyüdükçe böyle sorumlu davranmaya devam eder.
Serin’in piyano dersi sırasında teyzemle telefonda görüşüyorduk. Serin halleder deyip görüşmemi sonlandırmadım.
Derin eve geldiğinde Merin’e sarılıp “Kız kardeşimi özlemişim.” dedi. Sonra yanıbaşında duran Serin’e de sarılıp “Kızkardeşlerimi özlemişim!” diyerek durumu kurtardı. Dünyanın en şanslı anne babasıyız diye düşündüm. Umarım tüm anne babalar böyle düşünüyordur.
Derin biraz dinlenip tayın dağıtıp her yere saçtığı çöpleri toplamalaya başladı. Çöp poşetini dün unutup atmadığı için tay etrafa saçmış. Ardından balkonu yıkadı. Çamaşırları da toplamasını istedim. O sırada aceleyle akşam yemeği hazırlıyordum. Serinden bulaşık makinasını boşaltıp sofrayı hazırlamasını rica ettim. Çocukların evdeki işlere aktif katılıp sorumluluk alıyor olmaları hayatımı bir nebze de olsa kolaylaştırıyor. Keyifle yemeğimizi yedikten sonra eğer duşa girmek için acele ederlerse bu akşam da bir film izleyebileceğimizi söyledim. Toby Maguire’nin Örümcek Adam filmlerini seviyorum. Cumartesi ilk filmini izlemiştik. Çocuklar çok sevdi, ben de özlemişim. Film izlemeye başladığımızda Merin uyudu. Yanımda Serin oturuyordu ve sanırım bazı sahnelerde korktu. Diğer koltukta oturan Derin bunu fark etmiş. Serin’in yanına gelip sarıldı ve “Korktun mu? Sana sarılan kimse yok mu?” deyip kardeşine sarıldı. İzlerken içimi büyük bir mutluluk kapladı. Hemen fotoğraf çekip Ali’ye gönderdim. O da çok duygulandı.
Pazartesi sabahı çok güzel başladı. Merin’den önce uyanamadım. Regl günlerimde, yapamasam da uzun uzun uyuma ihtiyacı hissediyorum. Derin de bizimle uyandı. Aşağı inip her sabah olduğu gibi Fatih Altaylı dinlemeye başladım. Bir yandan dikiş dikiyordum. Bez figürlerin kollarını ve bacaklarını bitirimeye çalışıyordum. Bu işin bu kadar uzun sürmesine hala şaşıyorum. Bir figür yapabilmek günlerce sürüyor. Ben dikiş dikerken, Merin kendi kendine oyunlar oynadı. Hep sürekli ilgi isteyen, talepkar bir bebek oldu. Bebekler her anlamda bize ihtiyaç duyuyor ama Merin’in hiç bitmeyen bir talep hali vardı. Rahatça diğer işlerini yapabilen, sakin bebekleri olan anneleri görünce Merin’in talepkar olduğunu daha iyi anlıyordum. Hala bazen talepkar moduna girse de bunun yavaş yavaş azaldığını görüyorum. Kendi kendine kitabını okudu. Kitabı kıvırarak tutup sayfaların düşüşünü izlemesi, sanki okuyor gibi görünmesi çok tatlı. Ardından hamurlarını oynadı. Hamurları doğramayı, kesmeyi, kendine göre şekiller vermeyi çok seviyor. Tabi en önemlisi benim yanımda olmak. Bu günlerde benden ayrı olmaya hiç tahammülü yok. Ne yapıyorsa yanımda yanımda yapıyor, yakınımda olduğundan emin oluyor. Hamurları sürekli benim masama taşıdı, hepsini bana gösterdi. Ben de ilgiyle neler yaptığını söyledim, ne güzel şeyler başardığını belirttim. Kahvaltının ardından çoktandır ata binmediğimizi fark edip, Merin’e “Ata binmek ister misin?” diye sordum. Büyük bir çoşku ve mutlulukla “Evet!” diye bağırdı. İlk defa bir çocuğumun en sevdiği şey at. Atlarla ilgili her şeye ama her şeye bayılıyor.
Ata binip tüm araziyi dolaştık. Bu duygu, deneyim, yaşadığımız o an öyle güzel ki, neden her gün yapmıyoruz dedim kendi kendime. Leyla bir ara çok zorluk çıkardı. Gitmek istemediği bazı yerlere götürmeye çalışırken direnebiliyor. Hızlanıyor, dönüyor, zor anlar yaşatıyor. Yalnız olsam daha kolay ama Merin varken korkmasın diye çok dikkat etmeye çalışıyorum. Atın üstünde onca mücadeleye rağmen Merin’in korktuğunu gösteren bir işaret görmüyorum. Hiç sesini çıkarmadan zevkle yerinde olan biteni izlemeye, atın üstünde olmanın keyfini sürmeye devam ediyor. Dışarıda olmak, arazide olmak rüya gibi, bambaşka güzellikte bir hal benim için. Sürekli dışarda olmak istiyorum. Fakat evde öyle çok işim var ki, bu güzelliğin tadını çıkaramıyorum. İnsan her şeye alışıyor. Hayatında başta zor gelen, engel olarak gördüğü ama başardığı her durum bir başarıya dönüşüyor. Evin işlerini, yemeği, temizliği, çocukların çalışmalarını, kendi isteklerimi çok daha sistemli şeklide, miktarı az olsa da yerine getiriyorum eskiye göre. Şikayet etmek istemiyorum. Bugün böyle. Yarın çok daha farklı olacak. Biliyorum. Zorluklar kendi hayatımı düzene sokmam, kendimi geliştirmem için hep birer fırsat aslında. Bugünlerde çok karamsarım, mutsuzum aslında ama genel olarak her gün yılmadan yola devam edebilme gücünü, geleceği hayal ederek alıyorum. En mutsuz anlarımda araziye çıkıp dolaşmak muhteşem bir neşe depoluyor hücrelerime.
Salı günü foseptiğin yerini değiştirmek, yeniden yapmak için ustalar geldi erkenden. Derin kazılan toprağı traktörle taşıdı. Direksiyonun, römorkun hidrolik yağı azalmış sanırım. Daha fazla taşıyamayacağını, traktörü böyle kullanmaya devam ederse bozulacağını söyleyip bıraktı. Sanırım öğlene kadar ustalar işi bitirmek için uğraştılar. Sonunda bitirdiklerini söyleyip giderken işin nasıl olduğunu kontrol bile etmediğimi fark ettim. Birilerinin etrafımda olmasından çok rahatsız oluyorum. Ustaları çağırmak durumunda olduğumuz için büyük stres yaşadım. Kimseye ihtiyaç duymayayım, kimse gelmesin, beni rahatsız etmesin istiyorum. Başkalarının evimdeki varlığından öyle rahatsız oluyorum ki, diken üstünde yaşıyorum yalnız kalana kadar. Regl dönemim de gelmiş. Öfkemin, yalnız kalma isteğimin büyük bir nedeni de bu olsa gerek.
Bugün 4 Ekim. Arada geçen günlerin detayını hatırlayamazken, yaşadığım duygular izlerini bırakıyor. Bıkkınlık, bezmişlik, tükenmişlik dönemindeyim. Yoruldum. Ne çok yazıyorum bu kelimeyi. Neredeyse sürekli yorgun hissediyorum. Yorgunluğuma karşı sürekli hareket halindeyim. Asla ucunu bırakamıyorum. Bırakırsam yakalamakta güçlük çekiyorum. Yorgunluğa teslim olduğum an bir daha kalkamayacakmışım gibi geliyor. Fakat bazen dinlenmek daha enerjik kalkmama da sebep oluyor. Geçen aylarda dibe çökmüş hissettiğim bir gün odama çekilmiş, tüm öğleden sonra yazmıştım. Çocuklar Merin’le ilgilenmiş, kendi aralarında oyalanmışlardı. O gün tam bir yenilenme ile odadan çıktığımı hatırlıyorum. Müthiş bir rahatlama, huzur, dinginlik, içimdekileri yazmanın verdiği mutluluk vardı üzerimde. Çocuklar mutluluğumu görmüş, “Anne her gün bunu yapmalısın.” demişlerdi. Serin ertesi gün de odama çıkmam için ısrar etmişti. “Anne bugün kendine zaman ayırmadın.” diye uyarmıştı beni. Çok haklılar ama her gün 3-5 saat odama kapanıp kendimi dinleyecek zamanım yok.
Kendi yetersizlik hislerimi çocuklarıma da aşıladım. Dün akşam Derin yanıma gelip “Biz bütün gün ne yaptık? Boşa geçti zaman. Hiç sevmiyorum böyle olmasını.” dedi. Derin’e bir taktik verdim. “Akşamları gün içinde neler yaptığını not et. Böylece boşa geçmediğini görürsün. Bugün spor kulübüne yazıldın. Mert’le küp dersi yaptın. Teknenin suyunu boşalttın. Matematik ve İngilizce çalıştın. Pizza yaptın. Bilmem kaç tane küp algoritması ezberledin. Uyurken kardeşine baktın ki ben alışverişe gidebildim. Babana kulaklık alması için rehberlik ettin, araştırma yaptın. Bateri çalıştın. Günün dolu dolu geçmiş.” deyince çok rahatladı. “Anne şu an çok iyi hissediyorum. Bu taktik çok iyiymiş. Hep yapalım.” dedi. Derin’in yetersizlik hisleri he gün peşimde olduğundan, her gün yeterince şey yapamadığım duygularıyla günü bitirdiğimden, en azından çocuklarımı rahatlatmaya çalışıyorum. Aslında onları bunca zaman sıkıştırıp, zamanlarını iyi değerlendirme konusunda uyardığımdan ve günü değerlendiremediklerinde acımasızca eleştirdiğimden bu hale geldiler. Stresi verip sonra da rahatlatmaya çalışan benim. Acımasızca görünse de bunların ebeveynlik gerçeği olduğunu artık kabulleniyorum.
Yazmadığım günlerde tam bir öfke topuydum. Başkalarının yapmadıklarını yapıyor olmaktan, herkesin sorumluluğu altında eziliyor olmaktan öyle bıktım ki, günlerce bunun hesabını çocuklara sormaya uğraştım. Çamaşırlarını katlamaları için anlaşmıştık. Hafta boyunca sepette, yatakların üstünde bekleyen çamaşırlara kimse bakmadı. Bakmadığım zaman çalışmalar öylesine yapılıyor ya da yapılmıyor. Enstrüman çalışmaları ihmal ediliyor. Serin’e piyano çalışmalarında eşlik edip düzeltmem, yol göstermem gerekiyor. Günlük çalışmalarının yanında ilgilendikleri diğer konuları okuma, araştırma eşlikçisi olmam gerekiyor. Çocuklar astronomiyi merak edip gerçekten öğrenene, anlayana kadar okumalar, araştırmalar, çalışmalar yapmıyorlar. Bişeyler okuyup, merak ettiklerine bakıp kapatıyorlar. Harika şeyler de yapmışlar ama benim için yetersiz. Mesela Serin polimer kil ile dünyanın içi, katmaları modeli yapmış. Bunu yaptığına inanamadım. Uzun süredir bu konu aklımda, ufak ufak okuyor, değiniyoruz ama modelini yapmamış, yapmayı planlamamıştık. Çocukların iç motivasyonla böyle şeyler yapmaları muhteşem ama gerçekten yetersiz. Çünkü konuyu burada bırakıyorlar. Araştırma, keyifli okumalar, çalışmalar planlama ve yapma kısmı bana kalıyor. Düşünmem gereken o kadar çok şey var ki, fazla geliyor. Zihinsel yüküm çok fazla. Çocukların kendi sorumluluklarını, yapmaları gerekenleri benim kafamdan almalarını istiyorum. Yüklerini bana taşıtıyor olmalarına çok kızıyorum. Bu ara her şeye kızgınım. Böyle zamanlarda yazmak doğru gelmiyor. Yazarak kötü günlerimi geleceğe de taşımak istemiyorum.
Geçen hafta çocukların çabasını yeterli bulmadığım için haftasonum arkadaş görüşmelerini, bilgisayar oyunu oynamalarını engelledim. Bu durum evde büyük gerginlik, memnuniyetsizlik yarattı. Derin’in her gün öğlene kadar iPad’inin başında oturup görevlerini ertelemesi, ihmal etmesi çok canımı sıktı. Serin de kaytarmak için elinden geleni yaptı. Tüm gün polimer kil dünyasında kalmak istiyor. Ben de istiyorum. Sadece sevdiğim şeyleri yaptığım, yapabildiğim bir dünya istiyorum ama özellikle çocuklarımla sürdürdüğüm okulsuz hayat tarzı içinde, istemediğim halde yapmam gereken yüzlerce iş var. Yapmak istemesem de bunlar yararlı, yaparsam hepimize iyi gelen işler. Çocukların okula gitmeyerek canları ne isterse onu yapabilecekleri düşünceleri ve eylemleri benim için çok rahatsız edici bir boyutta. Hayat öyle değil. Çocuklardan sabah uyanınca, hemen bahçedeki işlerini, hayvanların bakımı ve beslenmesini yapıp, evdeki çalışmalarına geçmelerini istedim. Derin’in gündüz en az 2-3 saat kesintisiz küp çalışırken, küp yayınları izleyip, akşam tekrar 2-3 saat canlı yayınlara katılıp moderatörlük yapması fazla oldu. Artık gündüzleri küp çalışırken sesli kitap dinlemesini rica ettim. Kitapları da beraber seçeceğimizi söyledim. Kısa çocuk kitapları dinlemesini istemiyorum. Fakat bu sefer de dinlediği kitaplara yetişemez oldum. Şermin Yaşar kitaplarını çok sevdiğinden Lo ve Oh Ne Ala Memleket kitaplarını dinledi. Ardından Cumhuriyet’in İlk Sabahı Kitabını da bitirmiş. Artık seviye atlayıp Simyacı gibi kitapları okumasını istiyorum. Ben şu an Beyaz Zambaklar Ülkesini dinliyor, Cahil Hoca kitabını okuyorum. Üstüne Derin’in dinlediklerini de dinlemem gerektiğinden, hepsine yetişmekte zorlanıyorum. Çocukların okuduğu kitapları okumazsam üzerine konuşamıyor, benim için önemli noktaları onlarla tartışamıyorum. Onların bana anlattıkları da havada kalıyor. Serin “Lütfen oku anne!” dediği için bir yandan da Köpek Adam ve Ten Ten kitaplarını okumaya çalışıyorum. Astronomi okumalarını ve günlük hikaye kitaplarını, Merin’in kitaplarını da eklersek, sadece okuma işi bile benim için bir düğüm. Kafam yüzlerce parçaya ayrılmış gibi hissediyorum.
Sorumluluk üstlenmekte, sırtıma yükler eklemekte çok başarılı ve kararlıyım. Geçenlerde evde kime, neye yetişeceğimi şaşırdığım bir gün oturup düşündüm. Neden bu halde olduğumu anlamaya çalıştım. Giderek arttırıyorum. Hala turşu yapmaya çalışıyorum. Sirkeli turşuları Ali sevdiği için yaptım ama aslında lakto fermente turşulara inancım büyük. Pazara gidip 5-6 kilo daha kornişon aldım. İçinde ne olduğu belli olmayan turşuları tüketmek istemiyorum. Ekmek ve yoğurdu düzenli yapıyorum. Günlük neredeyse üç ayrı öğün hazırlıyorum. Artık mutfağı gün içinde kaç kere topladığımı sayamıyorum. Haftalık buzdolabı temizliği ve sebze meyve alışverişi yapıyorum. Eskiden temizlik için yardım alırdım. İki senedir onu da bırakıp “Kendim yaparım.” dediğimden beri evin tüm işi üstümde. Ev dağınık görünse de temizliğe, düzene takıntılıyım. Her şeyin bir yeri olmalı ve her şey yerinde olmalı gibi bir kuralım var içten içe. Bostan yapma, ekim, dikim işi de bana ait. Bu iş bana iyi geliyor. Dışarı almak, bahçede çalışırken terlemek, tüm o börtü böcek ve bitkilerle iç içe olmak bambaşka güzel. Atlar ilgi bekliyor. Günlerdir tımar yapamıyorum. Atlarla olmak, onlara bakım vermek, at gezintisine çıkmak da beni en mutlu eden şeylerden. Dün atların yanına gidip sevince özlediğimi anladım. Sarıldım. Kokularını bile çok özlediğimi, sevdiğimi fark ettim. Evin içinde öyle meşgulum ki, dışarıda bana keyif veren işlerle meşgul olamıyorum. Evin işlerini üstlenmek yetmiyor gibi bir de bahçe işleri bana kaldı. Ali’nin yokluğu büyük sorun ama olsa da bu konularda bana yardımı olmuyor. İçten içe yardımcı olmadığı için kızsam da O’nun da kendi meşguliyetleri, sorumlulukları var. Üstüne çocukların eğitimlerinin sorumluluğu, hayatı çocuklarla paylaşmak, o an içinde sadece onlarla olmak da eklenince tüm bu işlerin içinden çıkamıyorum. Dikiş odama kapanıp dikiş yaparken rahatlamaya çalışıyorum bazen. Sanırım sorun her şeyi istemek. Özellikle düzen arayışım ve istediğim düzeni sağlayamayışım çok yorucu.
Günlerdir 8-9 gibi uyanıyorum. 5-6 gibi mutlu uyandığım günleri çok özledim. Bu sabah gözümü 6 gibi açınca mutlulukla doldum. Sanırım sonbahar hüznü beni de ele geçirdi. Hüzünlüyüm, neşem yok. Bu ay yaşadığımız sıkıntılı durumların değişeceğine dair umutlarım vardı. Nedense bazen umudum tükeniyor, depresif bir hale bürünüyorum. Fatih Altaylı’nın davasını takip ediyorum. Durumuna çok fazla empati yapıp üzülüyorum. Minguzzi, Gazze halkının yaşadıkları, diğer tutuklular, mahkumlar, aç çocuklar, öldürülen çocuklar, savaş… Kendimce, aile olarak büyük bir kaos, sıkıntı içindeyiz. Fakat gündemi takip eder, diğerlerinin yaşadıklarına tanık olurken, kendi yaşadıklarıma üzülmeye utanıyorum. Kendime üzülemediğim için başkalarına dilediğim kadar üzülme hakkı veriyorum kendime. Dün sanırım durmadan yağan yağmurun da etkisiyle, dinlediğim haberler de ağır gelince, iki tane bira içtim. Öyle uzun zamandır içmiyorum ki, fazla geldi. Çocukların yemeklerini hazırlayıp beraber yedikten sonra kabuğuma çekildim. Çocuklar keyile oynuyorlardı. Önce Serin yanıma gelip bana sarıldı. Sonra bir ara Derin gelip sarıldı ve “Anne çok kötü görünüyorsun. Çok mutsuzsun. Üzülüyorum.” dedi. Fark ettim ki, sinirli olduğumda pek dert etmiyorlar da, üzgün olduğumda çok endişe edip üzülüyorlar. Çocuklar yaşananlara verecekleri tepki için beni gözlemleyip beni kopyaladıkları için üzülme hakkını vermiyorum kendime. Çocuklar için bu kadar sağlam ayakta duruyor, kendimi sürekli meşgul ederek düşünmemeye çalışıyorum. İçmek, düşünmek, duygularımın beni ele geçirmesine izin vermek berbat hissettirdi. Bir daha tekrarlamayacağımı umuyorum.
Merin uyandı. Tek elle yazmak zorlaştı. Bugünlük bu kadar. Sevgiler kıymet verip okuyanlara.





















































Yorumlar