Çocuğun önündeki engeller
- sesinakmaz
- 21 Eyl
- 14 dakikada okunur
15-20 Eylül 2025

Önceki gece çok yorgun ve uykusuz olmama rağmen kitap okurken uykum kaçtı. Uykudan önce çocuklar babamla ilgili sorular sormuşlardı. Bir kaç olay üzerinde konuşmuştuk. Belki de bunları hatırlamak, hakkında konuşmak tekrar üzülmeme, stres hissetmeme sebep olduğundan uykum kaçmıştır. Gece ancak 01:00 gibi uyuyabildiğimden, sabah 07:00’dde kalktım. Haftanın iki günü online spor yaptığımız program sabah 08:00’e çekildiğinden, yazı da yazamadım. Bu sabah ise 06:00’da kalktım. Erken kalkıp yazma planım işe yarıyor fakat bu sabah yazmaya hiç istekli değilim. Aklıma geçenlerde Derin’le yaptığımız bir konuşma geldi. Bateri çalarken dört uzvunu da ayırıp, her biriyle farklı ritim çalmayı başarmış. Çok mutluydu. “Her gün çalışmak nasıl da işe yarıyor?” dedim. Ardından “Her gün çalmaya hevesli oluyor musun?” diye sordum. “Hayır. Her gün aynı hevesde olmuyorum. Bazen canım istemiyor ama yine de çalıyorum. Bana ‘Atletler hayatları boyunca her gün büyük aşkla mı antrenman yapıyorlar? Ama yine de her gün yapıyorlar.’ demiştin. Her gün istemesem de gayret ediyorum.” dedi. Bu sabah yazmaya bu motivasyonla başladım. Çocuklar dinlemiyor gibi görünseler de aslında her dediğimizi dinliyor, duyuyorlar. Sürekli sohbet içinde olma hali çok kıymetli.
Babam hakkında çocuklarla konuştuklarımızı yazsam mı bilemiyorum. Ne zaman babamla görüşmüyor olmanın doğru mu yanlış mı olduğunu düşünmeye başlasam, yaşananlar görüşmememiz konusunda beni ikna etmeye yetiyor. Bugünlerde bir çamaşır kurutma makinası almayı planlıyorum. Aklıma ilk çamaşır makinamı aldığım günler geliyor. Derin henüz bir yaşlarındayken, evlenirken kayınvalidemin bana verdiği çamaşır makinesi bozulduğundan, yenisi almayı planladık. Biz evlenirken, ailesi Ali için yaptıkları evde oturuyorlardı. Buralarda özellikle erkek çocuklara ev alınır, yapılır. Ali’ye de yapmışlar ama evlenecek gibi görünmediğinden, beraber o evde yaşıyorlarmış. Ev, işlettikleri apart otelin, pansiyonun bir parçası olduğundan, bizim evleneceğimizi duyunca hemen evi boşaltıp bir apart odasına geçtiler. Bir kaç sene sonra da kendilerine yeni bir ev yaptılar. Evin içindeki özellikle beyaz eşyaları bize bıraktılar. Ali’yle ilçe merkezindeki kiralık evimizde yaşarken ortaya çıktı bu çamaşır makinesi mevzusu. Ali’yle beyaz eşya dükkanına gittiğimizde bize kurutmalı bir çamaşır makinesi modeli de gösterdiler. Kafam karıştı. Hangisi alacağımızı bir gün boyunca düşünmek için Ali’den müsaade istedim. Pek paramız yoktu, bütçemiz kısıtlıydı ama Ali bana yine de hangisini istersem onu alabileceğimi söylemişti. Özellikle ev eşyaları konusunda hep böyle cömerttir. Babam İzmir’den bizi ziyarete gelmişti. Annem de ilçe merkezine oturuyordu. Ama annemle babam düşman gibilerdi, konuşmuyorlardı. Hala öyleler bildiğim kadarıyla. Anneme danıştığımda bana “Kızım bebeğin var. Çamaşır bu bölgede kışın kurumuyor, çok nemli hava. Kurutmalı bir makine alırsan bebeğinle rahat edersin, çamaşırlarını kurutursun.” dedi. Akşam bizim evde yemek yemek üzere babamla hep beraber sofraya oturduğumuzda bana çamaşır makinasına karar verip vermediğimi sordu. Bir yandan sanırım bize çamaşır makinasını hediye almak istediğine dair bişeyler söylemişti. Ben de kurutmalı olanı alabileceğimi söyledim. Babam bana o kinayeli konuşmasıyla “Annen sokuyor değil mi bunları aklına? Pahalı değil mi? Değer mi?” gibi şeyler söylemeye başladı. Ali hemen araya girip “Hangisini istiyorsa onu alsın baba. Sesin karar verecek.” gibi şeyler söylemeye çalıştı. Babama, benimle böyle konuşamayacağını, evime alacağım eşyaya kendim karar vermek istediğimi söyledim. Bunun benim fikrim olmadığını, annemin dolduruşlarına geldiğimi kaba şekillerde söylemeye devam etti. Sonunda nasıl oldu bilmiyorum ama birbirimize girdik. Bana küfür etti. Çılgına döndüm. Öyle çılgına döndüm ki, Ali beni balkondan içeriye sokmak zorunda kaldı. Babam da bana ulaşamasın diye kapıyı kapatıp arada kaldı. Babam bana küfür ediyor, üstüme yürüyordu. Bunu hala yapabilmesine inanamıyordum. Özellikle Ali’nin yanında yapıyor olması sanırım beni çok daha fazla sinirlendiriyordu. Evimden defolup gitmesini söylüyordum ama Ali babamı balkona hapsetmiş, sakinleşmesini sağlamaya çalışıyordu. Derin uyuyordu. Derin’i alıp anneme gitmeye karar verdim ve çıktım. Anneme vardığımda Derin’i tekrar yatırıp, anneme ve kardeşime olan biteni anlattım. “İnanabiliyor musunuz? Üstüme yürüdü, küfür etti. Hem de benim evimde!” diye anlattım. Kardeşim çok öfkelenip babamı aradı. “Sen ablama küfür mü ettin?” diye sorduğunda, onlar da babamla kavga etmeye başladılar. Babam yanımıza gelip kardeşime haddini bildireceğini söylemiş. Hep aynı şeyler. Hayatımız karakollarda, babamın çıkardığı rezaletlerin peşinde geçti. Neler yapabilceğini bildiğimizden, kardeşim yakındaki polis merkezine gidip yardım istedi. Polisler babam hakkında sorular sormuşlar. Terörle mücadelede çalışmış bir emekli polis olduğunu duyunca, bu tarz adamların deli olduğunu, her şeyi yapabileceklerini söyleyip, ekstra önlem alarak arabaya binip bize gelmişler. Babam silahını alıp evden çıktığında Ali beni arayıp durduramadığını, babamın kontrolden çıktığını söyledi. Ben de polislere haber verdiğimizi söyledim. Ali babama polislerden bahsedince olay çıkarmaktan vazgeçmiş sanırım. Gecenin devamını pek hatırlamıyorum ama her türlü kötüydü. Babamın bir baba olarak çok farklı, çok güzel yanları vardır. Çocukları çok sever. Çocukla çocuk olur, oynar, sohbet eder. Annem de insanın görebileceği en marjinal, en keyifli, çocukların çok seveceği anneannelerdendir. Çocuklarımın, anneannelerinden, dedelerinden, dayılarından uzak büyümelerine üzülüyorum ama ilişkimiz toksik. Olmuyor, yürümüyor. Ailemle işleri belli bir saygı çerçevesi içinde yürütemiyorum. Mutlaka sınırlarımı ihlal ediyor, olay çıkarıyorlar. Ben de sakin kalamıyorum, anlayışla karşılayamıyor, olağan üstü tepki veriyorum. Hayatım, çocukluğum bu kaosun içinde geçti. Yaşadıklarımı bilenler, tanık olanlar beni hep, tüm bu kaosun içinde bir köşede sessizce ağlayan kız çocuğu olarak tanımlarlar. Artık o aciz kız çocuğu değilim. Kendime bambaşka bir dünya yarattım ve kimsenin bunu bozmasını istemiyorum. Ayrıca olayı anlatırken Ali çok pasifmiş gibi göründü sanki ama bilen bilir. Ali’nin yanında böyle bir taşkınlık yapmaya kimse cesaret edemez. Sırf babam olduğu için, tüm tartışmalarımızda Ali taraf tutmadan, sadece orta yolu bulmaya çalışır. Babam bunu bile pısırıklık olarak tanımladı defalarca. Ali ve pısırık kelimeleri yan yana duramaz. Bu Ali’nin beni sevdiği, değer verdiğini gösterme şekli. Babam buna mutlu olacağına Ali’yi aşağılayarak görmezden geliyordu. Sanırım dileği, Ali’nin babamla birlikte aynı düşüncede olup, bana yüklenmeleriydi. İlk evlendiğimizde Ali’nin bunu yapmasından korkuyordum. Babamdan etkilenmesinden endişe ediyor, özellikle Ali’nin yanında söyledikleri ve yaptıkları beni çok daha fazla sinilendiriyordu. Babam beni koruyup kollaması gerekirken, kızdığında aşağı çekmeye çalışıyordu. Ama Ali bu tuzaklara hiç düşmedi. Evlendiğimizden beri, ailem beni yerin dibine sokmaya çalıştığında hep yanımda oldu, beni korumaya büyük gayret gösterdi. Baştaki tavrını hiç değiştirmedi. Bunun için Ali’yi çok takdir ediyorum. Özellikle ülkemizde kız çocuklarının arkasında olmak gerekiyor. Durum bambaşka olabilirdi. Ali, ailemin bana olan kötü davranışlarından faydalanıp beni çok üzebilirdi. Yapmadı. Aksine çok mutlu ettiğini içtenlikle söyleyebilirim. Ali’ye kızdığım çok şey var ama bir çok açıdan çok şanslı olduğum bir gerçek.
Online yaptığım spor dersleri benim için uygun mu bilemiyorum. Son bir haftadır omzum, kürek kemiklerim, boynum, sırtım ve belimde oldukça kötü bir tutulma var. Bazı hareketler, mesela koltuğa oturup ayaklarımı uzatmak bile acı veriyor. Omurgam oturmama izin vermiyor. Gym’e giderken ağrım yoktu. Aletlerin desteğiyle çalışmak iyi gelmişti sanırım. Fakat kendi vücut ağırlığımla çalışmak yine büyük ağrıların ortaya çıkmasına sebep olmuş olabilir. Sağlığımı kaybetmiş gibi hissediyorum. Şu an koltukta oturuyorum, belim ve kolumun arkası feci ağrıyor. Ağrıyla yaşamaya alıştım sanırım. Herkes reformer pilatesi öneriyor ama çocuklar için bir çözüm bulamıyorum. Eve bir reformer pilates aleti almak için bütçe ayarlayabilir miyim diye düşünüyorum. Bu ağrıyla yaşamak ve hareketli hayatı sürdürmek giderek daha zor oluyor. Bilmiyorum. Süreç içinde neler olacağını göreceğim.
Bugünlerde Merin öğle uykusu uyurken Serin’e kitap okumaya çalışıyorum. Çocukların istemediğim davranışlarını, sevdikleri şeylerden mahrum bırakarak sona erdirme eğiliminde olduğumu görüyorum. Uygulamıyorum ama aklımdan sürekli bu geçiyor. Çok işim var, sürekli koşuşturma halindeyim. Kolay olan bir yol arıyorum. Fakat bu cezalandırma yöntemleri kolay görünse de işlevsel değil. Yine de aklımdan çıkmıyor. Sürekli nedenini anlamaya çalışıyorum. Uğraşacak enerjim ve zamanım olmadığında “Bir daha böyle davranırsanız şundan mahrum kalırsınız.” demek istiyorum. Böyle yapınca pıt diye durum çözülsün, çocuklar düzelsin istiyorum. Çünkü sorunu anlamak, konuşarak, zaman ayırarak çözmek zor. Çokça zaman ve emek istiyor. Tüm bunları düşünüp, Serin’e daha çok özel zaman ayırarak, baş başa zamanlarımızı arttırarak bu durumu, dürtüsel davranışlarını değiştirebileceğini düşündüm. Bazen her işi bırakıp sadece çocuğumuzla baş başa, o anda olmak en zoru. Ama gerekli. Üç çocuğa bir yetişkin çok az. Çok sayıda çocuk sahibi olmanın en zor yanı hepsine ayrı ayrı vakit ayırabilmek. Sürekli kafamda “Serin’i can kulağıyla dinledim mi? Derin benimle şunu konuşurken yeterli ilgiyi gösterdim mi? Merin talep etmeden onunla oynadım mı? İstediği kitabı okudum mu?” soruları dönüyor. Bu bile başlı başına oldukça yorucu.
Şu an 18 Eylül sabahı. Bu sabah alarm kurmayı unutmuşum. Yatakta ara ara uyandığımda sürekli kafamda geç kaldığım düşüncesi vardı. Dün öğlen Merin’i uyuturken, ilk defa çok uykum geldi, sanrım biraz içim geçmiş. Gün içinde uyumak isteyecek kadar uykulu hissedince uykumu alamıyor muyum acaba diye düşündüm. Bu sabah işleri biraz oluruna bırakmaya, alarm kurmamaya karar vermiştim. 07:00’yi geçiyor diye düşünürken saate bakınca henüz 05:00 bile olmadığını fark edince çok şaşırdım. Nasıl oluyorsa kendi kendime erkenden uyanıyorum. Bu beni çok mutlu ediyor. Hemen aşağı inip yazmaya başladım. Bu çabama ben de şaşıyorum.
Geçtiğimiz günlerde Serin, arkadaşının en sevdiği karakteri dikip hediye etmeye kara vermiş. Basit, yastığımsı bir şey dikip içini dolduruyor. Sonra da yüzünü kumaş boyalarıyla çizip yapmak istediği karaktere benzetmeye çalışıyor. Bir örtü ve yastık da dikmiş karakterini uyutsun diye. Serin bu fikirlerine, ince düşüncelerine, çabasına hayranım. 7 yaşındaki bir çocuk çevresine sürekli el emeği hediyeler hazırlıyor. Bu çok kıymetli. Özenle paketleyip kaldırdı. Şimdi her gün bunu kargolamamız gerektiğini hatırlatacak.
Merin, Serin’in diktiği karakteri görüp almaya çalıştı, büyük bir kavga koptu. Ertesi gün Serin, Merin’e de bir karakter yastık yapmaya başlamış. Bİtirdiğinde güzel paketlerinden birini yapıp süslemiş. Merin’e verdiğinde, gözleri ışıldadı. Merin hediye paketi görünce heyecanlanıyor. Açıp ne olduğunu görünce çok daha mutlu oldu. Bu kadar beğeneceğini tahmin etmezdim. Yastığa sarıldı, “Ci ci!” gibi şeyler yaptı. Beğenisini ablasına en güzel tavırlarıyla ifade etti. Serin “Beğenmesine çok mutlu oldum. Çok uğraşmıştım.” dedi. Bu hissi çok iyi biliyorum. Emek vererek yaptığım şeyi sevdiklerime sununca beğenildiğini görmek büyük mutluluk verir bana.
Merin’in bugünlerde kendi kendine oynayabildiğini görüyorum. Ara ara oluyor bu ama genelde çok dikkat çekmeye çalışıp, sürekli bir şeyler talep ettiği için, kendi kendine sessizce oynadığını görmek oldukça şaşırtıcı. Dün Merin uyanık ve yanımızdayken, çocuklara kitap bile okuyabildim. Yine bağırıp bölmeye çalıştığında, bir kaç kez sessiz olması konusunda uyardım ve bu sefer işe yaradı. Merin’in uzun süredir kullandığı bir sözcük var: “Biya.” Biya’nın ne demek olduğunu anlayamıyorduk. Kullandığı yerlere dikkatle bakınca “Güzel.” anlamına geldiğini anladık. “Bu biya anne.” diyor. İnanılmaz tatlı. Merin’i tatlı bulmadığımız bir an yok. Ağlarken bile çok seviyoruz ama bizi engelliyor olması bazen asabımızı bozuyor. En azından günlük işlerimizi yapabilmeyi istiyoruz. Sırayla ilgilenerek bu sorunu böylece çözmeye uğraşıyoruz.
Dün Derin’in bateri dersi vardı. Sabah 09:00’da diğer ilçeye gittik. Derin dersteyken Merin ve Serin yakındaki parkta oynadılar. Serin bier süre sonra sıkılıp yanına aldığı kitabını okumaya başladı. Merin belki de 30 dakika boyunca salıncaktan inmedi. Sürekli salladım. Derin çıktığında bir tostçuya gidip yemek yedik. Merin masada oturmuyor, durmak istemiyordu. Dışarıda Merin’le bir yerde oturamıyorum. Zorlanıyorum. Arabaya doğru yürürken, kucağıma almamı istemedi. Yere bıraktığımda yürümüyordu da. Kucakladım. Çılgınca bağırıp ağlarken arabaya götürmek zorunda kaldım. Yol boyunca ağlayıp bağırdı. Sonunda “Yeter!” dediğimde biraz sakinleşip uyudu. Eve gelince kucaklayıp yatağına yatırdım. O sırda içim geçmiş. Kendimi olağanüstü yorgun hissettim. Uyumamak için kendimi zorlayıp yataktan kalkmayı başardım ama aşağı indiğimde de hiç enerjim yoktu. Koltuğa uzanıp Cüneyt Özdemir’in haber programını dinlemeye başladım. Benim koltuğa yatıp dinlenmem, uzanmam olağanüstü bir durumdur. Gün içinde pek dinlenmem. Neden bu kadar yorgun olduğumu anlamaya çalıştım. Şimdi yazınca oldukça yorucu bir sabah geçirmişim. Tüm sabah bahçede çalışsam yorulmam ama araç kullanmak, topluma karışmak, dışarıda olmaktan çok yoruluyorum. Parkta zaman geçirirken bir ara “Benim ne işim var burada?” diye düşündüm. Kamusal alanlarda, diğerleriyle olmak bana normal gelmiyor, tuhaf hissediyorum. Etrafta lokantalarda oturan, bizi izleyen esnaflar, parkta istemediğimiz halde bizimle arkadaşlık kurmaya, konuşmaya çalışan çocuklar, parka gelip coşkulu oyunlar oynayan, bağırıp çığıran gençler… Arazimde, kendi halimde, yalnız yaşamaya çok alışmışım. Dünyaya karışmayı sevmiyorum. Belki de Avrupa’da, Hollanda’da, İsveç’te ya da Finlandiya’da çocuklarımı parka götürüyor olsam, rahatsız olmam, aksine mutluluk duyabilirim. Ülkemin insan profili de dışarıdaki mutluluğumun sebebi olabilir. ALi’yle telefonla görüştüğümüzde “Dışarıdayız. Parke getirdim çocukları. Rahatsızlıklarım başladı. Benim burda ne işim var diye soruyorum.” diye anlatınca Ali gülmeye başladı. Çok iyi bilir benim bu hallerimi.
Öyle yorgundum ki, Merin uyurken yemek yapmam gerekirken yapamadım. Uyandığında aç olacak olması, çocukların birazdan “Anne yemekte ne var?” diyecek olmaları büyük baskı yaratıyor üstümde. Bu sefer Ali gibi yaptım. Hep böyle yapar. “Yemek yapacak mısın?” diye sorarım. “Evet yapacağım.” der ama kalkmaz. Uzun süre bekleriz. Sanırım o süre zarfında ne yapacağını düşünür. Sonunda kalktığında çocukların çok sevdiği bir şey yapar. Son dakikada yaptığı için yemek çok sıcaktır. Sıcak da olsa soğutarak zar zor yedirir. Ali’yi izlerken gerilirim. Neden bu kadar zaman bekliyor, çocuklar açlıktan öldü diye kızarım içten içe. Ama Ali çok sakindir. Anın keyfini çıkarır. Bugün ben de Merin uyandıktan sonra, çocukların çok sevdiği domates çorbasını yapmaya başladım. Piştiğinde Merin’e her kaşığı soğutarak yedirdim. Kimse ölmedi. Herkes mutlu. Kendi takıntılarımla mutsuzluk yayanın ben olduğum gerçeği çarptı yüzüme. Kaos, belirsizlik, sürekli anı yaşamak stres yaratıyor bende. Elimde değil.
Sanırım Perşembe günüydü. Senelerdir görmediğim bir arkadaşım arayıp oğluyla bize uğradı. Oğlu Derin’den bir yaş büyük. Tüm gün öyle güzel vakit geçirdiler ki, ayrılmakta zorlandılar. Ben ise günlük tempomda koşturmaya, yemek yapmaya, hazırlamaya, toplamaya devam ettim. Bir yandan sohbet etmeye çalıştım. Artık biri gelecek olduğunda oturamayacağımı, gelecek olanları ağırlarken bir yandan işlerimi yapmak zorunda olduğumu baştan söylüyorum. Sanırım başkalarının yanında çalışıyor olmak, onlara saygısızlık ediyor gibi hissetmeme sebep olduğundan, açıklama yapma gereği duyuyorum. Senelerdir görmediğim arkadaşımla keyifli vakit geçirdim. Fakat akşam yorgunluktan yatağa kendimi zor attım. Düşündüm. Neden biriyle görüştükten sonra bu kadar yorulduğumu sorguladım. Öyle yoruluyorum ki, sosyal ilişkilerimi çok kısıtlı tutuyor ya da tamamen vazgeçiyorum. Biraz araştırma yapınca üretken insanların genelde yalnız bir yaşam sürdüğünü öğrendim. Sosyal olmak enerjimi tüketirken, üretmek muhteşem bir yaşam enerjisi veriyor. Araştırmacılar sosyal ilişkilerim mutluluk için en önemli etken olduğunu söylüyorlar. Sanırım kendi çekirdek ailemle ilişkim bana yetiyor. Biri aradığında, “Müsait misin?” dediğinde paniğe kapılıyorum. Dİnlemek, anlatmak, gülümsemek, başkalarıyla olmak rol yapmayı, maskeler takmayı gerektiriyor. Bu da yoran bir diğer tarafı. Başkalarıyla olmak gerçekten güzel ama yorgunluğu göze alamadığım için uzak duruyorum. Umarım bu durum kötüleşmez.
Merin tipik bir 2 yaş bebeği. Hem ayrışmak, hem de bana daha çok yapışmak istiyor. Kendi giyinmek istiyor ve oldukça başarılı. Tişört ve elbiselerini azıcık yardımla kendisi giyiyor. Eğer fazla müdahale edersem “Ben!” diye bağırıp çıkarıyor ve baştan giyiyor. Geçen akşam Merin uyurken biz çocuklarla odaya girince uyandı. Hemen yanına uzandım. Meme isteyecek diye korktum ama istemedi. Artık bir kez uykuya dalarken meme emdikten sonra sabah uyanıncaya kadar bir daha vermeyeceğimi çok iyi idrak etmiş. Uyansa da kendi kendine yeniden uyuyor. Sadece yanında beni istiyor. Sabahları da ben uyanana kadar bekliyor meme istemek için. Gözümü açtığımı gördüğü an yanıma gelip “Anne meme! Hıı pişşş yok” diyor. Bu “Meme istiyorum, artık uyuma.” anlamına geliyor. Bu öyle kendiliğinde, öyle sancısız oldu ki, çok mutluyum. Merin’in ilk zamanları, ilk seneleri çok zordu. Gece ağlamaları olmadı pek. Bir kaç kez yaşamışızdır. O da bir saati geçmemiştir. Hiç bir çocuğumun sabaha kadar uyumadığını hatırlamıyorum. Bu açıdan çok şanslıyım. Ama Merin en ufak tıkırtıya uyanan, gündüz kucağımdan asla inmeyen bir bebekti. 10 aylık oluncaya kadar asla bir yere yatırıp uyutamadım. Gündüz uykularını kanguruda uyurken hareket edemezdim. Uyanırdı. Dışarıda olduğum günler de olurdu ama hep diken üstündeydim. Üçüncü çocuğun çok daha kolay olacağını umarak hayal kırıklığına uğramıştım. Zor yıllar geçirdim. Bugün hepsinin bitmiş olması, Merin’in uykularının düzenli olması, gece kendi kendine uyuyabilmesi mucize gibi.
Serin’in piyano çalışmalarını bir kaç haftadır takip edemiyorum. Öğretmeni İmren’in gönderdiği videoları izleyip rehberlik etmeye çalıştım. Yanlışlarını söyledim. Serin öyle çok karşı çıktı ki tartıştık. Bazen beni deli ediyor. Hata yaptığını kabul etmiyor ya da hatalarının benim yüzümden olduğunu söylüyor. Doğru çalmak yerine kafasına göre hızlı çalıyor. Kimse karışmasın, kendisine bişey öğretmesin istiyor. Uzun süre karışmayarak, çalışmalarına müdahale etmeyerek hata etmişim. Her gün çalışmalarına dahil olup yol göstersem böyle olmazdı, böyle olmuyor. Doğru çalması için bir süre uğraştıktan sonra bıraktık. Ertesi gün çok daha iyi çalıyordu ve bana karşı direnci azalmıştı. Yanlışını kabul etmiş, düzeltmişti. Çocuklarla çalışırken çok sabırlı olmak gerekiyor. Sabır yoksa çocuklarla çalışılmamalı. Bazen ben de sabrımı kaybediyorum. Sürekli kendimle konuşup telkin ediyorum. Çocuk olduklarını hatırlatıyorum kendime. Ama Serin’in karşı çıkışlarına, her şeyi zaten! biliyormuş tavrına sinirlenmekten alıkoyamıyorum kendimi. Üç kız olarak evde ne tartışmalar yaşayacağız kim bilir diye düşünüyorum. Anne olduğumu, olgun olma sorumluluğunu taşıdığımı hiç unutmamalıyım. Yoksa kontrolü kaybetmek maalesef en kolay ve zayıf yol.
Okuduğum Ergen Beyni kitabını bitirdim sayılır. Okuduklarımla ilgili sürekli Derin’le konuşuyorum. Çok ilgisini çekiyor. Kafa travmalarıyla ilgili bölümü okuyunca büyük şaşkınlık yaşadım. Derin bir süredir trambolinde kafasını kullanarak hareketler yapamadığını, kafasının ağrıdığını söylüyor. Geçen senelerde bisikletle rampadan atlarken fena düşmüş, kafasını çarpmıştı. Gençlerde yaşanan beyin travmaları çok tehlikeliymiş ve Derin’in yaşadığı tarzda ara ara baş ağrıları gibi bir çok yan etkisi varmış. Beyin travması için çok şiddetli bir darbeye de gerek yokmuş. Basit vuruşlar bile buna sebep olabilirmiş. Çocukları birbirlerine vururken, yastık savaşı yaparken, kafalarına vurmamaları konusunda hep uyarırım. En kızdığım şey kafaya vurulmasıdır. Çok doğru yapmışım. Derin bunları duyunca büyük aydınlanma yaşadı ve endişelendi. Bundan sonra daha dikkatli olacağına eminim. Hiç bir kask beyin travmasından korumuyormuş. Bilgilenmek ve çocukları bilinçlendirmek, beyin sağlıkları için çok önemli. Bir kez daha okumanın güzelliğini düşündüm. Fakat Derin bu sefer çok evhamlanmaya, sürekli kafasıyla ilgili bişeyler söylemeye başladı. Serin de sık sık bana dönüp “Anne beyin travması konusunu Derin’e söylemen iyi olmadı. Şimdi sürekli konulup duracak.” diyor. Gülüyoruz.
Yaz bitti, güzel sonbahar günleri geldi. Dışarıda oturmak, çocuklarla dışarıda olmak istiyorum. Paslanan demir koltuğumuzun süngerlerinden biri kaybolmuş. Döşemeciye sipariş verip yaptırdım. Nalburdan bir spiral alıp zımparalamaya başladım. Bir koltuk için bunca uğraş vermek öyle zor geliyor ki bazen, vazgeçmek istiyorum. Zımpara işi de düşündüğüm kadar kolay değilmiş. Ama pes etmeyince giderek alışıyor insan. Ufak ufak başlayıp zamanla kendimi kaptırdım. Yapamam dediğim her köşeyi zımparaladım. Bir günde biterdi ama gün içinde bir sürü işim olduğundan, iki akşam üstü toplam 3-4 saat uğraşarak bitirdim. Derin’le süreç içinde çok tartışma yaşadık. Derin, babasıyla çokça takılıp, işlerine dahil olduğundan bu işleri iyi biliyor. Ama Ali kadar bilmiyor tabi. Bişey söylüyor ama emin olamıyor. İlk gün aldığım zımpara kağıtlarının yetersiz olduğunu söyledi. Ali görünce “Zımpara kağıdı olmaz, tel almalısın.” dedi. Derin de hemen “Ben söylemiştim anne.” demeye başladı. Ben de “Sen tel al demedin ki!” diye çıkıştım. Çalışırken artık yıpranan teli değiştirmemiz gerektiğinde, başaramadık. Başlığı çıkaramadık. Ali’yi arayıp gösterdiğimde hemen nasıl yapacağımı anlattı ve çıkardım. Derin yine “Anne ben demiştim!” dediğinde, “Oğlum biliyorsan başlığı niye çıkarmadın?” diye karşılık verdim. Başlarda ne gözlük, ne eldiven kullandım. Derin çalışırken gözüne bir parça kaçmış. Ağlayarak eve gitti ve bana çok kızdı. Başından beri uzun kollu ve bacaklı kıyafetler giymemizi, eldiven, gözlük takmamızı önerdiği halde dinlemedim. Sonra anladım ki gerçekten koruma gerekliymiş. Ali bize “Spiral en tehlikeli alettir Sesin. Derin kullanmasın. Sen bile kullanma. Endişe ediyorum.” deyince durumun ciddiyetini anladım. Derin’i dinlemediğim için pişman oldum. Bazen öyle çok “Ben demiştim.” diyor ki dinlemek istemiyorum. Diğer yandan hayat hakkında bildikleri beni çok etkiliyor. Bu açıdan babası gibi olacağına çok mutluyum. Ben hep dünyadan bir haber gibi bir insandım. Ali bana sık sık “Sesin biz aynı dünyada yaşamıyor muyuz? Uzaydan falan mı geldin? Neden sen her şeyden bir habersin böyle?” deyip gülerdi. Sonunda Derin’in söylediklerini kabul edip, önerdiği tüm koruma önlemlerini alarak zımpara işini bitirdim. Başta zor bulduğum işlere pes etmeyip devam ettiğimde, hem süreçten zevk almaya başlıyorum, hem de bırakmayıp tamamladığım için çok iyi hissediyorum. Dün akşam çocuklarla boyama işine giriştik. Çocuklar heyecanla boyamaya başladılar. Merin bile bir fırça alıp boyaya büyük katkıda bulundu. Fakat sonra çocukları tinerle temizlemek zorunda kalınca, sürece dahil ettiğime pişman oldum. Merin’in saçlarına boya damlamış. En çok buna üzüldüm. Geçmiyor. Sanırım boya olan kısmı kesmem gerekecek.
Çocukların bildikleriyle hayatı yorumlama şekillerini çok seviyorum. Zımpara yaparken, Derin bana “Anne bak gözlüksüz çalışma. Galileo gibi gözünü kaybedersin. Ama sen spiral yüzünden, başka bir sebepten kaybedersin.” dediğinde, Galileo’nun gözünü neden kaybettiğini uzun süre düşünmem gerekti. Aynı şeyleri okuyoruz ama çocuklar çok daha iyi hatırlıyor ve günlük olaylarla anımsıyorlar. İlber Ortaylı diyor ya, belli bir yaştan sonra okusanız da unutursunuz diye. Çok doğru. Bizim için bir çok açıdan tren kaçtı. Ümitsiz değiliz ama çocuklarımızdaki muhteşem öğrenme potansiyeline sahip değiliz. Bu sabah da “Anne biliyor musun? Eskiden konserler, konser veren kişinin ya da tiyatro oynayanların yukarıda olduğu, seyircilerin aşağıdan izlediği bir sistem yokmuş. Seyirciler yukarıda, oynayanlar aşağıda olurmuş.” dedi. Bunu bir antik gezi sırasında öğrenmiş. Bilgi tek başına yeterli değil ama çocukların bildiklerinden çok etkileniyorum, memnun oluyorum. Neden bize bu fırsat verilmedi, neden başka türlü büyütülmedik, neden entellektüel çocuklar, gençler olmaadık diye düşünmeden edemiyorum. Şu an adını hatırlayamadığım bir yazar demiş ya, “Türkiye’de gençlerin sorunlarla mücadele etmekten başka şeylere ilgi duyacak zamanı olmuyor.” diye, yaşadığımız tam da bu. Anne babamın sorunlarıyla uğraşmaktan, her gün kavga gürültünün içinde stres altında yaşamaktan potansiyelimi gerçekleştirecek alan bulamadım. Bunca üzüntü, keder, stres engel oldu açılmama. Annem de bu sebeplerle kendini sabote etmiş. Annem çok okuyan, inanılmaz potansiyeli olan, zeki, çalışkan bir kadındı. Büyüme ortamı işkence ortamına dönüşmüş. Evden kaçmak için babamla evlenmesi ikinci büyük felaket olmuş. Annem bambaşka bir insan olabilirdi. Ayn Rand, Nietzsche gibi isimlerle annemin kitaplığında tanıştım. Kendisinin entellektüel tarafıyla çok gurur duyuyorum. Bir yandan yaşadığımız sorunlar bizi bugünkü biz yapıyor. Bunu da göz ardı etmemek gerek. Aam güçlü, farkında yetişkinler olmanın pozitif yolları olduğunu da düşünüyorum. Aile içi, ülke içi sorunlarla ne potansiyeller heba oluyor. Bir savaş, bir deprem, yanlış eş seçimleri, ne istediğini bilmeyen, büyüyemeyen anne babalar, hatta temizlik, düzen takıntılı, başkaları ne düşünür diye yaşayan, diğerleriyle sosyal yaşantısına çok önem veren aileler bile çocuğun önünde büyük engel olabiliyor. Bu aralar Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabını hayranlıkla dinliyorum. Bir ülkenin sıfırdan nasıl kurulacağının, nasıl bilinçli bir toplum yaratıldığının, kalkınmanın büyük öyküsü. Çocuklarla ilgili bölüm de çok etkileyici. Aile olarak anne baba olmanın sorumluluğunu farkında değiliz. Bunları düşünmek beni üzdüğü gibi, çocuklarım için mücadele gücümü arttırıyor.
Hayatımın pek de kolay olmayan bir dönemindeyim. Neler olup bittiğini duyanlar, yaşadıklarıma rağmen nasıl hala bu derece güçlü ve ayakta olduğuma şaşıyorlar. Bazen duygusal çöküşler yaşasam da genel olarak dünyayı, diğer insanları, savaş içinde yaşayan çocukları düşününce halime şükrediyorum. Şikayet etmeye utanıyorum. Az önce anlattığım gibi, geçmişte bana engel olan hiç bir şeyin tekrar önüme çıkmasını istemiyorum. Duygularıma söz geçiriyorum. Yaşayıp gitmelerine izin veriyorum. Uzatmıyorum. Çocuklarımın etkilenmesini, kendi geçmişimde olduğu gibi yaşananların ilerlemelerinin, potansiyellerinin önüne geçmesine engel oluyorum. Sağlıklı ve sevdiklerimizle olduğumuz sürece hayat çok güzel. Her gün Ali’yle konuşup, babalarının yaşadığı muhteşem deneyimlere şahit oluyorlar. Geçen sabah Ali bizi aradığında yanında bir fil vardı. Ona dokundu, sevdi, besledi. O günden beri Merin sürekli fillerden bahsediyor. Fil figürleri getirip babasının nasıl sevdiğinden bahsediyor. Ali’nin kamerasından bir gün maymunları, diğer gün yunusları görüyoruz. Çocuklar uzak doğuda olma hayaliyle heyecanlanıyorlar.
Bugünlerde 5’de kalkma denemelerim başarısız oluyor. Gün içinde yorgun hissediyorum, uykum geliyor. 6:30 gibi kalkıyorum. 8-8:30 gibi uyanan Merin, 6:30-7:00 gibi uyanmaya başlayınca sabahları yazı yazmam zorlaştı. Zamanla bu işe de bir çözüm bulacağım. Şu an üst katta, muhteşem göl manzarası karşısında, Serin için koyduğum koltukta oturup kahve içerken yazıyorum bu satırları. Buraya senelerdir oturmamışım. Manzara harika ama artık manzara karşısında oturmak anlamsızlaşmış benim için. Merin yanımda legolarıyla oynuyor. Arada bir yanıma oturuyor. Yazmama müsade ediyor. Mor ve Ötesi, şarkısında diyor ya daha mutlu olamam diye, ancak Ali’ye tekrar sarıldığımda daha mutlu olabilirim sanırım. Öyle güzel bir Pazar sabahı bu.
Bugünlük bu kadar. Herkese mutlu bir pazar dilerim.


















Yorumlar